JustWatch PRO
Ana SayfaYeniPopüler Listeler Sporlarguide
Poltergeist Serisi Hangi Sırayla İzlenmeli?

Poltergeist Serisi Hangi Sırayla İzlenmeli?

Aslı Ildır

Aslı Ildır

JustWatch Editörü

Yönetmenliğini Tobe Hooper’ın, senaristliğini ve yapımcılığını ise Steven Spielberg’in üstlendiği 1982 yapımı Poltergeist’in anlatı evreni; iki devam filmi, bir yeniden çevrim ve bir televizyon dizisiyle genişlemeye devam etti. Küçük kızları bir grup hayalet tarafından ele geçirilen Freeling ailesine odaklanan yapım, ruhların dünyaya geliş portalı olarak bir televizyon ekranını kullanıyordu.

Ekranın önündeki küçük Carol’ın imgesiyle hafızalara kazınan filmi, televizyon ekranını tekinsiz hale getiren Videodrome, The Ring ve Paranormal Activity gibi kült yapımlarla birlikte anmak da mümkün. Poltergeist serisine dair merak ettiğiniz detayları bu rehberden inceleyebilir, Türkiye’deki farklı streaming seçenekleriyle ilgili aradığınız her türlü bilgiye ulaşabilirsiniz. 

Poltergeist (1982)

Serinin ilk halkası olan Poltergeist’in yönetmenliğini, korku türünün önemli isimlerinden ve The Texas Chain Saw Massacre’ın da yaratıcısı olan Tobe Hooper üstleniyor. Spielberg’in kendi kısa hikâyesinden uyarladığı yapım, "Beast" isimli şeytani bir ruh tarafından ele geçirilen küçük Carol ve ailesine odaklanıyor. Önce eşyaların yerini değiştirmek gibi masum hamleler yapan hayaletler, yavaş yavaş televizyonu bir portal olarak kullanıyor ve Carol’u hapsediyor. Filmin “resmi olmayan” esin kaynaklarından biri ise, antoloji korku serisi The Twilight Zone’un Little Girl Lost isimli bölümü. Ayrıca bazı kaynaklarda filmin yaratıcı sürecinde Steven Spielberg’in önemli ölçüde rol oynadığı ve bu nedenle onun da ortak yönetmen olarak anılması gerektiği belirtiliyor.

Poltergeist II: The Other Side (1986)

İlk filmin devamı niteliğindeki Poltergeist II: The Other Side, bir kez daha Beast ve diğer ruhların saldırısına uğrayan Freeling ailesine odaklanıyordu. Beast’in kökeninin 19. yüzyılda faaliyet gösteren bir külte dayandığını öğrenen aile, ondan kurtulmak için Amerikan yerlisi bir şamandan yardım alıyordu. Yönetmenliğini The Juror ve Still Crazy gibi yapımlarıyla bilinen Brian Gibson’ın üstlendiği film, özellikle prodüksiyon tasarımı ve görsel efektleriyle beğeni toplamıştı. Filmdeki doğaüstü yaratıkları ve özel olarak “The Great Beast”i tasarlayan isim ise, İsviçreli sürrealist ressam H. R. Giger’dı. Spielberg ve Hooper’ın yaratıcı ekibine dahil olmamayı tercih ettiği yapım, gişede başarılı olmasına rağmen yönetmenlik ve senaryo açısında ilk filmin gölgesinde kaldı. 

Poltergeist III (1988)

Ana serinin üçüncü filmi Poltergeist III, Freeling ailesinin küçük kızı Carol’un yetişkinliğine odaklanıyor. Önceki iki filmde çocukluğunu izlediğimiz Carol, eski bir kült liderinin ruhu olduğunu öğrendiğimiz iblis Beast’ın kurbanlarından biriydi. Hayatta kalmayı başaran ve artık bir yetişkin olan Carol, üçüncü filmde bir kez daha kötü ruhların saldırısına uğruyor. Yönetmenliğini Death Line ve Dead & Buried gibi korku filmleriyle tanıdığımız Gary Sherman’ın üstlendiği yapım, serinin en zayıf halkası olarak görülüyor. Özel efektlere ve jump-scare numaralarına gereğinden fazla ağırlık veren yönetmen, ilk iki filmdeki psikolojik derinliği yakalayamadığı için eleştirilmişti. Gişede de başarısız olan film, hikâyeyi orijinalinin ruhuna uygun bir şekilde devam ettiremediği için serinin erkenden sona ermesine neden olmuştu. 

Poltergeist: The Legacy (1996)

1996-1999 yılları arasında dört sezon olarak yayınlanan Poltergeist: The Legacy, asıl seriyle pek bir bağlantısı olmayan, yalnızca isim benzerliği taşıyan bir televizyon dizisi. Buna rağmen, dizinin özellikle ilk aşamada gördüğü ilgiyi Poltergeist efsanesine borçlu olduğu söylenebilir. Zamanla kendine sadık bir hayran kitlesi edinen dizi, kökenleri 6. yüzyıla dayanan Legacy isimli gizli bir örgüte odaklanıyor. Paranormal ve okült olaylara karşı savaşan Legacy; dünyayı ruhların, iblislerin ve diğer doğaüstü varlıkların saldırısından korumak için amansız bir mücadele veriyor. İlk iki sezonu Showtime, son iki sezonu ise Sci-Fi Channel’da yayınlanan dizi, gizem ve merak unsurunun korkuya daha ağır bastığı, sürükleyici bir anlatı tercih ediyordu. 

Poltergeist (2015)

Çoğu kült korku filminin yeniden beyazperdeye döndüğü 2010’larda gösterime giren Poltergeist, Hooper ve Spielberg imzalı ilk filmin yeniden çevrimi. Yönetmenliğini Monster House isimli animasyonuyla bilinen Gil Kenan’ın üstlendiği filmin yapımcıları arasında Evil Dead’in yaratıcısı Sam Raimi de yer alıyor. 2015 yapımı film, bir mezarlığın üzerine inşa edilmiş bir eve taşınan Bowen ailesinin başına gelen paranormal olayları konu alıyor. Bir kez daha ailenin küçük kızlarının, televizyonu bir portal olarak kullanan hayaletler tarafından ele geçirilişini izliyoruz. Başrollerini Sam Rockwell ve Rosemarie DeWitt’in paylaştığı Poltergeist, orijinal filme olabildiğince sadık kalmaya çalıştığı için hikâyeye pek bir yenilik getirememişti. Yine de film, seriyi henüz izlememiş olan ve Poltergeist efsanesiyle tanışmak isteyen izleyiciler için fena olmayan bir fırsat sunuyor.

Poltergeist serisini Türkiye’den çevrimiçi izleyin

Poltergeist serisini Türkiye’den nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehberi inceleyerek çeşitli streaming platformlarındaki kiralama, satın alma ve abonelik hizmetlerinden dilediğinizi seçebilirsiniz.

The Chronicles of Riddick Serisini Çevrimiçi İzleyin

The Chronicles of Riddick Serisini Çevrimiçi İzleyin

Ekrem Buğra Büte

Ekrem Buğra Büte

JustWatch Editörü

Başrolünde Vin Diesel’ın yer aldığı ve 2000’li yıllarda ortaya çıkan The Chronicles of Riddick serisi, son yılların dikkat çeken bilimkurgu serileri arasında yer alıyor. Korku ve aksiyon unsurlarının yoğunlukla kullanıldığı, merkezine Riddick adlı anti-kahramanı yerleştiren seride Riddick’in farklı gezegenlerde yaşadığı gerilimli maceraları takip ederiz.

Ken ve Jim Wheat kardeşler tarafından yaratılan, yönetmen ve senarist David Twohy tarafından devam ettirilen serinin yakın gelecekte yeni eklemelerle sürmesi bekleniyor. Bu rehber içerikte The Chronicles of Riddick serisinde yer alan tüm yapımları sıralıyoruz. Filmlere dair dikkat çekici bilgilere yer veriyor, serinin devam etme ihtimallerini özetliyor ve bu yapımları hangi platformlarda izleyebileceğinize dair bilgiler sunuyoruz.

Pitch Black (2000)

2000 tarihli Pitch Black, Riddick karakterinin ortaya çıktığı ve The Chronicles of Riddick serisini başlatan yapım. Başrolde Vin Diesel’in yer aldığı filmde bir uzay mekiğiyle hapishaneye nakledilen tehlikeli suçlu Riddick’in yaşanan kaza sonrası bir gezegende mahsur kalmasını takip ederiz. Bu gizemli gezegende tehlikeli ve saldırgan uzaylıların ortaya çıkmasıyla da Pitch Black bir hayatta kalma macerasına dönüşür. Kısıtlı bir mekânda yüksek tempolu bir kaçış hikâyesini takip eden filmin yönetmenlik koltuğunda David Twohy otururken senaryo ise Ken ve Jim Wheat kardeşlere aittir. Tür için oldukça mütevazı bir bütçeyle üretilen film zaman içerisinde pek çok hayran kazanır ve devam filmleriyle genişleyecek bir evrenin de başlatıcısı olur. 

Into Pitch Black (2000)

Pitch Black’in ünü onu takip edecek büyük bütçeli devam filmleriyle geniş kitlelere ulaşacak olsa da bu evrenin genişleme yönündeki ilk adımı Into Pitch Black adlı televizyon yapımıyla olur. 90’lı yıllarda kurulan ve bu dönem pek çok bilimkurgu yapımına imza atan Syfy kanalında üretilen televizyon filminde Riddick karakterini daha yakından tanıma fırsatı buluruz. Anlatı Pitch Black’te yaşanan olayların öncesine ve sonrasına odaklanarak hikâye evrenini genişletir. Riddick’in geçmişine ve psikolojisine dair detayların, karakterin sahip olduğu karanlıkta görebilme özelliğinin kökenlerine ve bu dünyadaki ağırlığına dair birçok detay öğreniriz. M. David Melvin’in yönetmenliğinde çekilen dizide Vin Diesel yine başroldedir. 

The Chronicles of Riddick (2004)

Orijinal filmden dört yıl sonra gelen ve Riddick’i büyük bütçeli bir serinin yüzü hâline getirecek filmse ilk filme oranla çok daha büyük bir ölçeği kapsayan The Chronicles of Riddick’tir. Hikâyede Riddick, Necromonger adlı galaktik imparatorluğa karşı bir mücadele yürütür. Yakalanıp hapsedildiği gezegenden kaçmayı başarır ve imparatorluğun lideri Lord Marshal’ı alt etmeye çalışır. David Twohy bu kez filmi hem yazıp hem yönetmiştir. İlk filmin başarısından yola çıkarak hikâyeyi çok geniş bir zemine oturtan bu devam filmi serinin en çok gişe yapan filmi olmasına rağmen harcanan bütçe bakımından beklentilerin altında kaldı ancak Riddick karakterinin zaman içerisinde genişlettiği hayran kitlesi vesilesiyle kültleşti. Sunduğu geniş ölçekle de seriye adını veren bir bağlam sunmuş oldu.

The Chronicles of Riddick: Dark Fury (2004)

Yapımcıların Riddick’i geniş bir uzay operasının merkezine yerleştirme projesinin bir başka ayağı ise The Chronicles of Riddick’le aynı yıl seyirciyle buluşan The Chronicles of Riddick: Dark Fury adlı animasyon kısa filmdi. Özel DVD yayınları için üretilen ve ilk iki film arasında bir köprü kurma görevi üstlenen film gözünü Pitch Black’te yaşanan olayların hemen öncesine dikiyor ve Riddick’in yanı sıra onunla birlikte kazadan kurtulan Jack ve Imam adlı karakterleri de takip ediyor. ABD’de üretilen fakat anime etkileri barındıran bir estetiğe sahip olan Dark Fury, The Chronicles of Riddick evreni için önemli bir hikâye anlatsa da eleştirmenlerden karışık yorumlar aldı. Filmin yönetmenliğini ise Güney Kore asıllı Amerikalı yönetmen Peter Chung üstlenmişti.

Riddick (2013)

Riddick’i 2010’lu yılların dünyasına taşıyacak devam filmi Riddick ise aynı ismi gibi hikâye ölçeğini de daraltır. Bir tür öze dönüş denemesi olarak da görebileceğimiz film çok sevilen ilk film Pitch Black’e yakın bir tarzda ilerler. Riddick bu kez Necromongerlar tarafından ıssız bir gezegende terk edilir ve bu gezegenden kurtulmaya çalışır. 2013 yapımı filmde Riddick’i bu gezegendeki uzaylılara ve doğa olaylarına karşı mücadele verirken takip ederiz. 2004 yapımı The Chronicles of Riddick’ten yıllar sonra gelecek bu devam filmi Riddick filmlerinin DVD satışlarında yakaladığı başarı ve Diesel’in artan popülerliğinden yola çıkılarak yapılır. David Twohy yine hem yönetmen hem de senarist olarak projede yer alır. Bu yeni filmle Riddick karakteri yeniden gündeme gelmiş ve yeni devam filmlerinin de kapısı aralanmıştır.

The Chronicles of Riddick serisi devam edecek mi? 

2000’li yıllardan itibaren kendine hatırı sayılır bir hayran kitlesi edinen The Chronicles of Riddick serisinin 2020’li yıllarda devam edip etmeyeceği sorusu da yakın zamanda cevap bulmuş durumda. Zira önümüzdeki dönemde seyirciyle buluşacak Riddick: Furya adlı dördüncü The Chronicles of Riddick filmi resmî olarak duyuruldu. Vin Diesel ve David Twohy’nin aynı görevlerle seriye geri döneceği de açıklanmış durumda. Yeni projeyle ilgili sosyal medya hesaplarından sıklıkla açıklamalarda bulunan Vin Diesel’e göre yeni film Riddick’in memleketi Furya’da geçecek ve şu ana kadarki en kişisel film olacak. Bunun yanı sıra Riddick serisinin Merc City adlı bir televizyon dizisiyle de genişlemeye devam etmesi bekleniyor. Ancak bu iki yapımın da seyirciyle ne zaman buluşacağı belirsizliğini koruyor. 

The Chronicles of Riddick serisindeki tüm filmleri Türkiye’den çevrimiçi izleyin

The Chronicles of Riddick serisini hangi sırayla ve nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız bu rehber size çok yardımcı olacak. JustWatch editörlerinin hazırladığı bu içeriği inceleyerek çeşitli streaming platformlarındaki kiralama, satın alma ve abonelik hizmetlerinden dilediğinizi seçebilirsiniz. 

James Gunn İmzalı En İyi 10 Film ve Dizi

James Gunn İmzalı En İyi 10 Film ve Dizi

Aslı Ildır

Aslı Ildır

JustWatch Editörü

Marvel’ın Guardians of the Galaxy serisiyle dünya çapında ünlenen Amerikalı yönetmen James Gunn, kariyerine ilk olarak B filmleriyle ünlü bağımsız stüdyo Troma Entertainment’ta senarist olarak başlamıştı. Süper kahraman türünde verdiği başarılı örneklerle rüştünü ispatlayan Gunn, 2022’de Warner Bros çatısı altına girdi ve DC Stüdyoları’nın ortak CEO’su oldu. Keskin (ve bazen sınırlarda gezen) mizahıyla bilinen yönetmen, kimi zaman aykırı üslubuyla ofansif mizah üzerine tartışmalara da neden olmuştu. 

Son olarak DC’nin yeni Superman uyarlamasına imza atan Gunn’ın yaratıcılığını üstlendiği on yapımı bu listede bir araya getirdik. James Gunn imzalı en iyi 10 film ve diziyi nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. Bu filmlere dair merak ettiğiniz detayları bu rehberden inceleyebilir, Türkiye’deki farklı streaming seçenekleriyle ilgili aradığınız her türlü bilgiye ulaşabilirsiniz. 

