Guillermo del Toro çağımızın en başarılı ve en vizyoner yönetmenlerinden birisi. 1964’te Meksika’nın Guadalajara şehrinde doğan ve hızla yükselen kariyerini Hollywood’a taşıyıp vizyonunu burada da yansıtmaya devam eden del Toro, kariyerinin başından beri kendine has üslubuyla dikkat çekti.
Korku sinemasına, masallara, gotik referanslara, karanlık dünyalardaki aydınlığı ortaya çıkartan bakışa, büyük bütçeli ana akım filmlerden küçük çaplı tutku projelerine uzanan farklı üretim biçimlerine uzanan sineması büyük bir çeşitlilik barındırıyor. Önümüzdeki günlerde bir başka tutku projesi Frankenstein’ın (2025) seyirciyle buluşacak olmasından hareketle del Toro’nun canavarlarla dolu dünyasına giriş yapıyor ve yönetmenin filmlerini ele alıyoruz. Yönetmenin kariyerinin başından itibaren çektiği bütün uzun metrajları en iyiden en kötüye doğru sıralıyor, bu yapımları hangi streaming platformlarında izleyebileceğinize dair bilgileri pek çok ilginç detayla bir araya getiriyoruz.
Pan's Labyrinth (2006)
Guillermo del Toro denince tüm dünyada hemen herkesin aklına gelen ilk film Pan’s Labyrinth’tir (2006) şüphesiz ki. Del Toro’nun adını bütün sinema dünyasına duyuran bu başyapıt, yönetmenin kendine has kimliğinin pek çok parçasını da bünyesinde barındırır. Filmde Franco dönemi İspanya’sına, 1944 yılına yolculuk ederiz. Gerçek ve fantazi dünya arasında bir ayrım yapan ve bu iki dünya arasındaki diyalogla ilerleyen film Ofelia adlı bir kız çocuğunu takip eder. Ofelia film boyunca pek çok canavarla ve fantazi ürünü yaratıkla karşılaşır. Bir yandan da arka plandaki faşist İspanya anlatısı gerçek ve fantazi dünya arasında beklenmedik ifade alanları yaratır. Film gösterime girdiği ilk günlerden itibaren hem seyircinin hem de eleştirmenlerin beğenisini kazanarak del Toro’yu çağımızın önemli yönetmenlerinden biri hâline getirir ve bilhassa görsel efektleri ve makyaj çalışmasıyla tarihe geçer.
The Devil's Backbone (2001)
2001 tarihli The Devil's Backbone (2001), del Toro’nun kariyerinin erken döneminde çektiği ve çok sevilen bir başka filmidir. O da aynı Pan’s Labyrinth gibi Franco İspanyası’nda geçer ve bu sert gerçekliği bir çocuk üzerinden fantazi dünyasıyla çarpıştırır. İki film arasındaki benzerlikler gotik unsurların kullanımı ve korku sinemasına olan hâkimiyet gibi unsurlarla da sürer. Film bilhassa eleştirmenler tarafından övgüyle karşılanırken del Toro’nun yıllar içerisinde artan şöhretiyle tekrar keşfedilmiş ve hakkı verilmiştir. Del Toro bu filmde Carlos adlı bir yetim çocuğu masumiyetin sembolü olarak filme yerleştirir ve anlatı boyunca onu takip eder. Carlos’un kaldığı yetimhanenin karanlık sırları ortaya çıkmaya başladıkça da fantazi unsurları filmi istila etmeye başlar. The Devil's Backbone bilhassa korku severlerin kesinlikle kaçırmaması gereken bir yapım.
