Adam Sandler’ın 90’lı yıllardaki en popüler komedilerinden Happy Gilmore’un (1996) devam filmi Happy Gilmore 2 (2025) geçtiğimiz günlerde Netflix’te izleyiciyle buluştu. Sandler’ın küfürbaz, öfkeli, ama altın yürekli kahramanı ekranlara dönerken biz de sinema tarihinde bir gezintiye çıkıyor ve sporun rekabetçi ruhunu perdeye taşırken izleyiciyi kahkahalara boğan en güzel spor komedilerinden bir seçkiyi sizlerle paylaşıyoruz. Hangi spor komedisini hangi platformdan izleyebileceğinizi merak ediyorsanız JustWatch’ın hazırladığı bu liste tam size göre.
Slap Shot (1977)
Butch Cassidy and the Sundance Kid (1969) ve The Sting (1973) gibi Yeni Hollywood klasiklerinin yönetmeni George Roy Hill’in imzasını taşıyan Slap Shot (1977), buz hokeyinin sert, acımasız dünyasında geçer. Başarısız bir hokey takımını yeniden rekabetçi kılmaya çalışan oyuncu-antrenör Reggie Dunlop’ı merkezine alan film, soyunma odasındaki çatışmalardan küfür ve hakaret dolu takım içi ilişkilere, sahadaki taktiksel mücadeleden fizikselliğin sınırlarını zorlayan maç içi kavgalarına, buz hokeyinin bütünlüklü bir portresini çıkarır. Yer yer ofansif mizahın alanına da giren Slap Shot, elini korkak alıştırmayan bakış açısıyla zaman içinde kült statüsü kazanmış bir komedidir. Filmin en büyük artılarından biri de, o güne kadar canlandırdığı soğukkanlı, karizmatik kahramanlarla tanınan Paul Newman’ın hayat verdiği kaba, düzenbaz, saldırgan Reggie karakteridir.
Caddyshack (1980)
80’ler Amerikan komedi sinemasının mihenk taşlarından Caddyshack (1980), elit bir golf kulübünü mesken tutar ve birbirinden tuhaf karakterler arasında geçen komik olayları takip eder. Burnundan kıl aldırmayan zengin üyeler, beceriksiz golf meraklıları, tek derdi golf oynamak olan kendi halinde çulsuz bir sporcu, kafayı golf sahasındaki köstebeği öldürmekle bozan bir bahçıvan… Dağınık yapısını bir avantaja çeviren Harold Ramis imzalı Caddyshack, golf sporuna içkin elitizmi ve kuralcılığı ti’ye alır. Chevy Chase, Bill Murray ve Rodney Dangerfield ve Ted Knight gibi farklı kuşaklardan komedi dehalarını bir araya getiren film spor komedisi türüne bakışı değiştirmiş, kendinden sonra gelecek pek çok yapıma ilham vermiştir.
Bull Durham (1988)
Kendisi de bir dönem alt liglerde beyzbol oynamış olan Ron Shelton’ın yazıp yönettiği Bull Durham (1988), Amerikan sinemasının en sevilen spor filmlerinin başında gelir. Kariyerinin sonbaharındaki Crash, her yıl bir oyuncuyu seçip onunla aşk yaşamayı âdet edinmiş beyzbol hayranı Annie ve yarım akıllı beyzbolcu Nuke arasındaki aşk üçgenine odaklanan film, zaferden ziyade hayal kırıklığını, şampiyonluklardan ziyade sporcuların şehirden şehire sürüklenişini anlatmasıyla, spor filmlerinin aynı zamanda romantik ve şiirsel olabileceğini geniş kitlelere kanıtlamış bir filmdir. Bull Durham’ı unutulmaz kılan unsurlardan bir diğeri de hiç kuşkusuz, başrollerdeki Kevin Costner, Susan Sarandon ve Tim Robbins’in arasındaki uyumdur.
Major League (1989)
Yıllardır başarısız olan beyzbol takımı Cleveland Indians’ın yeni sahibi Rachel Phelps, seyirci sayılarını düşürmek, bu durumu bahane ederek de kulübü Cleveland’dan Miami’ye taşımak istemektedir. Bu amaçla Phelps, kadroyu birbirinden kötü oyuncularla doldurur. Ancak oyuncular bu tavra isyan eder ve ellerinden gelen her şeyi ortaya koyarak maçlarını kazanmaya başlar. Dönemin Tom Berenger, Charlie Sheen ve Wesley Snipes gibi yıldızlarını bir araya getiren Major League (1989), tipik bir underdog hikâyesi anlatır. Kaba bir mizah anlayışını spor sevgisiyle ve rekabetçiliğin heyecanıyla bir araya getiren filmin başarısı, iki devam filminin daha yapılmasına yol açacaktır.
White Men Can’t Jump (1992)
Ron Shleton imzalı White Men Can’t Jump (1992), güçlerini birleştirerek sokak basketbolundan para kazanmaya çalışan Los Angeleslı iki genç adama odaklanır. Sidney ve Billy arasında ego çatışması ve rekabetle başlayıp dostluğa evrilen ilişki, tüm komikliğine rağmen duygusal bir derinlik de taşır. Basketbol sahnelerini ikna edici bir gerçekçilik ve heyecan verici bir dramatik yapı içinde resmeden film, bir yandan da Amerikan toplumundaki sınıf ayrımına, ırkçılığa, kültür çatışmasına dair keskin gözlemlerde bulunur. Sokak basketbolunun ham enerjisini başarıyla işleyen filmin en güçlü yanlarından biri de, başrolleri üstlenen Wesley Snipes ve Woody Harrelson arasındaki muhteşem uyumdur. Kendisinden sonra çekilen pek çok “iki kafadar” komedisine ilham veren White Men Can’t Jump, bugün hâlâ 90’lı yılların en sevilen spor komedilerinden biridir.