The Tromaville Café (1997)

1997-2000 yılları arasında BBC’de yayınlanan The Tromaville Café, Troma Entertainment filmlerinin gösterildiği bir televizyon programı. Amerikalı yönetmen Lloyd Kaufman’ın kendi kendini oynadığı programın yaratıcılarından biri, o dönem kariyerinin başlarında olan James Gunn. Oldukça düşük kaliteli görselleri, birbirinden garip karakterleri ve sınırlarda gezinen mizahıyla The Tromaville Café, İngiliz televizyon tarihinin en sıradışı işlerinden biri. 15 dakikalık bölümlerden oluşan ve Tromaville isimli bir restoranda geçen yapım, Troma filmlerinden tanıdığımız Toxic Avenger ve Kabukiman gibi karakterlere de yer veriyor. Programın yazarları arasında da yer alan Gunn ise, bazı bölümlerde hem kendisini, hem de “çılgın Boomcu Mike” isimli bir karakteri canlandırıyor. 

Slither (2006)

James Gunn'ın ilk defa yönetmen koltuğuna geçtiği Slither, bilimkurgu, korku ve komedi türlerini harmanlayan sıradışı bir işti. Gunn’ın kendine has köşeli mizahının erken dönem bir örneği olan film, gişede neredeyse batsa da eleştirmenler tarafından beğenilmişti. South Carolina’da geçen hikâye, saldırgan bir uzaylı parazitin saldırısı altında kalan küçük bir kasabayı merkezine alıyordu. Bölgeye düşen bir meteordan yayılan parazit, insanların bedenlerini ve zihinlerini ele geçiriyor, onları zombi benzeri yaratıklara dönüştürüyordu. Başrollerini Nathan Fillion ve Elizabeth Banks’in paylaştığı film, tıpkı Troma filmlerinde benzer, “düşük bütçeli” bir korku estetiğine sahipti. Yarı ciddi yarı parodi olan bu “çöp” ya da B-filmi estetiği, öncelikle seyirciyi irkiltmeyi hedefliyor gibi görünse de, aslında oyunbaz bir isyankarlığın ürünüydü. 

James Gunn's PG Porn (2008)

James Gunn’ın kardeşleri Brian ve Sean Gunn’la birlikte çektiği James Gunn's PG Porn, porno parodisi videolardan oluşan ve yine sınırlarda gezinen mizahıyla dikkat çeken bir web dizisi. 2-5 dakikalık skeçlerden ve 8 bölümden oluşan dizi, Gunn’ın kendi üslubunu inşa ettiği serbest denemelerden bir tanesiydi. Spike.com üzerinden yayınlanan dizinin yapımcıları arasında, şu anda Gunn’la birlikte DC’nin CEO’luğunu paylaşan Peter Safran da yer alıyordu. Dizinin 5. bölümü, “aşırıya kaçtığı” gerekçesiyle siteden kaldırılmıştı. Tıpkı Troma filmlerinde de olduğu gibi “dayanıklı” bir izleyici kitlesine hitap eden James Gunn's PG Porn, Youtube öncesi internet dizilerinin revaçta olduğu 2000’lerin kendine has işlerinden biriydi. 

Super (2010)

James Gunn’ın ikinci uzun metrajı Super, süper kahraman türünün altını oyan The Boys gibi dizilerin öncüsü sayılabilecek bir kara komedi. Prömiyerini Toronto Film Festivali’nde yapan film, Gunn’in isminin “festival çevrelerinde” de duyulmasını sağlamış, ardından tıpkı Slither gibi gişede batmış ve zamanla bir kült klasik haline gelmişti. Oyuncu kadrosunda Rainn Wilson, Elliot Page, Liv Tyler, Kevin Bacon ve Nathan Fillion gibi isimlerin yer aldığı Super, karısı tarafından terk edilince süper kahraman olmaya karar veren bir adama odaklanıyor. Şiddet ve kan revan dozunun oldukça fazla olduğu film, tıpkı Gunn’ın önceki işleri gibi yine bir tür B filmi estetiği benimsiyor ve “süper kahraman” arketipinin getirdiği tüm ideolojik çağrışımları yerle bir ediyordu. 

Guardians of the Galaxy (2014)

Gunn’ın tüm dünyada tanınmasını sağlayan ve gişede de büyük bir başarı elde eden Guardians of the Galaxy, Marvel Sinematik Evreni’nin bir parçası olan serinin ilk filmi. Başrollerinde Chris Pratt, Zoe Saldaña, Dave Bautista ve Vin Diesel gibi isimlerin yer aldığı yapım, Dan Abnett ve Andy Lanning'in kaleme aldığı aynı adlı çizgi romandan uyarlama. Peter Quill adında bir adam ve uzaylı yaratıklardan oluşan ekibine odaklanan yapım; birçok açıdan Marvel’ın diğer süper kahraman filmlerinden ayrılıyordu. James Gunn’ın erken dönem filmlerinde tercih ettiği mizahın izlerini burada da görmek mümkündü. Elbette “genel izleyici” için fazlasıyla yumuşatılmış ve köşeleri törpülenmiş olan bu mizah, Marvel evrenine adeta taze bir kan olmuştu. 

Guardians of the Galaxy Vol. 2 (2017)

En az birincisi kadar beğeni toplayan serinin ikinci halkası Guardians of the Galaxy Vol. 2, Marvel Sinematik Evreni’nin 15. filmiydi. Galaksinin Koruyucuları ekibini bir kez daha merkezine alan yapım, bu kez bizi Peter Quill’in geçmişine doğru hem dokunaklı hem eğlenceli bir yolculuğa çıkarıyordu. Filmin anlatısı karakterlerin çok daha köşeli olduğu ilk filme kıyasla daha “ciddi” yerlere savruluyordu. Filmde Marvel’ın diğer filmlerinden de aşina olduğumuz - zaman zaman bağlamdan kopuk kalan - ve Gunn’dan beklenmeyecek denli duygusal bir ton tercih ediliyordu. Bir kez daha yüksek prodüksiyon kalitesiyle dikkat çeken yapım, En İyi Görsel Efekt dalında Oscar adayı olmuştu. Ayrıca film, George Harrison, Fleetwood Mac, Cat Stevens ve The Sweet gibi isimlere yer veren zengin soundtrack albümüyle hafızalarda yer etti.

The Suicide Squad (2021)

Gunn’ın DC Comics için çektiği The Suicide Squad, aynı adlı 2016 yapımı filmin devamı niteliğinde. Bir grup süper kötüden oluşan Suicide Squad ekibine odaklanan yapım; Margot Robbie, Idris Elba, John Cena ve Sylvester Stallone’nin de yer aldığı zengin oyuncu kadrosuyla dikkat çekiyor. Filmde cezalarının hafifletilmesi karşılığında görevlendirilen bir grup süper kötü, Güney Amerika’daki bir adada ortaya çıkan tehlikeli bir uzaylı türünü yok etmek için savaşıyor. Gunn’ın tüm filmografisi boyunca ilgilendiği “anti-(süper) kahraman” meselesini mizahi bir üslupla ele alan film, gişede beklenmedik bir şekilde zarar etmiş fakat HBO Max’te yayınlandığı dönemde platformun en çok izlenen yapımlarından biri olmuştu.

Peacemaker (2022)

Gunn’ın HBO Max ve DC için çektiği dizi Peacemaker, John Cena’nın The Suicide Squad’daki karakteri Peacemaker’a odaklanan bir kara komedi-aksiyon. İkinci sezonu 2025’in Ağustos ayında yayınlanacak olan dizide, “dünya barışı” için savaşan ve kendi kanlı adalet anlayışında ısrar eden Christopher Smith’in (Peacemaker) katıldığı yeni bir operasyon konu ediliyor. Smith, katıldığı A.R.G.U.S. ekibiyle birlikte insan bedenlerini işgal eden “Kelebek” isimli uzaylı bir parazite karşı mücadele veriyor. Guardians of the Galaxy serisiyle birlikte kara komedi üslubunu ehlileştirmek zorunda kalan Gunn, Peacemaker’da televizyona içerik üretmenin avantajlarından yararlanıyor ve gişe baskısı olmadan yeniden sınırları zorlayan denemelerine geri dönüyor.  

Guardians of the Galaxy Vol. 3 (2023) 

Serinin üçüncü halkası Guardians of the Galaxy Vol. 3, Rakun Rocket’i kurtarmaya çalışan ekibimizin maceralarını takip ediyordu. Ekibin vazgeçilmez üyelerinden biri olan Rocket, “ideal ırkı” yaratmaya kafayı takmış yaratıcısı Iwuji tarafından kaçırılmıştı. Bradley Cooper’ın seslendirdiği Rakun, başarılı görsel efektler sayesinde canlı çekim arkadaşları arasında hiç sırıtmayan, eğlenceli bir karakterdi. Filmle ilgili dikkat çeken bir diğer detay ise, Gunn’ın prodüksiyon sırasında attığı bazı tweet’lerle yarattığı tartışma oldu. Hassas konular hakkında bir kez daha “şaka” yapan Gunn, tartışmaların ardından Disney tarafından filmden kovuldu. Ancak diğer oyuncuların ısrarı sonucu karar bir süre sonra geri çekildi. Tüm tartışmalara rağmen gişede bir kez daha büyük bir başarı elde eden film, 2023’ün en çok izlenen dördüncü yapımı oldu. 

Superman (2025)

Geçtiğimiz günlerde vizyona giren Superman için, Gunn’ın yönettiği ilk “klasik” süper kahraman filmi diyebiliriz. Clark Kent rolünde Henry Cavill’ın yerini David Corenswet’ın aldığı film, DC’nin ikinci Superman serisinin ilk filmi. Superman’in kötücül milyarder Lex Luthor’a karşı verdiği mücadeleyi izlediğimiz filmin oyuncu karosunda Rachel Brosnahan, Nicholas Hoult ve Nathan Fillion gibi isimler de yer alıyor. İlk haftasında kayda değer bir başarı yakalayan film, özellikle ABD’nin güncel siyasetine yönelttiği eleştiriler üzerinden tartışılmaya başlandı. Superman, genellikle suya sabuna dokunmayan süper kahraman filmlerinin bile “politikleştiği” günümüzün kayda değer anaakım işlerinden biri olacağa benziyor. Justice League sürecinde sorunlar yaşayan stüdyonun önceki Superman serisi Man of Steel’den vazgeçme kararı, bu anlamda isabetli bir tercih olarak değerlendirilebilir.

James Gunn imzalı en iyi yapımları Türkiye’den çevrimiçi izleyin

James Gunn imzalı en iyi 10 film ve diziyi Türkiye’den nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehberi inceleyerek çeşitli streaming platformlarındaki kiralama, satın alma ve abonelik hizmetlerinden dilediğinizi seçebilirsiniz. 

Yeni Street Fighter Filminde Hangi Oyuncular Rol Alacak?

Yeni Street Fighter Filminde Hangi Oyuncular Rol Alacak?

Ekrem Buğra Büte

Ekrem Buğra Büte

JustWatch Editörü

Street Fighter belki de bilgisayar oyunlarının tüm dünyada en çok bilinenlerinden birisi. İlk olarak 1987 yılında Japonya’da, Capcom adlı şirket tarafından yayınlanan oyun bilhassa 90’larda yakaladığı rüzgârla tüm zamanların en büyük medya markalarından birisine dönüştü. Bilgisayar oyunlarının artan popülerliğinin öncülerinden biri olduğu gibi sinemadan çizgi romana, televizyondan sayısız farklı mecraya popüler kültürün her yerine yayıldı. Oyunun karakterleri kendi başlarına ünlendi, şöhretleri bilgisayar oyunlarının sınırlarını aştı. 

Elbette sinema da Street Fighter’ın bu görkemli dünyasına sessiz kalmış değil. Oyun ilk olarak 1994 yılında, Jean-Claude Van Damme’ın başını çektiği bir oyuncu kadrosuyla sinemaya uyarlanmıştı. Sonrasında farklı televizyon ve sinema projelerinde de Street Fighter markasını gördük. Bunun en taze örneği ise şu sıralar yapım aşamasında. Street Fighter’ı yeniden sinemaya uyarlayacak bu yeni projede 2021 yapımı Bad Trip filmiyle tanınan yönetmen Kitao Sakurai’nin yönetmen koltuğunda oturması bekleniyor. Yeni filmin gösterim tarihi 20 Mart 2026 olarak açıklanmış ancak sonrasında takvimden kaldırılmıştı. Dolayısıyla projeyle ilgili pek çok konu hâlâ belirsizliğini koruyor. Öte yandan filmde efsanevi karakterleri canlandıracak aktörler de bir bir açıklanırken proje giderek daha fazla merak uyandırıyor. Bu listede yeni Street Fighter filminde karakterlere hayat verecek oyuncuları sıralıyoruz.  

Andrew Koji (Ryu)

Street Fighter denilince akla gelen ilk karakterlerden birisi şüphesiz ki Ryu. Beyaz kıyafetleri, “aduket”i ve karizmatik duruşuyla oyunun en sevilen karakterlerinden Ryu’yu yeni filmde Andrew Koji canlandıracak. Brad Pitt’in başrolde yer aldığı Bullet Train’de Yuichi Kimura adlı bir yakuza üyesini canlandıran Koji, Snake Eyes ve Warrior gibi yapımlardaki performanslarıyla da tanınıyor. 1987 doğumlu oyuncu dövüş sanatları konusunda da kapsamlı bir eğitime sahip. 

Noah Centineo (Ken)

Ryu denilince akla gelen diğer isimse elbette Ken. Oyunda Ryu’nun kırmızı kıyafetli, Amerikalı muadili olarak tanınan Ken sarı saçları, Ryu’ya göre daha heybetli vücudu ve havalı duruşuyla Ryu’nun hem yakın arkadaşı hem de en büyük rakibi olarak konumlanır. Yeni filmde Ken’i Noah Centineo’nun canlandıracağı açıklanmış durumda. Centineo’yu To All the Boys serisi, Sierra Burgess Is a Loser ve The Perfect Date adlı Netflix yapımlarındaki rolleriyle tanıyoruz. 1996 doğumlu oyuncu Black Adam adlı süper kahraman filminde de rol almıştı. 

Callina Liang (Chun-Li)

Street Fighter evreninin sembol isimlerinden bir diğeri de elbette Chun-Li. Evrende Çin’i temsil eden karakter olma özelliği de taşıyan Chun-Li, aynı zamanda Street Fighter’ın kadın ana karakteri konumunda. Orijinal hikâyeye göre babasını öldüren M. Bison’dan intikam almanın peşinde olan Chun-Li’yi yeni filmde Kanadalı oyuncu Callina Liang canlandıracak. Küçük yaşlardan itibaren oyunculuk kariyerine başlayan Liang’i Steven Soderbergh'in 2024 yapımı filmi Presence ve Tell Me Everything adlı dizide izlemiştik. 

David Dastmalchian (M. Bison)

Street Fighter’ın kötü karakteri M. Bison ilk olarak Street Fighter II’de oyunun final karakteri olarak ortaya çıkmıştı. Shadaloo adlı organizasyonun lideri konumundaki Master Bison oyunun en gizemli karakterlerinden de birisi. 2026’da vizyona girmesi beklenen yeni filmde M. Bison’u Amerikalı oyuncu David Dastmalchian canlandıracak. Dastmalchian, birçok süper kahraman filminde yan rollerde izlediğimiz bir oyuncu. The Dark Knight, Ant-Man, The Flash ve The Suicide Squad gibi bu yapımlar arasında yer alıyor. 