Guillermo del Toro's Pinocchio (2022)
Meksikalı yönetmenin seyirciyle buluşan -şimdilik- en taze filmi Guillermo del Toro's Pinocchio (2022) da pek çok del Toro filmi gibi arka plandaki büyük toplumsal ve politik gelişmeleri kişisel anlatılarla birleştirir. Modern zamanların en meşhur öykülerinden Pinokyo’yu kendine has bir şekilde uyarlayan del Toro, tutku projesi olan bu filmde klasik öyküyü faşist İtalya arka planına yerleştirir. Stop-motion tekniğiyle üretilen ve del Toro’nun animasyon sanatçısı Mark Gustafson’la yönetmenlik pozisyonunu paylaştığı bu film 2023 yılında En İyi Animasyon dalında Oscar da kazanmıştı. Yönetmenin ustalık eserlerinden biri olarak görebileceğimiz Guillermo del Toro's Pinocchio, David Bradley, Ewan McGregor, John Turturro, Cate Blanchett, Christoph Waltz ve Tilda Swinton gibi isimlerin yer aldığı seslendirme kadrosuyla da dikkat çekiyor.
The Shape of Water (2017)
The Shape of Water (2017), muhtemelen Guillermo del Toro’nun hem en sevilen hem de en çok tartışılan filmi. Bunun sebebi de çok açık aslında. Film 2018 yılında düzenlenen Oscar töreninde tam 13 adaylık elde etmiş, törenden En İyi Film ve En İyi Yönetmen de dâhil olmak üzere dört heykelcikle ayrılmıştı. Dünya prömiyerini yaptığı Venedik Film Festivali’nde de büyük ödül Altın Aslan’ı kazanmıştı. Birçoklarına göre 2017’nin en iyi filmlerinden biriydi. Öte yandan bu yönde düşünmeyen eleştirmenlerin sayısı hiç de az değildi. Film, oldukça klasik, iyimser, hatta naif bir yoldan ilerleyerek bir insanla “canavar”ın aşkına odaklanıyordu. Del Toro’nun insanlığın örgütlü kötülüğünün karşısına naif ve doğal yaratıkları koyduğu sinemasının en iyimser örneklerinden biri olan The Shape of Water, her şey bir yana yönetmenin sinemasının oldukça önemli bir parçası.
Hellboy II: The Golden Army (2008)
2004 yapımı ilk Hellboy filminden dört yıl sonra gelen devam filmi Hellboy II: The Golden Army’nin (2008) yönetmenlik koltuğu ilk filmde olduğu gibi Guillermo del Toro’ya emanetti. Fakat birçoklarına göre devam filmi, ilk filme oranla çok daha başarılıydı ve yönetmenin görsel vizyonunu çok daha iyi yansıttığı bir örnekti. Del Toro’nun yaratıcı vizyonunu ve uçsuz bucaksız hayalgücünü sınırsız ekonomik imkânlarla buluşturan bu film çizgiroman uyarlamaları tarihi için de önemli bir katkı olarak anılmaya devam ediyor. İlk filmdeki dünyayı anlatı açısından devam ettirirken görsel olarak yeni bir dünya da yaratan del Toro, hem eleştirmenlerin hem de seyircinin takdirini topladı. Bundan birkaç yıl önce çektiği Pan’s Labyrinth ile tanınırlığını iyice arttırmışken Hellboy II’yle birlikte Hollywood’un önde gelen yaratıcı yönetmenlerinden biri hâline geldi.
Cronos (1993)
Sinema kariyerine makyaj ve görsel efektler alanında başlayan ve ilk olarak burada gösterdiği başarılarla adını duyuran del Toro’nun bu yönü her daim en güçlü tarafı oldu. Filmleri makyaj, kostüm ve görsel efektler açısından her zaman yaratıcı bir vizyonun yansımaları oldu, çeşitli ödüllerle takdir gördü. Yönetmenin çektiği ilk uzun metraj film Cronos (1993) da düşük bütçesine rağmen bu teknik beceri ve görsel vizyonla dikkat çekmişti. Bir vampir hikâyesi anlatan filmde makyaj fiziksel dönüşümü aktarmak için önemli bir dramatik unsur olarak kullanılırken sonradan del Toro’nun imzalarından biri hâline gelecek yaratıcı canavar tasarımları da burada ilk nüvelerini gösterecekti. Ayrıca korku türüne getirdiği yaklaşımla da heyecan yaratan del Toro, gerek tarihle ilişkisi gerek görsel-işitsel atmosferi ve bol referanslı dünyasıyla yeni bir auteur yönetmeni tüm dünyaya müjdeliyordu âdeta.
