Michael Gracey imzalı Better Man: Robbie Williams’ın Hikâyesi (2024) Robbie Williams’ın Take That günlerinden günümüze uzanan, en tepeyi de en dibi de görmüş kişisel ve profesyonel hayatını konu alıyor. Ancak bildiğiniz anlamda bir biyografik film değil bu: Kendisini “sahneye çıkan bir şempanze” olarak tanımlayan Williams’ı filmde CGI yardımıyla yaratılmış bir şempanze canlandırıyor. Hikâyenin anlatıcılığını ise Robbie Williams’ın kendi üst sesi üstleniyor.
Bu tercihleriyle klasik biyografik filmlerin tarihî gerçeklere dayanma, ele aldığı karakteri objektif bir bakış açısıyla yansıtma iddiasından uzak duran Better Man şöhrete, zenginliğe, yabacılaşmaya ve yalnızlığa dair özgür ve alaycı bir deneme.
Peki sinema tarihine dönüp baktığımızda karşımıza biyografik film türünün kodlarıyla oynayan başka hangi filmler çıkıyor? Hazırladığımız listede gezinerek siz de beklentilerinizi sürekli boşa çıkaracak, anlatım yapısı ya da estetik yaklaşımıyla sizi sürekli şaşırtacak biyografik filmler hakkında bilgi edinebilirsiniz.
The Color of Pomegranates (1969)
Sergei Parajanov’un başyapıtı The Color of Pomegranates (1969), Ermeni ozan Artin Sayadyan’ın (Yani Sayat Nova’nın) sanatsal ve ruhsal yolculuğunun dönüm noktalarını, her biri nakış gibi işlenmiş birer tabloyu andıran muhteşem kadrajlar eşliğinde aktarır. Klasik anlamda bir biyografi sunmak yerine seyircinin yaşayacağı duyusal deneyime odaklanan Parajanov, Ermeni halk kültüründen, müziğinden, dinler tarihinden, mitolojiden beslenerek Sayat Nova’nın subjektif bir portresini çıkarır. Çekildiği dönemde Sovyetler Birliği sinemasında hakim anlayış olan toplumsal gerçekçi anlayışı toptan reddeden Parajanov, farklı sanat dallarını iç içe geçiren görsel bir şiire imza atar. Anlaşılmaktan ziyade hissedilmesi gereken filmlerden biri olan The Color of Pomegranates, sinema tarihinin en kendine özgü, en deneysel biyografilerinden biridir.
Lisztomania (1975)
Ken Russell’ın yazıp yönettiği Lisztomania (1975), 19. yüzyılda yaşamış Macar besteci ve piyano virtüözü Franz Liszt’in hayatını bir rock opera olarak yeniden hayal eder. Başrolünü The Who grubunun vokalisti Roger Daltrey’nin üstlendiği film, Liszt’in müzikal kariyerini, kazandığı inanılmaz şöhreti, romantik ilişkilerini ve yaşamının ilerleyen yıllarında dine dönmesini çılgın bir tempoyla, fantastik sahneler eşliğinde resmeder. Böylece 1970’lerdeki popülarite kavramı ile bu kavramın 19. yüzyıldaki karşılığını iç içe geçiren filmde Russell, başka filmlerinde de yaptığı üzere olay örgüsünü rüyaların gerçeküstü mantığı üzerine kurar ve tüm filmi sürrealist bir maceraya dönüştürür. Yönetmen Batı toplumunun kurumlarını topa tutmaktan da geri durmaz: Kilise de, faşist ideoloji de, klasik müzik camiasının elitizmi de yönetmenin keskin alaycılığının hedefi olmaktan kurtulamaz. Lisztomania, dizginsiz bir müzik biyografisi izlemek isteyenler için ideal bir seçim.
Mishima: A Life in Four Chapters (1985)
Paul Schrader imzalı Mishima: A Life in Four Chapters (1985), Japonya tarihinin en tartışmalı figürlerinden yazar ve siyasetçi Yukio Mishima’nın yaşamını ve eserlerini bir potada eriten cüretkâr bir denemedir. Film üç ayrı anlatı çizgisini takip eder: Mishima’nın hayatının dönüm noktalarına dair epizotlar, romanlarından sahnelerin stilize, teatral canlandırmaları ve 1970 yılında bir grup müridiyle birlikte giriştiği darbe girişimi ve sonrasındaki intiharı... Schrader gerek biçimsel açıdan gerekse duygusal anlamda birbirinden çok farklı olan bu üç parça arasında gidip gelerek Mishima’nın psikolojik durumuna, dünya görüşüne, sanat ve siyaset hakkındaki fikirlerine dair bütünlüklü bir portre çıkarır. Film hem yalnız ve küskün bir adamın ruhunun derinliklerine iner, hem güzellik ve ölüm gibi kavramlarla ilgili felsefi sorgulamalara girer, hem de dönemin Japonya toplumuna dair gözlemlerde bulunur. Son olarak, Mishima: A Life in Four Chapters’ı şu anda MUBI Türkiye’de izleyebileceğinizi de hatırlatalım.