Cody Rhodes (Guile)

Oyunun sevilen karakterlerinden, ABD ordusu pilotu Guile’ı ise son dönemin trendlerine uygun biçimde bir Amerikan güreşçisi olan Cody Rhodes canlandıracak. 2022’den beri WWE organizasyonunda yer alan ve burada adını duyuran güreşçi son yıllarda ününü ciddi biçimde artırdı. Son dönemde pek çok güreşçinin yaptığı gibi sinemaya da geçiş yapan Rhodes, The Naked Gun’ın ardından Street Fighter’da da rol alacak ve serinin en önemli karakterlerinden birisine hayat verecek. 

Jason Momoa (Blanka)

Filmin açıklanan oyuncu kadrosundaki en sükseli isimse Blanka karakterini canlandıracak Jason Momoa. Hayatımıza Game of Thrones’ta canlandırdığı Khal Drogo karakteriyle giren ve bir anda şöhrete kavuşan Momoa, DC evrenindeki Aquaman karakteri ve Dune serisindeki Duncan Idaho yorumuyla Hollywood’un aranan yüzlerinden birine dönüştü. Hawaii doğumlu oyuncu yeni Street Fighter filminde yeşil ten rengi ve elektrik güçleriyle tanınan Blanka karakterini canlandıracak. 

50 Cent (Balrog)

Filmin açıklanan oyuncu kadrosunda dikkat çeken bir diğer isimse 50 Cent adıyla tanınan rapçi Curtis Jackson. Sert duruşu, tavrı ve heybetli görüntüsüyle tanınan müzisyen Get Rich or Die Tryin' albümüyle tüm dünyaya adını duyurmuştu. Daha önce albümüyle aynı adı taşıyan Get Rich or Die Tryin', Robert De Niro ve Al Pacino ile birlikte rol aldığı Righteous Kill ve Gerard Butler ile başrolü paylaştığı soygun filmi Den of Thieves gibi filmlerde de oyuncu olarak yer alan Jackson, Street Fighter’da ise Balrog adlı karakteri canlandıracak. Balrog, aynı zamanda M. Bison’un kişisel koruması olan bir boksör. Kumara, içkiye ve eğlenceye düşkünlüğüyle de bilinen karakter Street Fighter evreninin kötü adamlarından birisi. 

Orville Peck (Vega)

Aynı zamanda bir tür dünya halkları mozaiği oluşturan Street Fighter’da İspanya’yı temsil eden Vega ise “kötüler” takımının bir başka üyesi. Pençeleri, kendine hayranlığı ve ninjutsu tekniğiyle tanımlanan karakter M. Bison’un kişisel korumalarından da biri. Filmde Vega’yı Orville Peck canlandıracak. Peck, aslen Güney Afrikalı bir müzisyen. Genel olarak yüzünü saklayan maskeleri ve kendine has tarzıyla tanınıyor. Daha önce dizilerde ve Broadway müzikallerinde rol alan Peck, bu kez büyük bütçeli bir filmle sinemaya adım atmaya hazırlanıyor. 

Roman Reigns (Akuma)

Roman Reigns de yeni Street Fighter filminin kadrosunda yer alacak bir başka Amerikan güreşçi. Aynı zamanda eski bir Amerikan futbolu oyuncusu olan Reigns 2010’dan beri WWE’de yer alıyor ve dünyanın en önemli Amerikan güreşçilerinden biri olarak biliniyor. Futboldan emekli olduktan sonra Amerikan güreşine geçiş yapan ve burada büyük bir kariyer inşa eden Reigns’in de daha önce ufak tefek oyunculuk deneyimleri olmuştu fakat şimdi büyük bir sinema yapımında rol almaya hazırlanıyor. Reigns, filmde Akuma adlı güçlü bir kötü karakteri canlandıracak. 

Andrew Schulz (Dan)

Amerikalı komedyen Andrew Schulz da yeni Street Fighter filminde rol alacak isimler arasında yer alıyor. Son dönemde stand-up şovlarıyla tanınırlığını artıran Schulz uzun yıllardır komediyle uğraşan bir isim. Kendi komedi şovlarına ek olarak bazı televizyon ve sinema yapımlarında da rol alıyor. Schulz, Street Fighter filminde Dan adlı karakteri canlandıracak. Dan, Hong Konglu bir dövüş sanatları ustası. Kendini iyi yetiştirmiş, kibirli, fazla özgüvenli bir karakter olarak tanınıyor. 

Hirooki Goto (E. Honda)

Japon sumo geleneğinin Street Fighter’daki temsilcisi Honda’yı ise filmde Hirooki Goto canlandıracak. Hirooki Goto, beklendiği üzere Japon asıllı bir profesyonel güreşçi. Kadrodaki Amerikalı meslektaşları gibi profesyonel güreşi Street Fighter’ın dünyasına taşımaya hazırlanan Goto, bazı filmlerdeki cameo’larının ardından ilk kez büyük bir rolde oyuncu olarak seyirci karşısına çıkacak. 

Yeni Street Fighter filminin oyuncu kadrosunu yakından tanıyoruz

JustWatch’un hazırladığı bu rehber sayesinde Street Fighter kadrosundaki oyuncuların geçmişteki film ve dizi projelerini Türkiye’de hangi platformlar üzerinden izleyebileceğinizi öğrenin. Sitemizin sunduğu filtreleme seçeneği sayesinde kiralama, satın alma ve abonelik hizmetleri arasından size en uygun olanını seçin!

  • Jurassic World’ü Sevenler İçin En İyi 5 Korku Filmi

    Jurassic World’ü Sevenler İçin En İyi 5 Korku Filmi

    Ekrem Buğra Büte

    Ekrem Buğra Büte

    JustWatch Editörü

    Steven Spielberg’ün efsanevi Jurassic Park’ının seyirciyle buluşmasının üzerinden otuz yılı aşkın bir süre geçti. Gösterime girdiği ilk dönemden itibaren büyük bir sinema olayına dönüşen ve ana akım sinemanın birçok özelliğini âdeta baştan tanımlayan bu unutulmaz film, yıllar içerisinde bir seriye dönüşerek devam filmleriyle günümüzde kadar geldi. İlk filmi takip eden üçlemenin ardından 2015 yılında başlayan Jurassic World üçlemesi ise bu klasik seriyi günümüz şartlarına uyarlayarak yeni bir bakış geliştirdi. 

    Günümüz şartlarında tekrar ortaya çıkan dinozorları ve modern insanlığın tanrıyı oynama arzusunu farklı hikâyelerle işlemeye de devam etti. Dinozorların ve onlar üzerindeki teknolojinin orduya, eğlence sektörüne ve hatta gündelik hayata karışmasını izledik. Geçtiğimiz günlerde seyirciyle buluşan Jurassic World: Rebirth’le de serinin hayranları yeni bir Jurassic filmine kavuştu. Bu gündemden yola çıkarak Jurassic World serisini sevenler için 5 benzer korku filmini bir araya getiriyor ve filmin etkisini sürdürmek isteyen izleyicilere yeni öneriler sunuyoruz. 

    Jaws (1975)

    Aynı Jurassic Park gibi Spielberg imzası taşıyan ve “canavar” filmleri dendiğinde ilk akla gelen örneklerden birisi de 1975 tarihli Jaws. Film, Jurassic World’ün de temelinde olan insanın doğanın ekstrem unsurlarıyla karşılaşma temasını tekrarlayan ve korku unsurlarını kullanan yapımları sıraladığımız bu listede kendine haklı bir yer ediniyor. Katil bir köpek balığının sakin bir sahilde neler yaratabileceğinden başlayıp giderek genişleyen bir ölçekte devam eden film, bir kasabanın yaşadığı mücadele üzerinden katmanlaşıyor. Hâlâ köpek balığı denilince herkesin aklına gelen birkaç filmden birisi olan Jaws, sinema tarihinin en çok izlenen filmlerinden biri olmayı da sürdürüyor. Jurassic World’le insan dışı varlıkların dehşetine tekrar tanık olmuşken bu klasiğe tekrar dönmek pek çok açıdan vaatkâr bir zemine sahip. 

    Aliens (1986)

    İnsan dışı varlıkların dehşeti deyince elbette akla gelen bir başka seri de Alien. Ridley Scott’ın 1979 tarihli Alien’iyle başlayan ve pek çok devam filmiyle süren Alien serisinin ikinci ayağı Aliens ilk filmden farklı olarak insanlığın çok sayıda uzaylıyla karşı karşıya gelmesini anlatır. Yönetmenlik koltuğunda aksiyon filmlerinin önemli isimlerinden James Cameron’ın oturmasının da etkisiyle ilk filmin gerilim ve korku unsurlarının yerini aksiyon ağırlıklı bir anlatı alır. Bu kez insanların uzaylılara karşı bir araya gelmesini ve bu farklı türe üstün gelme çabasını izleriz. Jurassic World filmlerinde de gördüğümüz teknoloji aracılığıyla insanların farklı türler üzerindeki hâkimiyet çabası burada da fazlasıyla görünür durumda. Ayrıca Aliens’ta da insanlar bu mücadeleyi askerî güçlere sığınarak kazanmaya çalışıyor. Tabii ki bunun altında da insanların fiziksel özellikleriyle yaşadığı zayıflık yatıyor. 

    The Host (2006)

    Bilhassa Parasite’la adını tüm dünyaya duyuran Güney Koreli yönetmen Bong Joon Ho’nun kariyeri farklı türlerde ürettiği ilerici ve kendine has denemelerle dolu. The Host da bunun önemli örneklerinden birisi. 2006 yılında izleyiciyle buluşan ve klasik Hollywood filmlerinde benzerlerini defalarca izlediğimiz “canavar filmi” konseptine farklı bir gözle bakan bu filmde türe dair pek çok alışkanlığın yıkılmasını izleriz. Filmin Jurassic Park ve Jurassic World serileriyle ortaklaştığı zemin ise insan eliyle yaratılmış bir canavarın insanlık için bir tehdide dönüşmesi ve gerçek kötünün kim olduğuna dair nüanslı yapıdır. Zira The Host’taki canavar insanların ürettiği illegal atıkların doğaya karışması sonrası ortaya çıkmıştır ve aynı Jurassic serilerinde olduğu gibi dehşet yaratan unsurun bu dehşetin esas sorumlusu olmadığını anlamaya başlarız. Jurassic World serisinin yarattığı “canavar” aksiyonundan keyif alanların asla kaçırmaması gereken bir başyapıt The Host. 

    Godzilla (2014)

    Godzilla da canavar filmleri denilince ilk akla gelen figürlerden birisi elbette. Esas olarak Japonya’da ortaya çıkmış ve ülkedeki atom bombasının etkilerinden doğan Godzilla şu ana dek üzerine en fazla film üretilmiş karakterlerden de birisi. Kökenleri Japon mitolojisine dayanan fakat nükleer reaksiyonla uzun yıllar sonra uyanan Godzilla etrafında şu ana dek tam 38 film yapılmış durumda. Karakter özellikleri ve hikâyenin çıkış noktası itibariyle Jurassic Park serisiyle ciddi benzerlikler de taşıyor elbette. Bu çok sayıda filmden 2014 ABD yapımı Godzilla’nın yönetmenlik koltuğunda ise Jurassic World: Rebirth’ün de yönetmeni Gareth Edwards oturuyor. Zaten Edwards’ın Godzilla’daki çok beğenilen vizyonunun Jurassic World: Rebirth’ün yönetmeni olarak seçilmesinde etkisinin olduğu da düşünülüyor. Japonya’da defalarca kez çekilmiş olsa da Hollywood’un ikinci kez uyarladığı Godzillla hem seyircinin hem de eleştirmenlerin beğenisini kazanmış ve son yıllarda üretilen canavar filmleri arasında parmakla gösterilen yapımlardan biri olmuştu. 

    Annihilation (2018)

    Listedeki diğer filmlerden çeşitli sebeplerle bir miktar ayrışan Annihilation ise daha çok gizem ve gerilim unsurlarını kullanan bir film. Jurassic World: Rebirth’tekine benzer biçimde insanlar için tehlikeli bir adaya yapılan gergin yolculuğu takip eden filmde bitkilerde ve hayvanlarda oluşan mutasyonların nedeni araştırılıyor. Hem romanları hem de filmleriyle tanınan Alex Garland’ın 2018 yapımı bu filmi Jurassic serilerinin de temellerinde yer alan doğanın öngörülemezliği ve hassas dengesi temasına farklı bir yaklaşım getiriyor. Başroldeki Natalie Portman başta olmak üzere Jennifer Jason Leigh, Gina Rodriguez, Tessa Thompson, Tuva Novotny ve Oscar Isaac gibi isimlerden oluşan oyuncu kadrosuyla da dikkat çeken film Jurassic serilerinden keyif alan fakat bu konuya farklı yaklaşımları da merak edeceklerin mutlaka şans vermesi gereken bir film. 28 Days Later, Ex Machina, Men ve 28 Years Later gibi filmlerdeki katkılarıyla tanınan Alex Garland’ın dünyasına giriş yapmak için de güzel bir vesile. 

    Jurassic World’ü sevdiyseniz bunları da kaçırmayın: 5 korku filmini Türkiye’den çevrimiçi izleyin

    Jurassic World’ün tadı damağınızda kaldıysa JustWatch editörlerinin seçtiği bu 5 korku filmine de mutlaka bakmalısınız. Farklı dönemlerde üretilmiş 5 yapımı bir araya getirdiğimiz bu listede hem birçok bilgiye ulaşabilir hem de bu filmleri hangi platformlarda izleyebileceğinize dair tüm bilgileri bu sayfadan öğrenebilirsiniz. Dünyanın en büyük streaming rehberi olan JustWatch’ı kullanarak Prime Video, Disney+ ve MUBI gibi platformlardaki içeriklere de göz atabilirsiniz.

  • Tüm Jackass Filmlerini Çevrimiçi İzleyin

    Tüm Jackass Filmlerini Çevrimiçi İzleyin

    Berke Göl

    Berke Göl

    JustWatch Editörü

    2000 yılında MTV’de başlayan reality/komedi şovu Jackass sınırları zorlayan mizah anlayışı ve heyecan düzeyiyle kısa zamanda ciddi bir takipçi kitlesi edindi. Yaratıcılığını Jeff Tremaine ve Johnny Knoxville’le birlikte dönemin yükselen yönetmenlerinden Spike Jonze’un üstlendiği program, 2002 tarihli Jackass: The Movie’yle birlikte beyazperdeye transfer oldu ve beklenenin de üzerinde bir başarı kazandı. 

    Johnny Knoxville, Bam Margera, Chris Pontius, Ryan Dunn, Steve-O, Dave England, Ehren McGhehey, Jason "Wee Man" Acuña ve Preston Lacy gibi isimlerden oluşan kadrosuyla Jackass, tehlike dozu yüksek akrobatik numaraları fiziksel şakalarla iç içe geçiriyordu. Yapılan numaraların izleyiciler tarafından tekrar edilmemesi için sürekli uyarılar yapmak zorunda kalan program, klasikleşmiş jingle müziğiyle de hafızalara kazındı. Jackass’in beyazperde serüvenini merak ediyorsanız, JustWatch olarak hazırladığımız bu listeye göz atabilirsiniz.

    Jackass: The Movie (2002)

    Serinin ilk sinema filmi, Jackass ana kadrosundaki Johnny Knoxville, Bam Margera, Steve-O ve Chris Pontius gibi isimleri bir araya getirir ve tıpkı televizyon şovunda olduğu gibi birbirinden riskli hareketlere, iğrençliğin sınırlarını zorlayan şakalara yer verir. Bunlardan bazıları, MTV’nin yayınlanmasını yasakladığı için filmde yer verilen numaralardır. Jackass üyelerinin bir top tarafından gülle gibi fırlatılması, paten yerine devasa fare kapanları giyerek buz pateni yapmak, filmin unutulmaz numaralarından bazılarıdır. Yönetmenliğini Jeff Tremaine’in üstlendiği filmin senaryo ekibinde Tremaine ve Johnny Knoxville’le birlikte Spike Jonze da yer alır. Büyük bir ticari başarı kazanan Jackass: The Movie, 5 milyon dolarlık bütçesine karşılık 79 milyon doları aşkın bir gişe hasılatı elde etmiştir.

