Sinemada her türlü “en iyiler” listesi tartışmaya açıktır muhakkak. Hele de “21. Yüzyılın En İyi Filmleri” gibi çerçevesi son derece geniş bir başlığı 15 filmle sınırlamak imkânsız bir görev. 2000’li yılların en iyi filmlerinden pek çoğuna yer veremediğimiz listemizde kimi kazandığı eleştirel beğeniyle, kimi edindiği gişe başarıyla, kimi de endüstri içinde sinemaya bakışı değiştirme konusundaki etkisiyle dikkat çeken filmleri bir araya getirdik. Siz de “21. Yüzyılın En İyi 15 Filmini İzleme Rehberi”yle en sevdiğiniz filmleri yeniden ziyaret edebilir, henüz görmediğiniz filmler varsa onları izleme listenizin en tepesine yerleştirebilirsiniz.
In the Mood for Love (2000)
Wong Kar-wai’nin en sevilen filmlerinden In the Mood for Love (2000), 1960’lı yılların Hong Kong’unda geçen bir platonik aşk hikâyesi anlatır. İkisi de başkalarıyla evli olan gazeteci Chow Mo-Wan ile sekreter Su Li-zhen, eşlerinin birbirleriyle ilişki yaşadığını öğrenir, şaşkın ve üzgün oldukları bu süreçte birbirlerine destek olurlar. Aralarındaki yakınlaşma, giderek aşka dönüşmeye başlayacaktır. Duyguların sürekli kontrol altında tutulduğu, sözlerin çoğu zaman dile getirilemediği bir dünyayı incelikli bir anlatımla ele alan In the Mood for Love yapım tasarımıyla, renk kullanımıyla ve Christopher Doyle imzalı görüntü yönetimiyle kalpleri kazanmış, sinema tarihinin en güzel aşk filmleri arasına adını yazdırmıştır. Filmi unutulmaz kılan unsurlardan biri de hiç kuşkusuz Tony Leung-Maggie Cheung ikilisinin muhteşem uyumudur.
Mulholland Drive (2001)
Şöhret olma hayalleriyle Hollywood’a gelen genç bir oyuncu adayının karanlık yolculuğuna odaklanan Mulholland Drive (2001), daha önce defalarca anlatılmış bir hikâyeyi benzersiz anlatımıyla âdeta bir gizeme, bir muammaya dönüştürür. Acımasız gerçekleri uçsuz bucaksız düşler ve fantezilerle harmanlayan David Lynch, hemen hemen tüm filmlerinde olduğu gibi yine izleyicinin içinde kaybolacağı bir labirent tasarlar. Kimlik, aidiyet, arzu gibi kavramlar etrafında dolaşırken düşler sahnesi Hollywood’u giderek kâbusların beşiğine dönüştüren film, bugüne kadar sinema üzerine yapılmış en büyüleyici filmlerden de biridir. Naomi Watts’ı bir anda büyük bir yıldıza dönüştüren Mulholland Drive Cannes’da David Lynch’e En İyi Yönetmen ödülünü kazandırmış, BBC Culture tarafından 2016 yılında 21. yüzyılın en iyi filmi seçilmiştir.
The Lord of the Rings: The Return of the King (2003)
Sinema tarihinin en görkemli yapımlarından The Lord of the Rings üçlemesinin son halkası The Lord of the Rings: The Return of the King (2003), Frodo, Aragorn ve arkadaşlarının epik yolculuğunu muhteşem bir finalle nihayete erdirir. Toplamda 12 saate yaklaşan, çok farklı yan hikâyeleri bir araya getiren anlatısını tutarlı bir biçimde sunan üçleme, son filmde bu iddianın altından başarıyla kalkar ve duygusal açıdan tatmin edici, Tolkien’in eserine sadık bir final yapar. En İyi Film ve En İyi Yönetmen dahil 11 Oscar ödülü kazanarak en çok ödül kazanan film rekoruna ortak olan The Return of the King, dünya çapında 1 milyar doları aşan hasılatıyla da tüm zamanların en çok gişe yapan filmlerinden biri olur. Yapım tasarımıyla ve dijital efektleriyle de çığır açan film, elde ettiği başarıyla fantastik sinemaya yönelik bakışı kökünden değiştirmiştir.