Nightmare Alley (2021)
Del Toro, özellikle The Shape of Water’ın görkemli başarısının ardından çok daha tanınan ve elindeki imkânlar fazlasıyla artmış bir yönetmen pozisyonuna erişti. Sonraki ilk filminde de Bradley Cooper, Cate Blanchett, Toni Collette, Willem Dafoe, Richard Jenkins ve Rooney Mara gibi yıldız isimlerle dolu büyük bütçeli bir işe imza attı. Karanlık bir neo-noir olarak tanımlayabileceğimiz Nightmare Alley (2021), kısa yoldan başarıya ulaşmaya çalışan bir karnaval işçisinin sürprizli köşeyi dönme macerasını takip ediyordu. 1946 tarihli romandan uyarlanan film del Toro’nun vizyonu ve görkemli oyuncu kadrosuyla ilgi de görmeyi başardı. Toplam dört dalda Oscar adaylığı kazandı ve genel olarak da eleştirmenlerden ortalama üzeri puanlar aldı.
Hellboy (2004)
Del Toro’nun kariyerinin erken bir döneminde Hollywood’a gelip burada çalışmaya başlaması ve büyük bütçeli ana akım projelerde yer almaktan kaçınmaması onu benzerlerinden ayıran önemli noktalardan birisi. Aynı adlı çizgiroman karakterinden sinemaya uyarlanan süper kahraman filmi Hellboy (2004) da bu örneklerin başında geliyor. 2004 yılında gösterime giren film yönetmenin Blade II (2002) macerasından iki yıl sonra seyirciyle buluştu ve del Toro’nun Hollywood’a kendi sesini taşımasının basamaklarından biri oldu. Ron Perlman’ın başrolde yer aldığı, sonrasında devam filmleriyle de sürecek Hellboy, şeytani yaratıkların Nazilerle işbirliğine odaklanıyor ve bu açıdan da del Toro filmografisine uyum sağlıyordu. Film, bilhassa eleştirmenler tarafından beğenildi, gişede büyük bir başarı kazanamasa da zarar da etmedi. Bundan dört yıl sonra gelecek devam filmi genel olarak çok daha beğenilmiş olsa da çizgiromana sadık tarzı ve yeni bir karakterin yaratılması açısından takdir topladı.
Blade II (2002)
Del Toro’nun Hollywood’a gelişi ve buradaki konumunu sağlamlaştırması bakımından Blade II (2002) da önemli adımlardan birisi. 1998 yılındaki ilk Blade filminin ardından gelen ve insan-vampir karışımı bir karakterin insanları vampirlerden koruma mücadelesini takip eden Blade II, Wesley Snipes’ın karizmatik karakteriyle öne çıkıyordu. Del Toro bilhassa vampir anlatılarına ilgisi ve bu anlatılara getirmek istediği yenilikçi vizyonla seriye heyecanla dâhil oldu. Aksiyon ve korkuyu birleştiren melez yapısı ve dövüş sahneleriyle takdir toplasa da genel olarak beğeneni kadar beğenmeyeni de bol bir sonuç elde etti. Karakter tasarımları, korku unsurlarının kullanımı, makyaj ve görsel efektlerden güç alan vizyon ise her del Toro filminde olduğu gibi takdirle karşılanan nitelikler arasındaydı.