    Jackass Number Two (2006)

    Çıtayı daha da yukarıya koyan ikinci film Jackass Number Two daha tehlikeli ve daha saçma numaralara yer verir. Boğa güreşi yapma ve füzeyle göle fırlatılma gibi adrenalin yüklü numaraların yanında şakaların da rahatsız edicilik dozu arttırılmıştır. Her zamanki gibi, filmin ilgi çekmesinde ekip arasındaki dinamiklerin, sürprizlerin, eşek şakalarının, intikamların büyük payı vardır. Skeç yapısını koruyan filmin bazı ülkelerdeki gösterimi, içerdiği kimi aşırılıklar yüzünden yasaklanır. Johnny Knoxville’in defalarca bilincini kaybettiği çekimlerde Bam Margera’nın enfeksiyon kapıp hastaneye kaldırıldığı da anlatılır. Öte yandan, film gösterime girmeden kısa süre önce Vincent Margera’nın cinsel saldırı suçundan tutuklanması sebebiyle son kurguda Margera’nın yer aldığı tüm sahneler çıkarılmıştır.

    Jackass 3D (2010)

    Serinin üçüncü filmi Jackass 3D, o dönemin sinemasında aksiyon, macera ya da korkunun dozunu arttırmak için kullandığı 3D teknolojisini iğrençliği ve şok etkisini yükseltmekte kullanır. Yüksek hızlı Phantom kameralarla, 3D ekipmanların yardımıyla çekilen filmde içi dışkı dolu seyyar tuvaletle gökyüzüne fırlatılmaktan yavaş çekimde uçan vibratörlere pek çok numaranın tasarlanışında 3D’nin nasıl kullanılacağı fikri hep ön plandadır. Ekip üyelerinin büyük çoğunluğu artık fazlasıyla tanınmış olduğu için çekimler bu kez büyük ölçüde özel mülklerde ve stüdyolarda yapılmıştır. Jackass 3D, dünya çapında 170 milyon doları bulan hasılatıyla serinin en başarılı filmi olacaktır.

    Jackass Presents: Bad Grandpa (2013)

    Jackass Presents: Bad Grandpa, daha önce kimi bölümlerde Johnny Knoxville’in canlandırdığı Irving Zisman karakterine odaklanan bir spin-off’tur. Sahte belgesel formatında çekilen film ihtiyar Irving Zisman’ın genç torunuyla çıktığı Amerika yolculuğunu takip ederken, bu kez şakaları çerçeveleyen gevşek de olsa bir anlatı yapısı mevcuttur. Her zamanki gibi sosyal normları zorlayan bir mizah anlayışını benimseyen film, belirli bir senaryoya dayanarak çekilmiş olmakla birlikte, halkın doğal reaksiyonlarını da öne çıkarır. Bu arada Knoxville’in yaşlı adam makyajı sayesinde Jackass Presents: Bad Grandpa En İyi Saç ve Makyaj dalında Oscar’a aday da gösterilerek büyük bir sürprize imza atar. Film, 2011 yılında alkollü araba kullanırken geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybeden Jackass üyesi Ryan Dunn’a ithaf edilmiştir.

    Jackass Forever (2022)

    Jackass ekibi uzun bir aradan sonra yeniden bir araya gelirken bu kez aralarına genç üyeler de katılır. Özellikle Poopies ve Rachel Wolfson ekibe taze kan getirmiştir. Orijinal üyelerin artık kırklı, hatta ellili yaşlarına gelmesinden dolayı belirgin bir nostaljik ton taşıyan Jackass Forever, buna karşılık bir devamlılık, kuşaktan kuşağa aktarım hissini de bünyesinde barındırır. Öte yandan bu kez de Bam Margera bağımlılıkla ilgili yasal gerekçeler yüzünden büyük ölçüde filmin dışında bırakılmıştır. COVID-19 pandemisinin patlak vermesiyle çekimleri kesintiye uğrayan ve vizyon tarihi de birkaç kez ertelenen Jackass Forever, serinin özel filmlerinden biridir.

    Jackass serisinin diğer filmleri hangileri? 

    Jackass filmlerinde çekilip de kullanılmayan pek çok sahne ya da kamera arkası görüntüsü, ayrı filmlerle hayranları beğenisine sunulmuştur. Farklı dönemlerdeki bu “ara filmleri” merak ediyorsanız bu listeye göz atabilirsiniz.

    • Jackass 2.5 (2007), Jackass Number Two’da yer almayan sahneleri içerir.
    • Jackass 3.5 (2011), Jackass 3D’de yer verilmeyen sahneleri içerir.
    • Jackass Presents: Bad Grandpa .5 (2014): Jackass Presents: Bad Grandpa’dan çıkarılan sahneleri ve kamera arkası görüntülerini bir araya getirir.
    • Jackass 4.5 (2022): Jackass Forever’dan çıkarılan sahnelerden ve kimi ekstra görüntülerden oluşur.

    Tüm Jackass Filmlerini Türkiye’de çevrimiçi izleyin

    Jackass ekibinin elinden çıkan filmleri Türkiye’de nasıl izleyebileceğinizi merak ediyorsanız streaming platformlarıyla ilgili güncel verilerimize göz atabilir, hangi filmin kiralama, satın alma ve abonelik seçenekleriyle izlenebildiğini öğrenebilirsiniz.

  • Captain Tsubasa Serisini Çevrimiçi İzleyin

    Captain Tsubasa Serisini Çevrimiçi İzleyin

    Berke Göl

    Berke Göl

    JustWatch Editörü

    Bir dönemin kült dizisi Captain Tsubasa, bugün hâlâ tarihin en popüler ve etkisi en yüksek spor animesi kabul ediliyor. İlk sezonları 1980’lerin başında yayınlanan dizi futbolun hem Japonya’da hem de dünya genelinde algılanışını değiştirmiş, genç kuşakların bu spora yönelmesinde etkili olmuş bir fenomen.

    Enerjik maç sahnelerine ağırlık vermekle birlikte dayanıklılık, dayanışma, rekabet gibi temaları da ele alan dizinin ana karakteri Tsubasa Ozora da serinin hayran kitlesi için kült statüsünde. İnanılmaz golleri, topun havada asılı kaldığı anları, hava topu mücadeleleriyle hafızalara kazınan Captain Tsubasa’nın tüm sezonlarını ve kısa filmlerini çevrimiçi izlemek istiyorsanız JustWatch’ın hazırladığı liste tam size göre.

    Captain Tsubasa (1983-1986)

    Tsubasa’nın maceralarını başlatan Captain Tsubasa, bir gün dünya kupasını kazanmanın hayalini kuran genç ve yetenekli futbolcu Tsubasa Ozora’ya odaklanır. Antrenmanlara ve maçlara geniş yer veren dizi, Tsubasa’nın okullar arası turnuvalarda ve ulusal şampiyonadaki maçlarını takip ederken kahramanının kurduğu dostlukları ve rakiplerine karşı verdiği mücadeleyi konu edinir. Dizinin zaman içinde efsaneleşecek karakterlerinden kaleci Genzo Wakabayashi ve hırçın forvet Kojiro Hyuga da bu ilk sezonlarda izleyici karşısına çıkar. Özellikle Japonya’da dönemin çocuklarını ve gençlerini futbol oynamaya teşvik eden Captain Tsubasa, Latin Amerika, Avrupa ve Ortadoğu ülkelerinde de çok izlenmiştir. Bunun yanında dünya çapında gördüğü ilgiyle Captain Tsubasa, genel olarak anime türüne yönelik uluslararası ilgiyi de arttırmıştır.

    Captain Tsubasa: The Great Competition of Europe (1985)

    Kısa metrajlı bir film olan Captain Tsubasa: The Great Competition of Europe orijinal Captain Tsubasa dizisi için bir yan hikâye işlevi görür. Dizi evreninin ilkokul sonrası döneminde geçen filmde Tsubasa ve arkadaşlarının Avrupa’da bir yıldızlar karmasıyla yapacağı dostluk maçı, aynı zamanda farklı futbol teknikleri ve taktik anlayışlar arasında bir çarpışmaya dönüşür. Dizinin çerçevesini genişleten film, aynı zamanda Tsubasa’nın uzun vadede uluslararası alanda da şansını deneme arzusunun ilk emarelerini barındırır. Dizide yer almayan pek çok farklı karakteri de hikâyesine dahil eden film 1985 yılında Jump Anime Karnavalı kapsamında izleyiciyle buluşmuş, başka animelerle birlikte sinemalarda da gösterilmiştir.

    Captain Tsubasa: Danger! All Japan Jr. Team (1985)

    Captain Tsubasa: The Great Competition of Europe filminin devamı niteliğindeki Captain Tsubasa: Danger! All Japan Jr. Team, Tsubasa ve arkadaşlarının uluslararası bir turnuvaya hazırlık sürecini takip eder. Hikâye Japonya genç takımı ile önceki filmde yendikleri ve onlardan rövanşı almak isteyen Avrupa takımı arasındaki mücadeleyi odağına alır. Yoğun ve heyecanlı maç sahneleriyle dikkat çeken filmde her zamanki gibi bol bol inanılmaz pozisyon ve dramatik yavaş çekim sahne vardır. Tıpkı önceki film gibi, Captain Tsubasa: Danger! All Japan Jr. Team de Japonya’daki anime festivallerinde gösterilir ve yoğun ilgiyle karşılanır. Bu rekabet ve intikam teması, sonraki film ve dizilerde de sık sık tekrar edecektir.

    Captain Tsubasa: Run Towards Tomorrow! (1986)

    Bir başka kısa metraj olan Captain Tsubasa: Run Towards Tomorrow! orijinal Captain Tsubasa dizisinin devamı niteliğindedir. Anlatı, Nankatsu’dan mezun olan Tsubasa’nın dünya çapında bir futbolcu olmak amacıyla çıkacağı Brezilya yolculuğuna hazırlık sürecini takip eder. Tsubasa’nın dostlarına, takım arkadaşlarına ve rakiplerine vedası etrafında duygusal bir tona bürünen film, Tsubasa’nın hem oyuncu hem de kişilik olarak geçirdiği olgunlaşmayı geriye dönüş sahneleriyle vurgular. Genç takımlar seviyesinden küresel çapta başarı çabasına geçişi temsil eden Captain Tsubasa: Run Towards Tomorrow!, duygusal boyutuyla hayranların en sevdiği Tsubasa filmlerinden biri olur.

    Captain Tsubasa: The Great World Competition! The Junior World Cup (1986)

    Orta metrajlı Captain Tsubasa: The Great World Competition! The Junior World Cup, Yıldızlar Dünya Kupası’nı merkeze alır. Tsubasa önderliğindeki Japonya yıldızlar takımı filmde Almanya, Fransa ve Arjantin gibi zorlu rakiplerle karşılaşmalar yapar. Tsubasa ve arkadaşlarının bir takım olarak edindikleri deneyimleri ve gösterdikleri mental gelişimi vurgulayan filmin unutulmaz sekanslarından biri, Tsubasa’nın Almanya’nın yıldız forveti Karl-Heinz Schneider’le düellosudur. 1986'da Captain Tsubasa anime serisinin bir parçası olarak yayınlanan filmin, uluslararası boyutu nedeniyle hayranların gönlünde özel bir yeri olduğu söylenebilir. Captain Tsubasa: The Great World Competition! The Junior World Cup aynı zamanda orijinal anime serisini nihayete erdiren film kabul edilir.

    Captain Tsubasa Video Animasyonları

    80’li yılların sonunda Captain Tsubasa serisinin bir dizi video animasyonu (OVA) da yayınlandı. Öyküyü orijinal serinin ötesine taşıyan bu animasyonlardan biri, 1989-1990 yılları arasında yayınlanan 13 bölümlük New Captain Tsubasa’ydı. Orijinal Captain Tsubasa’nın bittiği yerden başlayan dizi Gençler Dünya Kupası’nı ayrıntılı olarak takip ediyordu. Animasyon tekniklerinin geliştirildiği dizide Tsubasa ve arkadaşları bir kez daha Avrupa’ya gidiyor, Almanya, İtalya, Arjantin ve Fransa gibi dişli rakiplerle karşılaşıyordu. Japonya Gençler Takımı ile Hollanda Gençler Takımı arasındaki çarpışmaya odaklanan orta metrajlı 1994 yapımı Captain Tsubasa: The Most Powerful Opponent! Holland Youth ise dizinin farklı sezonları arasındaki boşluğu dolduruyordu. 

    Captain Tsubasa J (1994-1995)

    Orijinal dizinin reboot’u Captain Tsubasa J, 90’ların ortasında büyüyen yeni bir izleyici kitlesini hedef alıyordu. İlk kısmında orijinal dizinin ilkokul odaklı anlatısını yeniden anlatan Captain Tsubasa J, ilerleyen bölümlerinde ortaokul yıllarına geçiyor ve ardından Tsubasa’nın Japonya U-19 ulusal takımına katıldığı dönemi ve Brezilya’ya yaptıkları maçı takip ediyordu. Shingo Aoi gibi yeni karakterlere de yer veren dizi, her zamanki gibi takım oyununun, kişisel gelişimin ve ulusal gururun önemini vurguluyordu. Captain Tsubasa J’nin önemli özelliklerinden biri de, gelişen teknolojiyle karakter tasarımlarının güncellenmesiydi. Japonya’da futbola yönelik ilginin yükselişe geçtiği bir dönemde çekilen dizi, bu sayede önemli bir izleyici sayısına da ulaştı.

    Captain Tsubasa: Road to 2002 (2001-2002)

    Tsubasa’nın gençlik yıllarındaki olayları geriye dönüşlerle hatırlatarak başlayan Captain Tsubasa: Road to 2002 artık Brezilya’da yaşayan yetişkin bir Tsubasa’yı odağına alıyordu. Nihayetinde Catalunya adıyla anılan Barcelona’ya transfer olan Tsubasa, burada Avrupa liglerindeki yüksek rekabet standartlarında mücadele etmeye başlıyordu. Dizi bir yandan da Hyuga, Misaki ve Wakabayashi gibi karakterlerin Avrupa’nın farklı takımlarındaki kariyerlerini takip ediyordu. Tsubasa ve arkadaşlarının yetişkinlik yıllarına odaklanan 52 bölümlük dizinin Madhouse tarafından üstlenilen animasyonları daha modern bir görsel üslup benimsiyordu. Captain Tsubasa: Road to 2002’nin gördüğü yoğun ilginin bir sebebi de, Japonya ve Güney Kore’nin birlikte düzenlediği 2002 Dünya Kupası’nın yarattığı heyecan dalgasıydı elbette.

    Captain Tsubasa (2018)

    2018 yapımı Captain Tsubasa, orijinal diziye sadık kalan bir yeniden yapımdı. Nankatsu’ya taşındıktan sonra kısa sürede takım içinde sivrilen genç Tsubasa’nın büyüme ve gelişme sürecini takip eden dizi, 2018 Dünya Kupası öncesinde yayınlandı ve seriye yönelik dünya çapındaki ilgiyi tazeledi. Animasyon tekniği bir kez daha güncellenen ve daha dinamik bir anlatımı benimseyen yeni Captain Tsubasa, her zaman olduğu gibi efsanevi hareketleri görselleştirme konusuna da özel bir önem veriyordu. Dünya çapında farklı dillerde dublajlı olarak da yayınlanan dizi, özellikle Latin Amerika ve Avrupa ülkelerinde de hatırı sayılır bir izleyici kitlesine ulaştı.