Eternal Sunshine of the Spotless Mind (2004)
Charlie Kaufman imzalı senaryodan Michel Gondry’nin perdeye aktardığı Eternal Sunshine of the Spotless Mind (2004), o güne kadar benzeri görülmemiş bir aşk/bilimkurgu hikâyesi anlatır. Ayrıldıktan sonra birbirini hafızasından sildiren iki sevgilinin kalp kırıklığı ve acı yüklü öyküsünü tasarlarken karakterlerine muazzam bir şefkatle yaklaşan Gondry, bir yandan da izleyiciyi yaratıcı görsel buluşlarla, oyunbaz tekniklerle sürekli şaşırtır. Filmin duygusal kuvvetinin temelinde ise elbette Jim Carrey-Kate Winslet ikilisinin harika performansları yatmaktadır. En İyi Özgün Senaryo dalında Oscar kazanan Eternal Sunshine of the Spotless Mind, bir kuşak için aşk filmi denildiğinde akla ilk gelen yapımlardan biridir.
Caché (2005)
Michael Haneke imzalı Caché (2005) sömürgeciliğin mirasına, geçmişin yüzleşilmemiş hayaletlerine ve Avrupa burjuvazisinin ikiyüzlülüğüne dair yapılmış en keskin, en çarpıcı filmlerden biridir. Filmin bugününde izlenme üzerinden tekinsiz bir atmosfer kuran ve seyirciyi sürekli diken üstünde tutan Haneke, hikâye ilerledikçe 1961 yılında Paris’te on binlerce Cezayirlinin katledildiği kanlı olaya ve bu olayın politik ve duygusal sonuçlarına odaklanır. İzleyiciye kendisinin de tüm bu katliamlarda suç ortağı olduğunu hatırlatarak Batı’nın vicdanına hançer saplayan Caché, Cannes Film Festivali’nde En İyi Yönetmen ödülü kazanan Haneke’nin bugün hâlâ en tartışmalı, en sarsıcı filmlerinden biridir.
There Will Be Blood (2007)
Adını Amerikan bağımsız sinemasının yükselen yıldızları arasına çoktan yazdırmış olan Paul Thomas Anderson’ın 2007’de imza attığı There Will Be Blood, Amerikan Rüyası’na, kapitalist ideolojiye ve başarı hırsına dair görkemli bir masaldır. Upton Sinclair’ın Oil! adlı romanını temel alan film petrol, para ve iktidar peşinde kendini kaybeden Daniel Plainview’un yükselişini ve çöküşünü merkezine alır. Daniel Day-Lewis’in kariyerinin en kuvvetli performanslarından birine imza attığı There Will Be Blood’ın Jonny Greenwood imzalı müzikleri ve Robert Elswit’in ihtişamlı görüntü yönetimi de filmi unutulmaz kılar. Kimi eleştirmenlerin Paul Thomas Anderson’ı Stanley Kubrick’le karşılaştırmasını abartılı bulabilirsiniz ama There Will Be Blood’ın tetiklediği sinema coşkusuna kayıtsız kalmak imkânsızdır.
No Country for Old Men (2007)
Joel ve Ethan Coen’in western, gerilim, polisiye türlerini iç içe geçiren başyapıtı No Country for Old Men, ters giden bir uyuşturucu alışverişinden geriye kalmış yüklü parayı cebe atmaya karar veren bir adamın, onu yakalayıp parayı geri almakla görevlendirilen acımasız bir katilin ve olayı takip eden efkârlı kasaba şerifinin iç içe geçen öykülerini anlatır. Şiddet, kader, kötülüğün doğası, değişen dünyayla değişen ahlaki değerler gibi tipik Coen Biraderler temalarını karamsar bir yaklaşımla ele alan film, gerilim duygusunu baştan sona ayakta tutmayı başarır. No Country for Old Men ayrıca sinema tarihine efsanevi bir kötü adam armağan etmiştir: Javier Bardem’in canlandırdığı, kendine özgü etik anlayışıyla ani ve soğukkanlı cinayetler işleyen Anton Chigurh. Sekiz dalda Oscar’a aday gösterilen film, En İyi Film ve En İyi Yönetmen dahil dört dalda ödüle uzanmıştır.