Pacific Rim (2013)
Del Toro’nun kariyeri açısından bakıldığında yönetmenin Japon kaiju filmlerine bir aşk mektubu olarak görebileceğimiz Pacific Rim (2013), insanlığın gelecekte uyanan kadim dev canavarlarla mücadelesini takip ediyor. Godzilla başta olmak üzere Japon anlatılarının uzun yıllar boyunca ilgi gösterdiği ve kadim canavarları takip eden bu türün Hollywood’a tercümesi olarak görebileceğimiz Pacific Rim, del Toro’nun yönettiği büyük bütçeli Hollywood yapımlarından birisi olarak dikkat çekiyor. Sonradan gelecek devam filmi ve dizisiyle bir seriye de dönüşecek olan Pacific Rim, canavar filmlerini bilimkurguyla birleştiren alaşımıyla bilhassa ABD dışında ilgi çekmeyi başardı. Kaiju, mecha ve anime gibi Doğu sanatı referanslarıyla Çin ve Japonya gibi pazarlarda büyük ilgi gördü ve del Toro’nun gişedeki en başarılı filmi oldu. Ancak eleştirmenler tarafından senaryo kısmındaki basitliğiyle eleştirildi.
Crimson Peak (2015)
Del Toro’nun gotik merakının yansıması olarak görebileceğimiz Crimson Peak (2015) ise yönetmenin yine Hollywood yıldızlarıyla çalıştığı bir başka büyük projesi. Victoria dönemi İngiltere’sinde geçen ve gotik bir aşk hikâyesi anlatan film bir “hayalet ve gotik aşk hikâyesi” olarak tanımlanmıştı. Oyuncu kadrosunda Mia Wasikowska, Tom Hiddleston, Jessica Chastain gibi isimlerin yer aldığı Crimson Peak, del Toro’nun pek çok filminde olduğu gibi üzerine oturduğu mirası ağırlıklı olarak içerisinde barındırmaya çalışan, referansları güçlü bir yapı üzerine kurulmaya çalışılmıştı. Film görsel yapısı ve güçlü referanslarıyla takdir toplasa da hikâye bakımından zayıf bulundu ve bilhassa korku meraklılarını pek tatmin edemedi. Bu doğrultuda gişede de oldukça başarısız oldu ve yönetmenin beklentileri karşılayamayan filmlerinden birisi olarak tarihe geçti.
Mimic (1997)
Del Toro’nun Cronos’un başarısının ardından hızla Hollywood’a gelip bir stüdyoyla çalıştığı ilk filmi Mimic (1997), yönetmenin filmografisindeki başarısızlıklardan biri olarak görülebilir. Del Toro’nun Matthew Robbins’le beraber aynı adlı bilimkurgu öyküsünden uyarladığı ve yönetmenliğini de üstlendiği film insan eliyle genetik olarak bozuntuya uğramış böceklerin insanlığa tehdit hâline gelmesini konu alıyordu ve esas olarak del Toro’nun ilgi alanına fazlasıyla uyuyordu. Ancak yönetmenin yapım ve dağıtım şirketleriyle (Dimension Films ve Miramax Films) yaşadığı anlaşmazlıklar projeyi krize soktu. Öyle ki del Toro vizyona giren versiyonu sahiplenmek bile istemedi. Zaten eleştirmenlerden düşük notlar alan film gişede de oldukça başarısız olmuştu. Şüphesiz ki del Toro bu tecrübeden çok şey öğrenecek ve vizyonunu kendine daha uygun başka projelerle ortaya koymanın yollarını bulacaktı.
Guillermo del Toro’nun bütün filmlerini Türkiye’den çevrimiçi izleyin
JustWatch ekibinin hazırladığı streaming rehberi sayesinde Guillermo del Toro imzalı tüm filmlerle ilgili merak ettiğiniz birçok şeyi bu sayfadan öğrenebilirsiniz. Dünyanın en büyük streaming rehberi olan JustWatch’ı kullanarak Prime Video, Disney+ ve MUBI gibi diğer platformlardaki içeriklere de göz atabilirsiniz.