    Captain Tsubasa Serisini Türkiye’de çevrimiçi izleyin

    Anime tarihinin spor odaklı en popüler serisi Captain Tsubasa’nın dizi ve filmlerini Türkiye’de hangi platformlar üzerinden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız streaming platformlarıyla ilgili güncel verilerimize göz atabilir, hangi filmin kiralama, satın alma ve abonelik seçenekleriyle izlenebildiğini öğrenebilirsiniz. 

  • Çevrimiçi İzleyebileceğiniz En İyi 8 Scarlett Johansson Filmi

    Çevrimiçi İzleyebileceğiniz En İyi 8 Scarlett Johansson Filmi

    Ekrem Buğra Büte

    Ekrem Buğra Büte

    JustWatch Editörü

    Scarlett Johansson, çağımızın en büyük sinema yıldızlarından birisi. Çok genç yaşta ufak rollerle başlayan kariyeri birkaç kırılma noktasının ardından zirveye çıktı ve onu dünya çapında bir yıldız hâline getirdi. Bağımsız yapımlardan dev bütçeli aksiyon filmlerine uzanan kariyeri boyunca Johansson çok fazla filmde rol aldı, birbirinden farklı pek çok karaktere hayat verdi. 

    Bu rehberde yıldız oyuncu Scarlett Johansson’un rol aldığı ve şu anda çevrimiçi platformlarda gösterimde olan en iyi filmleri sıralıyoruz. Şu aralar vizyondaki Jurassic World: Rebirth’le tekrar gündem olan oyuncunun kariyerine yeniden ortak olabileceğimiz yapımları listeliyoruz. 

    Under the Skin (2013)

    Jonathan Glazer’ın fazlasıyla ilgi çekmiş ve yönetmeni kuşağının en vizyoner isimleri arasına sokan bilimkurgu filmi Under the Skin, Scarlett Johansson’ın kariyeri açısından da oldukça önemli bir konumda. Burada yalnız adamları “avlayan” sıra dışı bir karakteri canlandıran Johansson, bolca görsel efektin kullanıldığı, oldukça karanlık bir estetiğe sahip filmin dünyasında oyunculuğuyla övgü toplamıştı. Üzerinden geçen yıllarla kıymeti giderek artan film sinema tarihi açısından da önem kazanmaya devam ediyor. Scarlett Johansson’ın kariyerine dönüp baktığımızda da hem oyunculuğu hem de filmin başarısıyla bu listenin en tepesinde yer almayı hak ediyor. 

    Marriage Story (2019)

    Johansson’ın drama oyunculuğunun en iyi örneklerinden birisi de Amerikan bağımsız sinemasının yıldız isimlerinden Noah Baumbach’ın yazıp yönettiği Marriage Story elbette. Burada Adam Driver’la karşılıklı olarak evlilikleri bitmekte olan bir çifti canlandıran Johansson’ın oyunculuk performansı partneri Driver ve bu rolle bir Oscar da kazanacak olan Laura Dern’le birlikte fazlasıyla övülmüştü. Johansson da performansıyla En İyi Kadın Oyuncu dalında bir Oscar adaylığı elde etmişti. Filmin bir ilişkinin anatomisini ele alan bol diyaloglu, oyuncuların omuzlarına epey yük bindiren ağır sahneleri oyuncuların bu yükün altından başarıyla kalkmalarıyla ciddi bir başarıya dönüşmüştü. 

    Her (2013)

    Spike Jonze’un yazıp yönettiği Her filmi belki de Scarlett Johansson’ın kariyerindeki en ilginç performanslardan birini barındırıyor. Zira başrolünde Joaquin Phoenix’in yer aldığı ve yakın gelecekte bir yapay zekâyla aşk yaşayan bir adamın hikâyesini anlatan filmde Johansson yapay zekâyı canlandırırken filmde sadece sesiyle yer alıyor. Sadece sesini duyduğumuz bir performansla, bir oyuncu için keyifli bir test niteliğindeki bu görevin başarıyla altından kalkan Johansson filmin başarısının en önemli sebeplerinden biri olarak gösterilmişti. Günümüzde yapay zekânın günlük hayattaki kapladığı alanın giderek büyümesiyle film de güncelliğini korurken Johansson’ın performansı hafızalarda taze kalmaya devam ediyor. 

    The Prestige (2006)

    Sinemanın yıldız yönetmenlerinden Christopher Nolan’ın kariyerinin görece erken bir döneminde çektiği ve çok sevilen filmlerinden The Prestige de Scarlett Johansson’ın yıldızını parlatan yapımlar arasında yer alıyor. Viktoryen dönemde geçen ve dönemin sihirbazlarının sahne rekâbetini takip eden filmde Hugh Jackman, Christian Bale ve Michael Caine gibi önemli oyuncularla birlikte rol alan Johansson bu iki sihirbazın asistanı Olivia Wenscombe karakterine hayat vermişti. Rebecca Hall, David Bowie, Andy Serkis gibi isimlerin de oyuncu kadrosunda yer aldığı görkemli film Scarlett Johansson’ın kariyerinde de önemli bir yere sahip. 

    Asteroid City (2023)

    Çağımızın pek çok önemli yönetmenin filmlerinde yer verdiği Johansson’ın filmografisi bir usta yönetmenler geçidi âdeta. Wes Anderson da bu isimlerden birisi. Yönetmenin 2023 yılında seyirciyle buluşan fllmi Asteroid City’de yine görkemli bir oyuncu kadrosuyla birlikte rol alan oyuncu filmde iki farklı karaktere hayat vermişti. Artık ismi başlı başına estetik bir yaklaşımı anlatan Wes Anderson’ın son dönem eserlerinden birisi olan Asteroid City, Anderson’ın bu dönemde yaptığı bütün filmler gibi Jason Schwartzman'dan Tom Hanks'e, Margot Robbie'den Tilda Swinton'a çok sayıda Hollywood yıldızını bir araya getiriyor. 

    The Avengers (2012)

    Belki de 2010’lu yılların en büyük sinema serilerinden olan ve günümüzde ana akım sinemanın kurallarını baştan yazan Marvel Sinematik Evreni’nin önemli figürlerinden birisi de Scarlett Johansson’ın hayat verdiği Black Widow karakteridir. Orijinal Avengers ekibinin bir parçası olan ve MCU evreni için kurucu nitelikteki filmlerden The Avengers’ta da rol alan Johansson’ın kariyeri bu filmle birlikte Hollywood’un en tepesine çıktı ve onu kendi kuşağının en önemli yıldızlarından birisi hâline getirdi. Sonradan başta Black Widow karakterine odaklanan spin-off da dâhil olmak üzere pek çok MCU filminde rol alan Johansson’ın Marvel yolculuğunda The Avengers önemli bir yer teşkil ediyor. 

    Jojo Rabbit (2019)

    Taika Waititi’nin 2019 yılında gösterime giren ve takip eden yıl bir Oscar da kazanan tarihsel komedisi Jojo Rabbit’in temel unsurlarından birisi Scarlett Johansson’dur. İkinci Dünya Savaşı sürerken Nazi Almanyası’nda bir Yahudi’yi evinde gizleyen bir karakteri canlandıran Johansson ser verip sır vermeyen bu karakteri yorumlayışıyla pek çok kişinin beğenisini kazanmıştı. Hem güzelliği hem de aksiyon ve bilimkurgu filmlerindeki performanslarıyla beğeni toplayan aktrisin drama oyunculuğu yönünden zengin yeteneklerini öne çıkaran yapımların başında geliyor Jojo Rabbit. Film, tarihe getirdiği mizahi ve oyunbaz yaklaşımla da pek çok kişinin beğenisini toplamaya devam ediyor. 

    The Other Boleyn Girl (2008)

    Johansson’un kariyerinin başlarında rol aldığı 2001 yapımı The Other Boleyn Girl de oyuncunun kariyerindeki önemli duraklardan birisi. 16. yüzyılda yaşamış bir aristokrat olan Mary Boleyn’in hayatından ve ona odaklanan bir tarihî romandan uyarlanan filmde Johansson bu karaktere hayat veriyor. Mary’nin ileride İngiltere Kraliçesi olacak kız kardeşi Anna Boleyn rolündeki Natalie Portman’la başrolü paylaşan Johansson henüz 24 yaşındayken gösterdiği muazzam performansla çok fazla kişinin beğenisini toplamıştı. Bilhassa tarih meraklılarının listelerinde mutlaka olması gereken bu kraliyet anlatısı Johansson’un kariyerinin de çıkış noktalarından birisi olarak hatırlanıyor. 

    En iyi 8 Scarlett Johansson filmini Türkiye’den çevrimiçi izleyin

    JustWatch ekibinin hazırladığı streaming rehberi sayesinde Scarlett Johansson’ın rol aldığı en iyi 8 filmi ve bu filmleri hangi platformlarda izleyebileceğinize dair tüm bilgileri bu sayfadan öğrenebilirsiniz. Dünyanın en büyük streaming rehberi olan JustWatch’ı kullanarak Prime Video, Disney+ ve MUBI gibi platformlardaki içeriklere de göz atabilirsiniz.

  • After Serisini Çevrimiçi İzleyin

    After Serisini Çevrimiçi İzleyin

    Ekrem Buğra Büte

    Ekrem Buğra Büte

    JustWatch Editörü

    Günümüz iletişim imkânlarının genişliği ve sosyal medyanın gücü hayatın her alanında olduğu gibi sinemada da fazlasıyla etkin. Kültürel üretimi kitlelerle buluşturma imkânlarının artması birçok farklı başarı hikâyesinin arkasındaki temel unsurlardan biri. 2019 yılında başlayan ve hızla büyüyerek bir seriye dönüşen After markası da bunlardan birisi. 

    Müzik grubu One Direction’ın ve Harry Styles’ın hayranı Anna Todd’un bu hayranlığından yola çıkarak yazdığı After adlı romanı Wattpad uygulamasında Imaginator1D adıyla yayınlamasının ardından roman kitlelere ulaşmış ve kendi başına ciddi bir ün kazanmıştı. Seri, 2019 yılında da sinemaya uyarlanarak hayran kitlesini daha da genişletti. Ardından gelen devam filmleri de bu furyayı devam ettirdi. Bu rehberde After serisinde yer alan tüm filmleri bir araya getiriyoruz. Filmlerden bazı detaylara yer veriyor ve bu filmleri hangi platformlarda izleyebileceğinize dair yönlendirmeler sunuyoruz. 

    After (2019)

    2019 yılında Jenny Gage’in yönetmenliğinde sinemaya uyarlanan After, romanın yazarı Anna Todd’un Wattpad’den gelen hayran kitlesini de peşine takar ve geniş bir kitleye ulaşır. Film temel olarak klasik romantik drama kodlarını kullansa da ikili ilişkilerin farklı görünümlerine, ilişkilerin yer yer kişiler üzerinde hasarlar bırakan karanlık yönlerine de alan açan tarzıyla ilgi çeker. Bu hikâyede Tessa Young (Josephine Langford) adlı bir üniversite birinci sınıf öğrencisi Hardin Scott (Hero Fiennes Tiffin) adlı gizemli bir gence âşık olur. İlk aşkın tutkusunu deneyimleyen iki genç, Hardin’in geçmişinden gelen karanlık bir sırla test edilecek ve ilişkileri farklı dönemeçlerden geçecektir. Romanda olduğu gibi genç yetişkin (young adult) yaş grubuna hitap eden hikâye bu kitle tarafından sahiplenilse de eleştirmenlerin görüşü pek bu yönde olmayacaktır. Öte yandan After, seyirci nezdinde bulduğu karşılıkla başarıya kavuşur ve ardından gelen devam filmleriyle bir seriye dönüşür. 

    After We Collided (2020)

    İlk filmin başarısının ardından hızla çekilen ve bir yıl sonra seyirciyle buluşan devam filmi After We Collided, ilk film gibi Anna Todd’un aynı adlı romanından uyarlanır. Todd'un bu kez filmin senaryosunda da imzası bulunur. Yönetmenlik koltuğunda ise Roger Kumble oturur. İkinci filmde de Tessa ve Hardin’in ilişkisini takip etmeye devam ederiz. İlk filmin sonunda ayrılan ikili bu filmde tekrar bir araya gelecek ve ilişkilerine ikinci bir şans verecektir. After We Collided, ilk film gibi eleştirmenler tarafından toksik ilişkileri yücelttiği ve basit hikâyesi nedeniyle yine sert biçimde eleştirilir ancak romanların ve ilk filmin hayranları filme büyük ilgi göstermeye devam eder. Genç yetişkin edebiyatının son dönem markalarından birisi olan After serisi, bu filmle birlikte başarısını sinemada da kalıcı hâle getirir. 

    After We Fell (2021)

    Serinin üçüncü filmi After We Fell’de Tessa ve Hardin ikilisini hayatın yeni zorlukları beklemektedir. Çiftimiz bu kez Tessa’nın alkolik babasıyla bağ kurmaya çalışırken hayatın başka zorluklarıyla da karşı karşıya gelir. Tessa’nın iş sebebiyle farklı bir şehre taşınması ihtimali önemli bir sınava dönüşürken çift, mutluluğu başka insanlarda aradıktan sonra tekrar birbirlerini bulur. Üçüncü film de Anna Todd’un aynı adlı romanından uyarlamadır. Yönetmenlik de bu kez Castille Landon’ın imzasını taşır. 2021 yapımı bu filmle birlikte After serisi artık kültürel bir fenomene dönüşmüştür ve günümüz kültür üretimi açısından da ilginç bir örnek olarak popüler edebiyat ve sinema tarihine geçer. Serinin başrol oyuncuları Josephine Langford ve Hero Fiennes Tiffin de artık dünya çapında bir şöhrete kavuşmuştur. 

    After Ever Happy (2022)

    Serinin dördüncü filmi After Ever Happy’de Tessa ve Hardin’in ilişkilerinde daha olgun bir aşamaya geçmesini izleriz. İkili birbirlerinin yaralarını ve zayıflıklarını deneyimleyerek öğrenir; zamanla birbirlerinden o kadar da farklı olmadıklarını keşfederler. Geçmişin yaraları ve bilhassa ailevi bağların izleri giderek daha görünür hale gelir. İkilinin yaşadıkları ve geçen zamanla birlikte Tessa ve Hardin artık bir aile kurmayı düşünmeye başlamışlardır. Anna Todd’un romanlarını takip etmeye devam eden seri artık neredeyse seri üretime geçmiş ve her yıl bir After filmi izleyiciyle buluşmuştur. Bu yeni filmin yönetmenliği bir önceki filmde olduğu gibi Castille Landon’a aittir ve iki filmin çekimleri birlikte yapılmıştır. 

    After Everything (2023)

    Serinin şu ana dek seyirciyle buluşan son filmi After Everything’in yönetmenliğini de Castille Landon üstlenir. Landon bu kez filmin senaryosuna da imza atar ve seride ilk kez bir Anna Todd romanı doğrudan biçimde takip edilmez. Dolayısıyla ilk kez özgün senaryosu olan bir After filmi izleriz. Hardin ve Tessa çifti bu hikâyede yeni bir ayrılık yaşamıştır. Hardin artık başarılı bir yazardır ve hayatına devam etmeye çalışmaktadır. Bu amaçla Portekiz’e gider. Ancak hayat bir şekilde onu Tessa’ya geri getirecektir. Aslında serinin son bölümü olacağı şeklinde duyurulan ve tanıtım kampanyası bu doğrultuda yapılan After Everything’in seyirciyle buluşmasının ardından bu karar değişmiş gibi görünüyor. Zira sonrasında biri ikilinin hayatının öncesine odaklanacak, diğeri ise çiftin çocuklarının hayatını takip edecek iki farklı film projesi duyuruldu. 

    After serisi devam edecek mi?