Zodiac (2007)
David Fincher imzalı Zodiac (2007), San Francisco Körfezi çevresinde 1960’lı ve 70’li yıllarda yaşanan Zodiac cinayetlerinden esinlenir. Gizemli seri katile kafayı takan ve tüm hayatını onun kimliğini ortaya çıkarmaya adayan bir gazeteci, bir çizer ve bir polis dedektifini takip eden film, yıllara yayılan öyküsünü kahramanlarının psikolojik durumlarına, aile dinamiklerine ve toplumsal arka planlarına dikkatle ve şefkatle bakmanın bahanesi olarak kullanır. Katilin bir türlü yakalanamaması ve olayın aydınlatılamaması, filmin karakterlerini giderek saplantı ve paranoyaya doğru çeker. Jake Gyllenhaal, Robert Downey Jr. ve Mark Ruffalo’nun son derece ölçülü performanslar sergilediği Zodiac’ın suç filmi türünde çığır açtığını söylemek yanlış olmaz.
Avatar (2009)
Titanic’le (1997) sinema tarihinin en görkemli eserlerinden birine imza atan ve kırılmadık rekor bırakmayan James Cameron, on iki yıl sonra Avatar’la (2009) yine iddialı bir adımla izleyici karşısına çıktı. 22. yüzyılın ortalarında, Na’vi halkının yaşadığı Pandora gezegeninde geçen bu bilimkurgu, yarı felçli deniz piyadesi Jake Sully’nin bir “avatar” beden içinde yerli halkla iletişim kurmaya başlamasından hareket eder. Jake burada Neytiri adında bir kadına âşık olacak, yerel halkla kaynaştıkça ordusuna ve insanlığa bağlılığını sorgulamaya başlayacaktır. Sömürgecilik, kimlik ve çevre duyarlılığı gibi temaları işleyen Avatar’ın esas alamet-i farikası ise şüphesiz görsel yetkinliğidir. 3D sinemaya ve hareket yakalama tekniğine eşik atlatan film, sinema tarihinin o güne kadar en yüksek gişe hasılatı elde eden filmi olur ve kendisinden sonra gelecek gişe filmleri için de farklı bir kulvar açar.
Bir Zamanlar Anadolu'da (2011)
Nuri Bilge Ceylan Cannes’da Kış Uykusu’yla (2014) Altın Palmiye, Üç Maymun’la (2008) En İyi Yönetmen ödülünü kazandı ama filmografisinin en kuvvetli halkası halen 2011 yapımı Bir Zamanlar Anadolu’da. Bir cinayet soruşturması boyunca izleyiciyi katil zanlısı ve beraberindeki bir grup resmî görevli eşliğinde İç Anadolu’nun çorak topraklarında gezdiren film, bir yandan Türkiye’nin adalet sistemine dair keskin gözlemlerde bulunurken bir yandan da ahlak, vicdan, adalet gibi kavramlar üzerine evrensel sorgulamalara girişir. Senaryosu Ercan Kesal’ın taşradaki doktorluk yıllarında yaşadıklarından beslenen film, iki buçuk saati aşkın süresi boyunca şiirsel anlatımı ve etkileyici görsel dünyasıyla izleyiciyi âdeta koltuğuna mıhlar. Bir Zamanlar Anadolu’da, pek çoklarına göre Türkiye sinema tarihinin de en iyi filmlerinden biridir.
Mad Max: Fury Road (2015)
Avustralyalı yönetmen George Miller’ın otuz yıllık bir aradan sonra geri döndüğü efsanevi Mad Max serisinin dördüncü filmi Mad Max: Fury Road (2015), kıyamet sonrası bir dünyada hayatta kalma mücadelesi veren Mad Max’in ve bir grup kadınla birlikte zalim Immortan Joe’ya başkaldıran Furiosa’nın macerasını anlatır. Başrollerini Charlize Theron, Tom Hardy ve Nicholas Hoult’un paylaştığı film bitmek bilmeyen enerjisiyle, hiç düşmeyen temposuyla, politik alt metniyle ve feminist perspektifiyle aksiyon sinemasını âdeta baştan tanımlamıştır. Tüm dünyada eleştirmenlerin beğenisini kazanan film, on dalda Oscar’a aday olmuş, En İyi Kurgu ve En İyi Yapım Tasarımı dahil altı dalda heykelciğin sahibi olmuştur.