A League of Their Own (1992)
ABD’de İkinci Dünya Savaşı sırasında kurulan Kadınlar Beyzbol Ligi’nin gerçek öyküsünü temel alan A League of Their Own (1992), Geena Davis, Lori Petty, Tom Hanks, Madonna ve Rosie O'Donnell gibi yıldızları bir araya getirir. Kadınlar Ligi erkek oyuncuların çoğu askerlik görevini yaptığı için kurulmuştur ve kadın oyuncular bir yandan sportif yetkinliklerini kanıtlamaya çalışırken bir yandan da kadınların sahada etek giymesini zorunlu kılan cinsiyetçiliğe karşı mücadele etmek zorunda kalırlar. Dostluk, rekabet, kişisel gelişim gibi temalar etrafında gezinen film, komik olduğu kadar duygusal bir hikâye anlatır. Karakterlerini derinlemesine işlerken maç sahnelerini heyecan yüklü bir tempoyla anlatan A League of Their Own, halen tüm zamanların en yüksek gişe başarısı kazanan beyzbol filmi unvanının da sahibidir.
Happy Gilmore (1996)
Adam Sandler’ın 90’lı yıllardaki en sevilen filmlerinden Happy Gilmore (1996), büyükannesinin bakımevine yatırılmasını engellemek için golfe başlayan ve kazandığı başarıyla spor camiasında şok etkisi yaratan eski hokey oyuncusu Happy’ye odaklanır. Dennis Dugan imzalı film, kazanması beklenmeyen sporcunun zafere uzanan yolculuğunu anlatmasıyla tipik spor filmi anlatısını takip eder ama bu yolculuğun her ânı absürd sürprizlerle bezelidir. Golf gibi üst sınıflarla özdeşleşmiş, yavaş tempolu bir sporu kavga dövüşü bol, küfür kıyamet bir anlatıya yedirmesiyle izleyiciyi şaşırtan Happy Gilmore’da Adam Sandler da öfke patlamalarından mustarip, kabına sığmayan, çocuksu bir adamı canlandırır. Ancak filmi güçlü kılan unsur, tüm bu hır gürün altında, duygusal ve kırılgan bir özünün de olmasıdır.
Kingpin (1996)
İlk filmleri Dumb and Dumber’la (1994) beklenmedik bir çıkış yapan Farrelly Kardeşler’in ikinci filmi Kingpin (1996), yönetmenlerin imzası niteliğindeki, tiksinçliğin sınırlarında gezinen kara mizah anlayışıyla öne çıkar. Kaza sonucu elini kaybeden profesyonel eski bowlingci Roy Munson ile şans eseri keşfettiği ham yetenek Ishmael’e odaklanan film, bir spor olarak çok da dikkate alınmayan bowlingi büyük bir ciddiyetle işlerken bir yandan da absürd mizahıyla ortaya spor filmi konvansiyonlarını yerle bir eden benzersiz bir sonuç çıkarır. Başrollerdeki Woody Harrelson ve Randy Quaid’e formunun zirvesindeki bir Bill Murray’nin eşlik ettiği film vizyona ilk girdiğinde fazla ilgi görmemiş, ancak yıllar içinde kült statüsü kazanmıştır.
Bend It Like Beckham (2002)
2000’li yılların başlarının en sevilen spor komedilerinden biri de, erkeklerin hakimiyetindeki futbol ortamında başarılı olmayı kafaya koymuş iki genç kadının hikâyesini anlatan Bend It Like Beckham’dır (2002). Londra’da geçen filmde yerel kadınlar futbol takımının forveti Jules, Sih cemaati mensubu olduğu için futbol oynaması ailesi tarafından onaylanmayan Jess’i takıma katılmaya ikna eder. İki kadın rakip takımların yanı sıra cinsiyetçiliğe, muhafazakârlığa ve ırkçılığa karşı da mücadele etmek zorunda kalacaklardır. Yönetmeliğini Gurinder Chadha’nın üstlendiği film spor anlatısını büyüme hikâyesi ve ilk aşkla süsleyerek izleyicinin kalbini çalarken genç oyuncuları Parminder Nagra ve Keira Knightley’yi de geniş kitlelere tanıtmıştı.
Win Win (2011)
Tom McCarthy’nin En İyi Film Oscar’ı kazanan Spotlight’tan (2015) birkaç yıl önce yazıp yönettiği Win Win (2011), özel hayatı da profesyonel kariyeri de yokuş aşağı giden avukat Mike Flaherty’nin (Paul Giamatti), yan iş olarak bir lisede güreş antrenörlüğüne başlamasını konu alır. Bir gün okul takımına çok yetenekli genç bir güreşçinin katılması, Mike’ın yaşam enerjisini tekrar kazanmasını sağlayacaktır. Hırs, çalışkanlık, kazanma azmi gibi spor filmlerinin olmazsa olmaz temalarını kuvvetli bir duygusal çekirdek etrafında işleyen Win Win, nihayetinde tek hedefin kazanmak olmadığını, sporun gerektirdiği adanmışlığın insanın bireysel gelişimine yaptığı katkının, hayattaki sorunları aşma konusunda insana verdiği gücün de bir o kadar önemli olduğunu hatırlatan bir komedi-dramdır.
Happy Gilmore’u ve en komik 10 spor filmini Türkiye’den çevrimiçi izleyin
Sinema tarihinin en güzel spor komedilerini Türkiye’de nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız streaming platformlarıyla ilgili güncel verilerimize bakabilir, hangi filmin kiralama, satın alma ve abonelik seçenekleriyle izlenebildiğini öğrenebilirsiniz.