    After serisinin After Everything’le birlikte sona ereceği düşünülüyordu ancak sonrasında yeni filmlerin seriye ekleneceği duyuruldu. Çıkan haberlere göre iki ayrı After filmi gelecekte seyirciyle buluşacak. Filmlerin ikisini de Castille Landon’ın yazıp yönetmesi bekleniyor. Filmlere dair detaylar tam olarak belli olmasa da bir filmin çiftin çocukları Emery ve Auden Scott’ın etrafında kurulması bekleniyor. Burada Tessa ve Hardin anne-baba olarak yer alacak ancak hikâyenin merkezinde olmayacaklar. Serinin yıldızları Tiffin ve Langford’un da bu projede yer alması beklenmiyor. Bir diğer devam filmi ise bizi ilk filmde yaşananların öncesine götürecek. Anna Todd’un Before adlı novellasına odaklanacak filmde Hardin’in Tessa’yla tanışmadan önceki hayatını ve sorunlu aile yaşantısını takip edeceğiz gibi görünüyor. 

    After serisindeki tüm filmleri Türkiye’den çevrimiçi izleyin

    After serisini hangi sırayla ve nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız bu rehber size çok yardımcı olacak. JustWatch editörlerinin hazırladığı bu içeriği inceleyerek çeşitli streaming platformlarındaki kiralama, satın alma ve abonelik hizmetlerinden dilediğinizi seçebilirsiniz.

  • 2025’te 10 Yaşına Girecek Gişe Rekortmeni 10 Film

    2025’te 10 Yaşına Girecek Gişe Rekortmeni 10 Film

    Aslı Ildır

    Aslı Ildır

    JustWatch Editörü

    2015, pandemi öncesi dönemin gişe açısından en kârlı sinema yıllarından biriydi. Süper kahraman filmleri, aksiyon serileri ve animasyonların ağırlıkta olduğu 2015, bağımsız sinema ve küçük stüdyolar açısından da hareketli geçmişti. A24 gibi şirketlerin de yükselişe geçtiği 2015, Marvel Sinematik Evreni gibi uzun soluklu işlerin cazibesini henüz bugünkü kadar yitirmediği bir dönemin “altın” yılları arasındaydı.

    Bu listede gişede en yüksek rakamlara ulaşarak 2015 yılının hit yapımları hâline gelen, bazıları ise tüm zamanların en çok izlenen filmleri arasına giren 10 filmi derledik. Bu filmlere dair merak ettiğiniz detayları bu rehberden inceleyebilir, Türkiye’deki farklı streaming seçenekleriyle ilgili aradığınız her türlü bilgiye ulaşabilirsiniz.

    Avengers: Age of Ultron (2015)

    Serinin ilk filmi The Avengers’ın devam filmi olan Avengers: Age of Ultron, 2015’in en çok hasılat yapan dördüncü filmiydi. Marvel Sinematik Evreni’nin 11. filmi olan yapım, Iron Man, Thor, Hulk, Kaptan Amerika ve Hawkeye gibi süper kahramanları bir araya getiriyordu. Yenilmezler ekibinin Hydra isimli suç örgütüne karşı savaştığı film, 365 milyon dolarlık bütçesiyle şu ana dek yapılmış en pahalı filmlerden biri oldu. Film, Robert Downey Jr., Chris Hemsworth, Mark Ruffalo, Chris Evans ve Scarlett Johansson gibi isimlerin yer aldığı zengin oyuncu kadrosu ve üst düzey prodüksiyon tasarımıyla çok sayıda seyirciyi sinema salonlarına çekmeyi başardı. Yenilmezler ekibinin dünyayı kurtarma mücadelesi, Age of Ultron sonrasında ise Avengers: Infinity War ve Avengers: Endgame yapımlarıyla devam etti. 

    Furious 7 (2015)

    Tüm zamanların en popüler aksiyon serilerinden biri olan Fast & Furious’ın yedinci filmi Furious 7, 2015’in gişe hitleri listesinde üçüncü sırada yer alıyor. The Conjuring ve Saw serilerinin yaratıcısı James Wan’ın yönettiği yapım, yüksek tempolu aksiyon ve araba yarışı sahneleriyle büyük beğeni topladı. Filmin başrollerini ise bir kez daha serinin yıldız isimleri Vin Diesel, Paul Walker, Dwayne Johnson ve Michelle Rodriguez paylaştı. Çekimleri Los Angeles, Colorado, Abu Dhabi ve Tokyo gibi şehirlerde gerçekleşen Furious 7’ın prodüksiyonu, Paul Walker’ın trajik bir araba kazası sonucu hayatını kaybetmesi sonrası ertelenmişti. Walker’ın kalan sahnelerini ise kardeşleri Caleb ve Cody Walker tamamlamıştı. 

    Inside Out (2015)

    Disney ve Pixar’ın en sevilen animasyonlarından Inside Out, hâlâ son on yılın en yaratıcı işlerinden biri kabul ediliyor. Küçük bir kız çocuğunun zihnine beş farklı duygunun (neşe, üzüntü, öfke, tiksinti, korku) gözünden baktığımız film, dünya prömiyerini Cannes Film Festivali’nde yapmıştı. Monsters, Inc., Up ve Soul gibi işleriyle tanınan Pete Docter imzalı film, genellikle “neşe” duygusuna odaklanan benzerlerinden ayrılıyor ve çocuklara “üzüntü” duygusunu kabullenmeyi ve sevmeyi öğütlüyordu. En İyi Animasyon dalında Oscar kazanan yapımın devam filmi Inside Out 2 ise 2024’te vizyona girdi. Ergenlikle birlikte devreye giren anksiyete, utanç, haset ve sıkıntı gibi duyguların konu edildiği film, tıpkı ilk film gibi büyük bir beğeniyle karşılandı. 

    Jurassic World (2015)

    2015’in en çok izlenen ikinci filmi Jurassic World, Steven Spielberg’in yaratıcısı olduğu Jurassic Park serisinin dördüncü filmi. Serinin aynı adlı ikinci bölümünü başlatan film, bir kez daha bizi “modern” dinozorların büyülü fakat korkutucu dünyasına davet ediyor. Başrollerinde Chris Pratt ve Bryce Dallas Howard’ın yer aldığı yapım, bir önceki filmin 22 yıl sonrasını anlatıyor. Kosta Rika’da geçen hikâyede, tehlikeli bir dinozor türünün kaçması sonucu kaosa sürüklenen kurmaca Isla Nublar adası konu ediliyor. Spielberg ve orijinal serinin yıldızlarından Sam Neill’in övgüyle bahsettiği yapım, dinozorları canlandırırken kullanılan gelişmiş görsel efektleriyle dikkat çekiyor. Serinin anlatı evreni, Jurassic World: Fallen Kingdom, Dominion ve Rebirth isimli üç farklı devam filmiyle yıllar içinde de genişlemeye devam etti.

    Minions (2015)

    2010’ların en popüler sevilen animasyon serilerinden Despicable Me’nin spin-off’u Minions, vizyona girdiği 2015 yılının en çok izlenen beşinci filmi olmuştu. Serinin üçüncü halkası olan yapım, çağlar boyunca kendilerine yaşayan en kötücül efendiyi bulmaya çalışan sevimli minyonların eğlenceli maceralarına odaklanıyordu. Yönetmenliğini Despicable Me filmlerinden tanıdığımız Pierre Coffin ve Kyle Balda’nın üstlendiği yapımın seslendirme kadrosunda Sandra Bullock, Jon Hamm, Michael Keaton ve Steve Coogan gibi yıldız isimler yer alıyordu. 2022’de Minions: The Rise of Gru’yla devam eden serinin yeni filmi ise 2026’da vizyona girecek. 

    Mission: Impossible - Rogue Nation (2015)

    Tüm zamanların en popüler aksiyon serilerinden Görevimiz Tehlike’nin beşinci filmi olan Mission: Impossible - Rogue Nation, 710 milyon dolarlık gişe hasılatıyla büyük bir başarı elde etti. Sonraki iki filme de imza atan Christopher McQuarrie’nin yönettiği yapım, Tom Cruise’un ajan Ethan Hunt rolünde sergilediği akıl almaz aksiyon sahneleriyle izleyiciyi bir kez daha kendisine hayran bırakmıştı. Ne yaparsa yapsın bir şekilde yalnız ve savunmasız kalmayı başaran kahramanımız, bu sefer ise Impossible Missions Force’un kapanmasının ardından Syndicate denen terör örgütüne karşı tek başına savaşmak zorunda kalıyordu. Oldukça yüksek bir bütçeyle hayata geçirilen proje; Londra, Viyana ve Casablanca gibi fazlasıyla sinematik şehirleri mesken tutmuştu. 

    Spectre (2015)

    Mission: Impossible - Rogue Nation’u geride bırakarak 2015’in en çok izlenen altıncı filmi olan Spectre, sinema tarihinin en uzun soluklu serilerinden James Bond’un 24. filmi. Daniel Craig’in Bond rolünde yer aldığı serinin dördüncü filmi olan Spectre’de, bir komployu açığa çıkarmaya çalışan kahramanımız, beklenmedik bir şekilde kendi karanlık geçmişiyle yüzleşmek zorunda kalıyor. “Cool” havasından ödün vermeyen aksiyon sahneleriyle beğeni toplayan Sam Mendes imzalı film, seyircisini bir anda ultra lüks mekânlardan izbe sokaklara sürükleyebiliyor. Christoph Waltz, Léa Seydoux, Ben Whishaw, Monica Bellucci ve Ralph Fiennes’in de yer aldığı yıldız oyuncu kadrosuyla öne çıkan Spectre, Sam Smith imzalı tema şarkısı “Writing's on the Wall”la Oscar ödülü kazanmıştı.

    Star Wars: Episode VII - The Force Awakens (2015)

    Sinema tarihinin efsanelerinden Star Wars serisinin yeni üçlemesi, 2015 yılında Star Wars: Episode VII - The Force Awakens ile başlamıştı. Lucasfilm’in Walt Disney tarafından satın alınmasından sonra ortaya çıkan proje, eski ve yeni karakterleri bir araya getiriyor, efsaneye iddialı bir geri dönüş yapıyordu. 533 milyon dolarlık bütçesiyle, bugüne kadar çekilmiş en yüksek bütçeli yapım statüsüne erişen film, bu bütçenin karşılığını fazlasıyla verdi. The Force Awakens, dünya genelinde 2,07 milyar dolarlık gişe hasılatı elde ederek yalnızca 2015’in değil, ABD sinema tarihinin de en çok izlenen yapımı olarak en üst sıraya yerleşti. Yönetmenliğini J. J. Abrams’ın üstlendiği filmin oyuncu kadrosunda, orijinal üçlemeden Harrison Ford ve Mark Hamill gibi isimler de yer alıyordu.

    The Hunger Games: Mockingjay - Part 2 (2015)

    The Hunger Games: Mockingjay - Part 2, 2010’ların en popüler serilerinden The Hunger Games’in üçüncü filmi. Suzanne Collins’in Mockingjay romanından uyarlanan yapımın ilk bölümü 2014’te vizyona girmişti. Oyuncu kadrosunda Jennifer Lawrence, Liam Hemsworth, Woody Harrelson ve Julianne Moore gibi isimlerin yer aldığı yapım, sınıfsal olarak keskin sınırlarla ayrılmış distopik bir Kuzey Amerika tahayyül ediyordu. Ölümcül bir yarışmadan sağ çıkarak ezilenlere umut olan Katniss’i takip eden yapım, kahramanımızın Başkan Snow’u öldürerek Panem halkını özgürleştirme mücadelesine odaklanıyordu. Yönetmen koltuğunda Constantine (2005) filmiyle tanıdığımız Francis Lawrence’ın yer aldığı yapım, ayrıca 2014’te kaybettiğimiz usta oyuncu Philip Seymour Hoffman’ın da son filmiydi.

    The Martian (2015)

    Senenin gişede en başarılı olan bilimkurgu filmlerinden biri ise, Mars’ta mahsur kalan bir astronotun hikâyesini konu alan The Martian'dı. Andy Weir’in aynı adlı romanından uyarlanan yapımın başrolündeki Matt Damon, tıpkı Saving Private Ryan’da olduğu gibi bir kez daha “arkada bırakılan” karakteri canlandırıyordu. Usta yönetmen Ridley Scott imzalı yapım, dünya prömiyerini Toronto Film Festivali’nde gerçekleştirmişti. Danışmanları arasında NASA'nın Gezegen Bilimleri bölümünün yöneticisi James L. Green’in de yer aldığı film, özellikle detaylı prodüksiyon tasarımı ve “ilk yerleşimci” temalı hikâyesiyle büyük beğeni toplamıştı. İnsanlık için “çok da” uzak olmayan bir olasılığı olabildiğince gerçekçi bir şekilde resmetmek isteyen Scott, filmin çekimleri için Budapeşte’de dünyanın en büyük film setlerinden birini kurmuştu.   

    2025’te 10 yaşına basan gişe rekortmeni 10 filmi Türkiye’den çevrimiçi izleyin

    2025’te 10 yaşına basan gişe rekortmeni 10 filmi Türkiye’den nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehberi inceleyerek çeşitli streaming platformlarındaki kiralama, satın alma ve abonelik hizmetlerinden dilediğinizi seçebilirsiniz. 

  • Nicholas Hoult’un En İyi Film ve Dizilerini Çevrimiçi İzleyin

    Nicholas Hoult’un En İyi Film ve Dizilerini Çevrimiçi İzleyin

    Berke Göl

    Berke Göl

    JustWatch Editörü

    1989 yılında İngiltere’de, Berkshire’da doğan Nicholas Hoult 90’lı yılların sonlarından itibaren çocuk oyuncu olarak pek çok filmde oynadıktan sonra ilk büyük çıkışını henüz 13 yaşındayken, 2002 tarihli About A Boy’la yaptı. Kariyeri emin adımlarla yükselen oyuncu, aradan geçen yirmi yılı aşkın sürede büyük bütçeli aksiyon filmlerinden polisiye gerilimlere, tarihî epiklerden fantastik yapımlara çok farklı türlerde hep aynı şekilde etkileyici bir performans ortaya koymayı başardı.

    Son olarak James Gunn imzalı Superman’de sinema tarihinin unutulmaz kötülerinden Lex Luthor’a yeniden hayat veren Nicholas Hoult’un kariyerinin köşe taşlarını merak ediyorsanız, JustWatch’ın hazırladığı bu rehbere göz atabilirsiniz.

    About a Boy (2002)

    Londra’da yaşayan 38 yaşında özgür ruhlu, başına buyruk bir adam olan Will Freeman, bir gün artık tüm arkadaşlarının evlenmek ve çocuk sahibi olmak gibi yetişkin sorumluluklarını üstlenmeye başladıklarını fark eder ve boşluğa düşer. Bekâr bir baba numarası yaparak bekâr annelerle görüşmeye başlayan Will, bağlanma zorunluluğu hissetmeden bir dizi kısa süreli ilişki yaşar. Ama pek çok açıdan kendisinden çok farklı olan 12 yaşındaki Marcus’la tanışınca hayata bakışı değişmeye başlayacaktır. Nick Hornby’nin aynı adlı sevilen romanından uyarlanan About A Boy’da büyümemiş gözde bekâr Will’i Hugh Grant canlandırırken, Nicholas Hoult da onun geçireceği değişimi tetikleyen küçük Marcus rolündeki parlak performansıyla dikkatleri üzerine çeker.

    Skins (2007-2013)

    Yirmili yaşlarına yaklaşan Hoult’un dikkatlerini üzerine çektiği yapımlardan biri, ergenlik dönemine keskin ve gerçekçi bir bakış atan İngiliz gençlik draması Skins olur. Büyüme sancılarıyla, kimlik arayışıyla ve duygusal ilişkilerle mücadele eden bir grup genci konu alan dizi her bölümünde farklı bir karakterin kişisel yolculuğuna odaklanır. Tabu meseleleri ele alma konusundaki cesaretiyle hem beğeni toplayan hem de tartışma yaratan dizinin ilk iki sezonunda Nicholas Hoult, etrafındakileri manipüle etme eğilimindeki zeki ve karizmatik Tony Stonem’i canlandırır. Tony’nin karmaşık kişiliğini yansıtmadaki becerisiyle övgüler alan Hoult, yeri geldiğinde sert, yeri geldiğinde kırılgan olabilen bir karakter portresi ortaya koymuştur.