The Favourite (2018)
Özellikle Dogtooth (2009) ve The Lobster (2015) filmleriyle adını uluslararası arenada duyuran Yorgos Lanthimos, 2018 yapımı The Favourite’in büyük başarısıyla birlikte Hollywood’un tanınmış simalarından biri haline geldi. 18. yüzyıl İngiltere’sinde geçen ve saray entrikalarına odaklanan film, Emma Stone ve Rachel Weisz’ın canlandırdığı karakterlerin Kraliçe Anne’i (Olivia Colman) manipüle etme ve iktidarı ele geçirme mücadelesini absürd bir yaklaşımla, keskin bir kara komedi anlayışıyla ele alıyordu. Aynı zamanda uzun yıllara yayılacak Lanthimos-Emma Stone işbirliğinin de ilk adımı olan The Favourite on dalda Oscar’a aday olmuş, Olivia Colman’ın En İyi Kadın Oyuncu ödülüne uzanmasını sağlamıştı.
Parasite (2019)
Memories of Murder (2003) ve The Host (2006) gibi farklı türleri iç içe geçiren filmleriyle 2000’li yılların başında sinefillerin favori yönetmenleri arasına giren Güney Koreli yönetmen Bong Joon-ho, 2019 yapımı Parasite’la bir anda tüm dünyanın gündemine oturdu. Seul’un kenar mahallelerinden birinde yaşayan yoksul bir ailenin yavaş yavaş zengin bir ailenin malikanesine sızmasını ve ardından gelişen olayları anlatan filmde Bong sınıf çatışması etrafında aile draması, psikolojik gerilim ve kara komedi türlerini harmanlar. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye kazanan, tüm dünyada önemli bir gişe başarısı elde eden Parasite, İngilizce olmadığı halde En İyi Film Oscar’ı kazanan ilk film unvanıyla da sinema endüstrisinde büyük bir değişimin öncüsü oldu.
Portrait of a Lady on Fire (2019)
Tomboy (2011) ve Girlhood (2014) filmleriyle iyi bir çıkış yapan Céline Sciamma’nın dördüncü uzun metrajı Portrait of a Lady on Fire, hemen herkesi etkisi altına aldığı Cannes Film Festivali’nde En İyi Senaryo ve Kuir Palmiye ödüllerinin sahibi oldu. 18. yüzyıl Fransa’sında geçen film, dünyadan yalıtılmış bir şekilde yaşayan aristokrat bir genç kadın ile onun portresini çizmesi için işe alınan ressam arasında hızla alevlenen aşkı konu ediniyor. İki kadın arasındaki aşkı, arzuyu ve cinselliği resmederken kadın bakışından ödün vermeyen, şiirsel anlatımı ve görüntü yönetimiyle izleyiciyi etkisi altına alan Portrait of a Lady on Fire, kuşkusuz son yılların en güçlü ve en yürek burkan aşk hikâyelerinin başında geliyor.
The Zone of Interest (2023)
Jonathan Glazer’ın son filmi The Zone of Interest (2023), İkinci Dünya Savaşı sırasında, Auschwitz’teki toplama kampında geçer. Bugüne kadar perdede defalarca temsil edilmiş Holokost’u yepyeni bir yaklaşımla, şiddetin kendisini doğrudan ekrana getirmeden ele alan film, kamp yöneticisi Nazi subayı Rudolph Höss ile ailesinin gündelik yaşamına odaklanır. Duvarların arkasında yaşanan katliamı tüten bacalarla, ses kuşağına yansıyan çığlıklarla, aralıksız süregiden bir uğultuyla temsil eden film, kampın yanı başında çiçeklerle, doğa manzaralarıyla, havuzda yüzüp eğlenen çocuklarla neredeyse pastoral bir hayat tasvir eder. Sinemasal yetkinliği bir yana, The Zone of Interest öyküsünü günümüze bağlama biçimiyle de çağımızın en keskin politik eleştirilerinden biridir.
21. Yüzyılın En İyi 15 Filmini Türkiye’de İzleme Rehberi
21. yüzyılın en iyi filmlerini Türkiye’de nasıl izleyebileceğinizi merak ediyorsanız streaming platformlarıyla ilgili güncel verilerimize göz atabilir, hangi filmin kiralama, satın alma ve abonelik seçenekleriyle izlenebildiğini öğrenebilirsiniz.