Caravaggio (1986)
Derek Jarman’ın Caravaggio’su (1986), 17. yüzyılda yaşamış İtalyan ressam Michelangelo Merisi da Caravaggio’ya odaklanır. Ressamın gençlik yıllarından bir sanatçı olarak yükseliş ve düşüşüne uzanan filmde Jarman, Caravaggio’yu toplumun ikiyüzlülüğüne uyum sağlamakta zorlanan, ilişkilerinde mutsuz bir sanatçı olarak resmeder. Yönetmen, Caravaggio’yla ilgili tarihsel bilgileri aktarmaktan ziyade, sanatçının eserlerinde üzerinde durduğu arzu, şiddet gibi kavramları anlatısına yedirir ve alternatif bir gerçeklik kurar. Anakronistik estetiği Caravaggio’nun sanatının güncelliğini bugün dahi koruduğunu vurgulamak için kullanan film AIDS krizinin özellikle kuir topluluğunu derinden etkilediği bir dönemde çekilmiştir ve 80’lerin İngiltere’sinde eşcinsellerin maruz kaldığı baskı ve sansüre de bir başkaldırıdır. Caravaggio, hem kuir sinemanın hem de sanatçı biyografisi türünün en özgün örneklerinden biridir.
Thirty Two Short Films About Glenn Gould (1993)
François Girard’ın yönettiği Thirty Two Short Films About Glenn Gould (1993), özellikle Bach yorumlarıyla dünya çapında şöhrete ulaşan Kanadalı piyanist Glenn Gould’a dair özgün ve şiirsel bir biyografidir. Adını Gould’un 32 tanesini icra ettiği Goldberg Varyasyonları’ndan alan film, kahramanının hayatından 32 fragmanı bir araya getirir. Bu 32 kısa film, Gould’un sıradışı kişiliğini, dehasını, sanatsal bakış açısını ve iç dünyasını gözler önüne seren etraflı bir portre çıkarır ortaya. Kurmaca anlatısını belgesel unsurlarıyla ve animasyon sekanslarıyla iç içe geçiren ve biçimsel yenilikçiliğiyle dikkat çeken Thirty Two Short Films About Glenn Gould, özellikle klasik müzik severlerin etkisinden kolay kolay kurtulamayacakları benzersiz bir filmdir.
American Splendor (2003)
Harvey Pekar’ın aynı adlı otobiyografik çizgi romanından Shari Springer Berman ve Robert Pulcini’nin uyarladığı American Splendor (2003), Pekar’ın sıradan bir insandan ABD’nin en ünlü çizerlerinden birine dönüşme sürecini anlatır. Ancak tipik bir başarı bir öyküsü değildir bu: Sıkıcı bir memuriyette dirsek çürüten Harvey Pekar otobiyografik çizgi roman serisiyle kendine beklenmedik bir hayran kitlesi edinse de huysuzluğundan ve aksiliğinden bir şey yitirmez, zira bu filmde şöhret gündelik hayatın sıradanlığını ve sıkıcılığını sekteye uğratacak bir dramatik etkiye sahip değildir. Çizgi roman estetiğini yaratıcı bir yaklaşımla perdeye taşıyan, karakterlerin doğrudan seyirciye hitap ettiği sahnelerle “dördüncü duvarı yıkan” American Splendor, biçimsel açıdan da heyecan verici bir yapımdır. Filmde Harvey Pekar’ın röportaj üslubunda çekilmiş sekanslarla hikâyeye dahil olması da gerçek ile kurmaca arasındaki sınırları bulandırır. En İyi Uyarlama Senaryo dalında Oscar’a aday gösterilen filmde Paul Giamatti neredeyse bir anti kahraman denilebilecek Pekar’ın halet-i ruhiyesini kusursuz bir performansla seyirciye aktarır.