    A Single Man (2009)

    Ünlü moda tasarımcısı Tom Ford’un ilk uzun metrajlı filmi A Single Man etkileyici atmosferi ve görsel dünyasıyla dikkat çeken bir dramdır. 1962 yılının Los Angeles’ında geçen film, aniden ölen sevgilisinin yasını tutan İngiliz akademisyen George Falconer’ı merkeze alır. Büyük bir acı çeken George gerçeklik ile hatıralar arasında gidip gelirken yaşamına son vermeyi dahi düşünür. Eşcinselliğin çok daha fazla toplumsal baskıyla karşılaştığı bir dönemde geçen A Single Man’de Nicholas Hoult, George’un acısını anlayan ve onunla bağ kurmaya çalışan Kenny Potter adında bir öğrencisini canlandırır. Nazik olduğu kadar baştan çıkarıcı Kenny karakterinin, duygusal anlamda filmin merkezinde yer aldığı söylenebilir.

    X-Men: First Class (2011)

    Kariyeri hızla yükselen Nicholas Hoult, 2011 yılında X-Men serisinin prequel’ı niteliğindeki Matthew Vaughn imzalı X-Men: First Class’te rol alır. Soğuk Savaş döneminde, 1960’larda geçen film X-Men’in ve Mutant Kardeşliği’nin ortaya çıkışını anlatırken Charles Xavier ve Magneto arasındaki yakın dostluğa ve ilk fikir ayrılıklarına da yer verir. İkili, genç mutantları toplayarak bir ekip kurmaya çalışırken Sebastian Shaw’un ortaya çıkışı, dünyayı felaketin eşiğine sürükleyecektir. Çizgi roman estetiğini tarihî bir arka planla birleştiren X-Men: First Class’te Nicholas Hoult, nihayetinde “Beast” karakterine dönüşecek olan, insanüstü bir çevikliğe sahip bilim insanı Hank McCoy’u canlandırır. Hank’in dışarıya yansıyan çekingenliği ile içinde kopan fırtınaları başarıyla temsil eden Hoult, karakteri X-Men serisinin sonraki filmlerinde de canlandıracaktır.

    Mad Max: Fury Road (2015)

    George Miller’ın efsanevi Mad Max serisine uzun yıllar sonra geri dönüşünü müjdeleyen ve gerek izleyiciyi gerekse eleştirmenleri gafil avlayan epik distopya Mad Max: Fury Road, aynı zamanda Nicholas Hoult’un da en unutulmaz performanslarından birine sahne olur. Çölleşmiş bir dünyada geçen filmde Tom Hardy ve Charlize Theron, Immortan Joe’ya karşı mücadele eden Max ve Furiosa’yı canlandırırken Hoult da kötücül Immortan Joe’nun sadık askerleri arasında yer alan “savaş çocuğu” Nux rolündedir. Nux’ın çılgınlığını, gözükaralığını ve ilerleyen sahnelerde karakterinin kazandığı trajik niteliği mükemmelen perdeye yansıtan Hoult, pek çok izleyici için filmden geriye kalan en etkileyici öğelerden biri olur. Altı dalda Oscar ödülü kazanan Mad Max: Fury Road’un Nicholas Hoult filmografisinde özel bir yere sahip olduğunu söylemek yanlış olmaz.

    The Favourite (2018)

    Yorgos Lanthimos’u büyük bir Hollywood yıldız haline getiren The Favourite filminde Nicholas Hoult, güçlü kadın figürlerinin savaşına sahne olan sarayda kendi konumunu korumaya çalışan muhalefet lideri Robert Harley rolündedir. Emma Stone’un canlandırdığı Abigail’i etkisi altına almaya ve böylece kraliçeyi manipüle etmeye çalışan Harley, filmin hiciv yüklü tonuna uygun olarak zeki ve sinsi, ama aynı zamanda gösterişli ve teatral bir karakter olarak resmedilir. Esas sahne Rachel Weisz, Emma Stone ve Olivia Colman’a aittir elbette ama Nicholas Hoult da onları destekleyen bir performans ortaya koymayı başarır. On dalda Oscar’a aday olup Olivia Colman’a En İyi Kadın Oyuncu ödülü kazandıran The Favourite, hiç kuşkusuz Hoult’un kariyerinin en nadide parçalarından biridir.

    Tolkien (2019)

    Yüzüklerin Efendisi’nin ve Hobbit’in yazarı J.R.R. Tolkien’in gençliğine odaklanan Dome Karukoski imzalı Tolkien, yazarın lise yıllarındaki dostluklarını, Edith Bratt’le yaşadığı aşkı ve Birinci Dünya Savaşı’nda cephede edindiği dehşet verici deneyimleri takip eder. Tolkien’in bu dönemde yaşadıkları ile eserlerinin zengin dünyası arasındaki bağlantıyı kurmaya çalışan film, bir yandan da genç Tolkien’in dile yatkınlığına ve hayal gücünün genişliğine özel bir vurgu yapar. Tolkien çok iyi eleştiriler almasa da başroldeki Nicholas Hoult, efsaneleşmiş bir figürü ete kemiğe büründürme konusunda çok iyi iş çıkarır ve bir kez daha derinlikli bir karakter portresi ortaya koymayı başarır.

    The Great (2020-2023)

    Nicholas Hoult’un kariyerindeki en önemli dizilerden biri, Çariçe Büyük Katerina’nın gençlik yıllarını konu alan The Great’tir. Prusya’dan gelip Çar III. Peter’le evlenen ve hızla iktidarı ele geçiren Katerina’nın çevresiyle ve özellikle de kocası Peter’le ilişkisini merkeze alan dizi, saray içindeki politik entrikaları keskin bir mizahla ele alır. İktidar, patriyarka, devrim gibi kavramları işlerken benimsediği üslup açısından Yorgos Lanthimos’un The Favourite’ini, anakronik bir bakıştan beslenen mizah anlayışı açısından da Sofia Coppola’nın Marie Antoinette’ini akla getiren dizi büyük beğeniyle karşılanır ve pek çok dalda Emmy ödülü kazanır. Çar III. Peter’i oynayan Nicholas Hoult çocuksu olduğu kadar dehşet verici bir despot portresi çizer. Hoult’un bu roldeki komedi zamanlaması övgülerle karşılanmış, kendisine Altın Küre ve Emmy dahil çeşitli adaylıklar kazandırmıştır.

    Nosferatu (2024)

    Korku ve gerilim sinemasının günümüzdeki en saygın isimlerinden Robert Eggers’ın yönettiği Nosferatu, Almanya’nın Wisborg kasabasında yaşayan yeni evli emlakçı Thomas Hutter’ın gizemli Kont Orlok’la bir iş görüşmesi yapmak üzere Transilvanya’ya gitmesini ve bu yolculukla karısı Ellen’ın başına büyük bir bela açmasını konu alır. Gergin atmosferi ve karanlık görselliğiyle dikkat çeken Nosferatu’nun başrollerini Bill Skarsgård, Lily‑Rose Depp ve Willem Dafoe’yla paylaşan Nicholas Hoult, Thomas Hutter karakterinin yaşadığı korku, dehşet ve çaresizlik hissini kuvvetli bir biçimde yansıtır, doğaüstü olayların ortasında kalan sıradan bir adama kattığı insani boyutla rol arkadaşlarının performanslarını da yükseltir.

    The Order (2024)

    Justin Kurzel’ın yönettiği The Order 1983 yılında, Idaho eyaletinde geçen bir polisiye gerilimdir. Senaryosu yaşanmış olaylara dayanan film, FBI ajanı Terry Husk’ın ve peşine düştüğü beyaz üstünlükçü radikal örgütün hikâyesini anlatır. Nicholas Hoult’un örgütün liderlerinden Bob Mathews’u canlandırdığı film, western manzaralarının sükuneti ile şiddet ve gerilim dozu yüksek bir anlatıyı bir araya getirir. Başrolü Jude Law’la paylaşan Nicholas Hoult bir kez daha derinlikli bir karakter portresi çizmeyi başarır. Bob Mathews’un tüm korkunçluğuna rağmen karizmatik ve çekici karakteri, radikal örgütlerin kitleler nezdindeki cazibesine dair önemli bir altyapı sunar ve filmi sıradan bir gerilimden karakter odaklı psikolojik bir dramaya dönüştürür.

    Nicholas Hoult’un rol aldığı en iyi film ve dizileri Türkiye’de çevrimiçi izleyin

    Yıldızı giderek daha çok parlayan Nicholas Hoult’un en iyi film ve dizilerini Türkiye’de hangi platformlarda izleyebileceğinizi merak ediyorsanız streaming platformlarıyla ilgili güncel verilerimize göz atabilir, hangi film ya da dizinin kiralama, satın alma ve abonelik seçenekleriyle izlenebildiğini öğrenebilirsiniz.

  •  Netflix’te İzleyebileceğiniz En İyi 10 Seri Katil Filmi ve Dizisi

    Netflix’te İzleyebileceğiniz En İyi 10 Seri Katil Filmi ve Dizisi

    Aslı Ildır

    Aslı Ildır

    JustWatch Editörü

    Seyircinin ilgisini daima çekmeyi başaran seri katil hikâyeleri, Netflix kataloğunun en çok izlenen türleri arasında yer alıyor. Bu ilginin farkında olan platform, hem true crime türündeki belgeselleri hem de seri katil konulu işleriyle üretime hızla devam ediyor. Bizi katillerin çarpık zihinlerinin kıvrımlarında dolandıran ve merakımızı cezbeden bu yapımlar, dikkatin en önemli sermaye olduğu çağımız için âdeta biçilmiş kaftan. 

    Bu listede klasiklerden yeni yapımlara, antoloji dizilerden uzun metraj filmlere seri katil temalı on film ve diziyi bir araya getirdik. Listedeki yapımlara dair merak ettiğiniz detayları bu rehberden inceleyebilir, Türkiye’deki farklı streaming seçenekleriyle ilgili aradığınız her türlü bilgiye ulaşabilirsiniz.

    Dexter (2006)

    Tüm zamanların en sevilen suç dizilerinden Dexter, çifte yaşam süren bir seri katile odaklanıyor. 2006’dan 2013’e kadar sekiz sezon boyunca devam eden dizinin başrolünde, Six Feet Under’dan tanıdığımız Michael C. Hall yer alıyor. Darkly Dreaming Dexter adlı Jeff Lindsay romanından uyarlanan dizi, Miami Polis Departmanı’nda çalışan kan analisti Dexter Morgan’ın, cezasız kalmış suçluları öldürdüğü çifte yaşamını konu alıyor. Dizinin yaratıcılığını üstlenen isim ise, bir başka kült dizi The Sopranos’un da yazarları arasında yer alan James Manos Jr. Büyük bir hayran kitlesi yaratan ve seri katil temalı yapımların popülerleşmesine katkıda bulunan dizinin; Dexter: New Blood, Dexter: Original Sin ve Dexter: Resurrection adlı üç devam projesi bulunuyor.

    The Fall (2013)

    BBC yapımı polisiye dizi The Fall, çalışan kadınları öldüren bir seri katili ve onu yakalamaya çalışan dedektif Stella Gibson’ı merkezine alıyor. Başrollerini kült polisiye The X Files’ın yıldızı Gillian Anderson ve Jamie Dornan’ın paylaştığı yapımın yaratıcısı Allan Cubitt, hikâyeyi yazarken Dennis Rader adlı Amerikalı seri katilden esinlenmiş. Katilin kim olduğunu baştan ele veren The Fall, daha çok karakterlerin psikolojisi ve dedektifle katil arasındaki gerilimle ilgileniyor. Dizide psikopat bir katili canlandıran Dornan’ın performansı, konunun uzmanları tarafından da oldukça “gerçekçi” ve aslına uygun bulunmuştu. Üç sezon boyunca devam eden dizinin çekimleri ise, hikâyenin de geçtiği Kuzey İrlanda’nın başkenti Belfast’ta gerçekleşti.

    Slasher (2016)

    Antoloji formatında yayınlanan Netflix imzalı Slasher, her sezonunda farklı bir seri katile odaklanan bir korku derlemesi. Her hikâyede başka bir oyuncu kadrosunun yer aldığı yapım; The Executioner, Guilty Party, Solstice, Flesh & Blood ve Ripper adlı beş farklı sezondan oluşuyor. Dizinin her sezonunda maskeli bir katilin nedensiz yere işlediği korkunç cinayetlere tanık oluyoruz. Hem hikâyedeki sürprizler hem de seyirciyi şok eden şiddet sahneleriyle dikkat çeken dizi, gore severler için biçilmiş kaftan. Yetenekli oyuncu kadrosuyla dikkat çeken ve slasher türünü bugünden bakarak yeniden yorumlayan yapım, özellikle dizinin “final kızı” Katie McGrath’ın performansıyla beğeni toplamıştı.

    Mindhunter (2017)

    Se7en ve Zodiac gibi iki seri katil temalı klasiğe imza atan David Fincher, Mindhunter’da benzer bir hikâyeye bu kez dizi formatının sağladığı olanaklarla daha derinlikli bir bakış atmıştı. Netflix, Fincher’la olan bu başarılı işbirliğinin ardından yönetmenle Love, Death & Robots ve The Killer gibi işlerde de yeniden bir araya geldi. Yetmişlerin sonunda geçen dizi, ABD’de suç üzerine yapılan çalışmaların şekil değiştirdiği ve daha sosyolojik bir boyut kazandığı bir dönemi ele alıyor. Dizi, seri katillerin psikolojisiyle ve bu zihinleri birbirine bağlayan toplumsal kalıplarla ilgilenen üç FBI çalışanının araştırmalarına odaklanıyor. Başrollerini Jonathan Groff, Holt McCallany ve Anna Torv’un paylaştığı Mindhunter; seri katil röportajlarından alınan gerçekçi sahneleriyle büyük ses getirmiş, ancak hayranlarının tüm ısrarına rağmen iki sezonun ardından sona ermişti. 

    You (2018)

    Caroline Kepnes’in aynı adlı roman serisinden uyarlanan ve Netflix’in en popüler yapımlarından birine dönüşen You, geçtiğimiz aylarda beşinci sezonuyla final yaptı. Başrolünde Penn Badgley’in yer aldığı dizi, saplantılı bir stalker olan Joe Goldberg’in bir seri katile dönüşme hikâyesini ele alıyor. Çarpık bir aşk anlayışı olan Joe, sevdiği kadınları takıntı haline getiriyor, onlara sahip olmak ve kontrol edebilmek için sayısız suç işliyor. Her sezonda kimlik değiştiren Joe’yla birlikte farklı bir kurbanın hikâyesine tanık oluyoruz. “Sempatik ve yakışıklı” seri katiliyle pek çok tartışmanın da konusu olan You, sürükleyici hikâyesiyle “hızlı tüketime” fazlasıyla uygun bir psikolojik gerilim.