Marie Antoinette (2006)
Sofia Coppola imzalı Marie Antoinette (2006) tarihin ve popüler kültürün en tartışmalı figürlerinden Marie Antoinette’in 14 yaşında XVI. Louis’yle evlendirilmesinden 19 yaşında Fransa Kraliçesi olmasına, iktidarının şaşaalı günlerinden Fransız Devrimi’yle tahttan indirilmesine ve idamına uzanan hayatını mercek altına alır. Coppola, Marie Antoinette’in yaşamı üzerinden Fransa’ya ve siyasi tarihe dair yorumlar yapmak yerine kahramanının psikolojisine ve duygusal dünyasına bakmayı tercih eder, saray yaşantısının görkemini ve sıkıcılığını perdeye aktarır, Marie Antoinette’i büyüme sancılarıyla boğuşan, aşkı ve mutluluğu arayan sıradan bir genç kadın olarak resmeder. Rengârenk görselliğiyle izleyiciyi büyüleyen film, anakronistik kostümleriyle ve 80’lerin New Wave müziklerini kullanmasıyla da bir biyografik yapımdan beklenen tarihsel gerçekçiliği toptan reddeder. Epik kostümlü dramaların kalıplarından sıkıldıysanız Marie Antoinette’in size taptaze bir perspektif sunacağından emin olabilirsiniz.
I’m Not There (2007)
Todd Haynes’in Bob Dylan biyografisi I'm Not There (2007), efsanevi folk şarkıcısının hayatının ve sanatının farklı aşamalarını temsil eden altı farklı karakter ve altı farklı hikâye çizgisini takip eder. Christian Bale, Cate Blanchett, Heath Ledger, Ben Whishaw, Richard Gere ve Marcus Carl Franklin’in canlandırdığı “Dylan”lar arasındaki farklılık ve çelişkiler, sanatçının akışkan kimliğinin altını çizer. Kronolojik bir akış benimsemek yerine parçalı bir anlatıyı benimseyen film, böylelikle Dylan’ın yıllar içinde kendini defalarca yeniden tanımlamasını, bir sanatçı olarak geçirdiği dönüşümü, hayatındaki ve şarkı sözlerindeki çelişkileri aynalar. Altı farklı Dylan’ın hikâye arklarını farklı sinematik türlerle referanslarla, farklı üsluplarla ele alan I’m Not There, Dylan’ın kendisinden ziyade onun popüler kültürdeki imgesiyle, kamuoyu tarafından algılanışıyla ilgilenir. Müzikal biyografinin tüm konvansiyonlarını yerle bir eden film, türü âdeta yeni baştan tanımlamıştır.
Bronson (2008)
Nicolas Winding Refn’in iddialı ve gösterişli filmografisi içinde kısmen gölgede kalmış bir filmdir Bronson (2008). “İngiltere’nin en vahşi mahkûmu” Charles Bronson’ın sokaklarla hapishane arasında sürekli bir gelgitten oluşan hayatını teatral bir performansa dönüştürür Bronson. Yönetmenin enerjik bir kurgu ve neredeyse parodik bir üslupla aktardığı sayısız şiddet sahnesinin arasında, başkarakter güvenilmez anlatıcı rolünü üstlenerek tiyatro sahnesinden izleyiciye seslenir. Tam olarak ne yaşandığıyla hiç ilgilenmeyen Nicolas Winding Refn gerçekliğin eğilip büküldüğü bir anlatı yapısı kurar. Tom Hardy’nin muazzam fiziksel performansının da katkısıyla Bronson öfke, isyan ve akıl hastalığı üzerine yapılmış en kabına sığmayan, en sert ve en komik filmlerden biri haline gelir.
Jackie (2016)
Pablo Larraín’in Jackie’si (2016), ABD Başkanı John F. Kennedy’nin öldürülmesini takip eden süreçte Jackie Kennedy’nin yaşadıklarını, hissettiklerini, hatırladıklarını zamanda sıçramalarla, parçalı bir anlatı yapısı içinde aktararak yasın resmini çeker. Eşini kaybetmenin şokunu yaşayan Jackie, aynı zamanda Amerikan kamuoyunun kendisinden beklediği rolü oynamaya çalışmaktadır. Hüzünlü tonuyla, psikolojik derinliğiyle, insanı içine çeken atmosferiyle öne çıkan Jackie’de Natalie Portman da duygusal kuvveti yüksek bir performans ortaya koyar. Kahramanının hayatından kısa ve yoğun bir kesite odaklanan film, böylece tarihsel bir figürü farklı boyutlarıyla anlatmak yerine şöhretin, yasın ve travmanın izlerini araştıran bir psikolojik inceleme niteliği kazanır. Mica Levi’nin yaylı çalgılara ağırlık veren unutulmaz müzikleri de filmin atmosferinde büyük pay sahibidir. Jackie’yi Apple TV+’da kiralayarak ya da TV+’a abone olarak izleyebilirsiniz.
En Yaratıcı Biyografik Yapımları Türkiye’de Çevrimiçi İzleyin
Sinema tarihinin en yaratıcı biyografik yapımlarını Türkiye’de nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız streaming platformlarıyla ilgili güncel verilerimize bakabilir, hangi yapımların kiralama, satın alma ve abonelik seçenekleriyle izlenebildiğini öğrenebilirsiniz.