    In the Shadow of the Moon (2019)

    Bilimkurgu esintileri de taşıyan In the Shadow of the Moon, seri katil-takıntılı dedektif ikilisine odaklanan bir başka psikolojik gerilim. Netflix orijinal dizisi Sweet Tooth’a de imza atan Jim Mickle’ın yönettiği film; sıra dışı bir seri katilin peşine düşen polis memuru Thomas Lockhart’a odaklanıyor. Dedektif olmak isteyen Lockhart, dokuz senede bir cinayet işleyen işleyen katilin eylemlerini mantık yoluyla açıklayamayınca, tıpkı Zodiac’taki gibi obsesifleşmeye ve akıl sağlığını yitirmeye başlıyor. Seri katilin hikâyesinden yola çıkarak insan zihnin tehlikeli bölgelerinde keşfe çıkan filmin başrolünde ise, Narcos ve The Sandman gibi dizilerdeki performansıyla tanıdığımız Boyd Holbrook yer alıyor. Sürükleyici senaryosuyla öne çıkan film, özellikle akıl oyunları ve yapbozvari anlatıları seven izleyiciler için ideal.

    There’s Someone Inside Your House (2021)

    Stephanie Perkins’in aynı adlı romanından uyarlanan Netflix orijinal yapımı There’s Someone Inside Your House, kimliği belirsiz seri katilimizin kasabaya dehşet saçtığı bir başka slasher. Yönetmenliğini Creep ve The Overnight filmleriyle tanınan Patrick Brice’ın üstlendiği yapımın yapımcıları arasında korku sinemasının usta yönetmenlerinden James Wan da yer alıyor. Nebraska’da geçen film, yalnızca gençleri hedef alan maskeli bir katilin ortaya çıkmasıyla altüst olan bir kasabayı konu alıyor. Kurbanlarını en karanlık sırlarını ifşa etmekle tehdit eden bu katil, Osborne Lisesi’ndeki öğrencileri tek tek katletmeye başlıyor. Özellikle Halloween ve Scream gibi klasiklerden izler taşıyan yapım, mizahı tonuyla yer yer bir slasher parodisi olmaya da yaklaşıyor. 

    The Serpent (2021)

    BBC yapımı The Serpent, Fransız seri katil Charles "the Serpent" Sobhraj’ın işlediği cinayetlerden esinlenen bir suç dizisi. 1975-1976 yılları arasında pek çok otostopçuyu öldüren Charles’ı dizide canlandıran isim ise, A Prophet filmiyle tanıdığımız Tahar Rahim. Çekimleri Bangkok’ta gerçekleşen yapım, 70’leri âdeta yeniden yaratan mizansenleri ve Rahim’in başarılı performansıyla büyük beğeni toplamıştı. Derinlikli senaryosuyla öne çıkan dizi, bir mite dönüşmüş olan Charles Sobhraj figürünün ardında yatanları tüm detaylarıyla ortaya koyuyor ve onu “yeryüzüne indiriyor”. 8 bölümlük bir mini dizi formatında yayınlanan The Serpent, kurbanlarını hippielerden seçen Charles’ın hikâyesi üzerinden dönemin karşı kültür politikalarına da farklı bir bakış açısı getiriyor.

    Dahmer (2022)

    Son dönemin popüler suç dizilerinden Netflix imzalı Dahmer (ya da asıl ismiyle Dahmer – Monster: The Jeffrey Dahmer Story), Monster isimli antoloji dizinin ilk halkası. Yaratıcılığını Ryan Murphy ve Ian Brennan’ın üstlendiği dizi, her sezonunda başka bir katili konu alıyor. Dizinin, 1978–1991 yılları arasında 17 kişiyi öldüren Jeffrey Dahmer’e odaklanan ilk sezonunu, Lyle ve Erik Menendez’i merkeze alan ikinci sezon izledi. İlk sezona ismini de veren ünlü seri katili canlandıran isim ise, yine Ryan Murphy’nin sevilen işlerinden American Horror Story ve X-Men serisindeki Quicksilver rolüyle tanıdığımız Evan Peters. Primetime Emmy ve Altın Küre Ödülleri’nde pek çok dalda aday gösterilen Dahmer, Peters’a En İyi Erkek Oyuncu dalında Altın Küre kazandırmıştı. 

    The Pale Blue Eye (2022)

    Louis Bayard’ın aynı adlı romanından uyarlanan The Pale Blue Eye, 1830’da geçen bir dedektiflik hikâyesi. Başrolünde ünlü yıldız Christian Bale’in yer aldığı yapım, bir dizi cinayeti araştırmaya girişen Augustus Landor ve yardımcısı “Edgar Allan Poe”ya odaklanıyor. Yönetmenliğini ve senaristliğini Crazy Heart, Out of the Furnace ve Black Mass gibi filmleriyle tanınan Scott Cooper’ın üstlendiği yapımın oyuncu kadrosunda Harry Melling, Gillian Anderson ve Robert Duvall gibi isimler de bulunuyor. Kurduğu dedektiflik anlatısını gotik bir korku atmosferiyle harmanlayan The Pale Blue Eye, özellikle prodüksiyon tasarımı ve tarihi referanslarıyla dikkat çekmişti.  

    Netflix kataloğundaki seri katil temalı yapımları Türkiye’den çevrimiçi izleyin

    Netflix’te yayınlanan en iyi 10 seri katil filmini ve diziyi Türkiye’den nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehberi inceleyerek çeşitli streaming platformlarındaki kiralama, satın alma ve abonelik hizmetlerinden dilediğinizi seçebilirsiniz. 

  • Culpa Mía Filmlerini Çevrimiçi İzleyin

    Culpa Mía Filmlerini Çevrimiçi İzleyin

    Berke Göl

    Berke Göl

    JustWatch Editörü

    Arjantin asıllı İspanyol yazar Mercedes Ron’un amatör yazarların kaleme aldığı kurmacalara yer veren internet sitesi Wattpad’de 2017-2018 arasında yayınlanan Culpa Mía üçlemesi kısa zamanda büyük bir okuyucu kitlesine ulaştı, ardından Penguin Random House tarafından matbu olarak da basıldı. Romanların 2023’te Amazon Prime Video’da gösterime giren Culpa Mía’yla başlayan ekran macerası da yoğun bir ilgiyle karşılaşınca filmlerin İngilizce uyarlamalarının yapılması kaçınılmaz oldu. Son yılların en büyük gençlik filmi fenomenlerinden birine dönüşen Culpa Mía’yla ilgili merak ettiğiniz her şey, JustWatch’ın hazırladığı bu rehberde.

    Culpa Mía (2023)

    Annesi çok zengin bir adamla evlenince 17 yaşındaki Noah da tüm hayatını geride bırakıp ailenin malikânesine taşınmak zorunda kalır. Bu gösterişli dünyaya alışması zaman alan Noah ile üvey babasının asi oğlu Nick arasında çatışmalı bir şekilde başlayan ilişki yerini hızla karşı konulması güç bir çekime bırakır ve ikili gizlice sevgili olur. Ancak Noah’nın telefonuna gelen gizemli tehdit mesajları, onları gerilimli bir sürecin içine çekecektir. Amazon Prime Video’nun İngilizce olmayan içerikleri arasında, ilk üç günü itibariyle o güne kadarki en yüksek izlenme oranını yakalayan Culpa Mía, ardından 2023’ün en çok izlenen Prime filmi unvanını da kazandı. Gençlik filmi, aşk hikâyesi, erotik gerilim ve aksiyon türlerini harmanlama biçimiyle dünya çapında geniş bir izleyici kitlesine ulaşan filmin devam filmlerinin çekilmesi de gecikmedi.

    Culpa Tuya (2024)

    Nick ile Noah’nın ilişkisi, anne babalarının onları ayırma çabalarına rağmen tam gaz devam etmektedir. Öte yandan Nick de değiştiğini, artık dövüşe, yasadışı araba yarışlarına ve kızlara düşkün o asi genç olmadığını Noah’ya göstermek için elinden geleni yapmaktadır. Üniversiteye giden Noah, Briar adında enerjik bir kızla arkadaş olurken Nick de babasının hukuk şirketine girer ve burada Sofía adında çekici bir kadınla birlikte çalışmaya başlar. Aralarına giren mesafe, bir süre sonra ilişkilerine de yansıyacaktır. Başrollerdeki Nicole Wallace ve Gabriel Guevara’yı bir kez daha bir araya getiren Culpa Tuya, macerayı bir adım ileriye taşırken önceki filmin başarısını tekrarladı ve dünya çapında çok yüksek izleyici sayılarına ulaştı.

    Culpa Nuestra (2025)

    Bir düğün sırasında kavga edip ayrılan Nick ve Noah, dört yıl sonra yeniden bir araya gelirler. Gerek ailelerinin baskıları, gerekse karşılaştıkları başka engeller bu ilişkiyi sınamış, gerçekten de birbirleri için “doğru insan” olup olmadıkları konusunda onları bir kararla karşı karşıya bırakmıştır. Geçmişteki zorlukları atlatıp tekrar birbirlerine sarılmak ya da yüreklerine taş basıp yollarını kesin olarak ayırmak onların elindedir artık. Çekimleri ikinci filmle peş peşe gerçekleştirilen ve Prime Video’da Ekim 2025’te gösterime girmesi planlanan Culpa Nuestra’nın üçlemeye nasıl bir nokta koyacağı serinin hayranları tarafından merakla bekleniyor. Ancak bu üçüncü filmin de büyük bir ilgiyle karşılanacağı ve izlenme rekorları kıracağı şimdiden garanti sayılabilir.

    My Fault: London (2025)

    İspanya yapımı ilk filmin büyük başarısının ardından yapımcılar Culpa Mía’nın İngilizce yeniden yapımını çekmek üzere hemen kolları sıvadılar ve My Fault: London 2025 başında Prime Video’da izleyiciyle buluştu. Başrollerini Asha Banks ve Matthew Broome’un paylaştığı filmde ABD doğumlu Noah Londra’ya taşınıyor ve Nick’le burada tanışıyordu. Mekân ve dil değişikliği dışında olay örgüsünün büyük ölçüde aynı kaldığı filmde Mercedes Ron’un romanını bu kez perdeye Melissa Osborne uyarlarken, yönetmenliği de Charlotte Fassler ve Dani Girdwood birlikte üstleniyorlardı. Film, özgünlükten uzak öyküsüne rağmen yapım kalitesi ve başrol oyuncuları arasındaki kimya açısından hayranların beğenisini kazanmayı başardı.

    Culpa Mía Serisinin Geleceği Hakkında Neler Biliyoruz?

    Orijinal üçleme bu yıl Ekim ayında tamamlanırken, Culpa Mía’nın İngilizce uyarlamasının da ikinci ve üçüncü filmleri yolda. Çekimleri bugünlerde tamamlanan Your Fault: London’ın 2025 yılı içinde, Our Fault: London’ın ise 2026’da izleyici karşısına çıkması bekleniyor.

    Culpa Mía Serisini Türkiye’de çevrimiçi izleyin

    Son yılların en popüler gençlik filmi serilerinden biri olan Culpa Mía’nın Türkiye’de hangi platformlar üzerinden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız streaming platformlarıyla ilgili güncel verilerimize göz atabilir, hangi filmin kiralama, satın alma ve abonelik seçenekleriyle izlenebildiğini öğrenebilirsiniz. 

  • Twin Peaks’i Hangi Sırayla İzlemelisiniz?

    Twin Peaks’i Hangi Sırayla İzlemelisiniz?

    Ekrem Buğra Büte

    Ekrem Buğra Büte

    JustWatch Editörü

    Twin Peaks, yalnızca usta yönetmen David Lynch’in değil tüm zamanların en dikkat çekici dizilerinden birisi. Aynı zamanda dizilerin günümüzde sahip olduğu prestijli konumun öncülleri arasında. Lynch’in Mark Frost’la birlikte yaratıcılığını üstlendiği ve filmografisinde de özel bir konuma sahip olan Twin Peaks, adını aldığı kasabada yaşanan bir kadın cinayetinin izinden farklı unsurları bir araya getiren sıra dışı bir dünyanın kapılarını aralar.

    1990’da bir televizyon dizisi olarak başlayan, bir uzun metraj film ve bazı ek sahnelerle dizinin sorduğu sorulara cevaplar sunan ve son olarak 2017 yılında yeni bir sezonla geri dönen Twin Peaks, hiç kuşkusuz David Lynch’in başyapıtlarından birisi. Sinema ve televizyon tarihinde bıraktığı iz de kimselere nasip olmayan türden. Bu rehberde yakın zamanda kaybettiğimiz Lynch’in imzasını taşıyan Twin Peaks dünyasına ait film ve dizileri hangi sırayla izlemeniz gerektiğini anlatıyoruz. 

    Twin Peaks 1. Sezon (1990)

    Pek çok açıdan televizyon tarihine hatırı sayılır bir iz bırakacak Twin Peaks, 1990 yılında ABC kanalında yayına başlar. Klasik polisiye ve gerilim unsurlarının kullanıldığı ilk bölümde Laura Palmer adlı bir genç kadının canice öldürülmesinin ardından Twin Peaks kasabasında yaşananları takip etmeye başlarız. Kyle MacLachlan’ın canlandırdığı Ajan Cooper karakterinin de hikâyeye dâhil oluşuyla bu uzun, karmaşık, sorularla dolu, özel deneyim başlar. Dizi klasik bir polisiye gibi başlarken bölümler ilerledikçe fantazi, komedi, korku unsurlarını kullanan bir alaşıma dönüşür ve tam da Lynch’e özgü biçimde kendine benzer gibi görünen her şeyden farklılaşır. Lynch’in yönetimi ve MacLachlan’ın başroldeki performansının yanı sıra Angelo Badalamenti’nin unutulmaz müzikleri de dizinin imza unsurları arasındadır. Öte yandan devam ettiği yıllar boyunca sayıları daha da artan yetenekli oyuncunun canlandırdığı bol karakterli anlatı dünyası da giderek genişleyecektir. 

    Twin Peaks 2. Sezon (1991)

    8 bölüm süren ilk sezonun ardından Twin Peaks ikinci sezonuyla geri döner. Karakter sayısı giderek çoğaldığı gibi bölüm sayısı da artmıştır. İkinci sezon 22 bölümden oluşur. İlk sezonun kendine has dünyasını sürdürürken hem hacim hem de nitelik olarak o dünyayı epey genişleten bu sezonda Ajan Cooper’ın Laura Palmer cinayetinin soruşturmasına devam etmesini izleriz. Bu soruşturma Cooper’ı Palmer’ın katilinden çok daha fazlasına götürecektir. Red Room ve Black Lodge gibi Twin Peaks dünyasının tanımlayıcı unsurları arasındaki gizemlerin içine doğrudan dalan ikinci sezon ilkine göre çok daha serbest ve cevabı belirsiz sorularla ilerler. Öte yandan Audrey Horne, Şerif Truman, Bobby Briggs, Donna Hayward ve Shelly Johnson gibi karakterlerin hikâyeleri de kendi devinimleri içerisinde gelişmeye devam eder. İkinci sezonun David Lynch’in yönetmenlik koltuğunda oturduğu sezon finali, yalnızca dizinin değil Lynch’in sinemasının da zirve noktaları arasındadır. Ne yazık ki bu başyapıt dizi ikinci sezonun ardından kanal tarafından iptal edilir. Neyse ki David Lynch ve Mark Frost’un bu evreni kolay kolay bırakma niyeti pek yoktur. 

    Twin Peaks: Fire Walk with Me (1992)

    Twin Peaks’in ikinci sezonu sonrasında beklenmedik şekilde iptal edilmesinin ardından dizinin hayranlarının beklentileri yıkılmıştır. Sezon finalinin ardından neler olduğu belirsizliğini bir süre daha koruyacak olsa da David Lynch, Twin Peaks’in dünyasını genişletmeye kararlıdır. İkinci sezondan bir yıl sonra, uzun metraj bir film olarak vizyona giren Twin Peaks: Fire Walk with Me, dizinin ilk sezonunda yaşananların yedi gün öncesine götürür seyirciyi. Hem bu olayların arka planına dair bazı bilinmedik soruları cevaplar hem de izleyiciye Laura Palmer’ın son yedi gününe tanıklık etme şansı sunar. Dizinin oyuncularının neredeyse tamamı bu yeni proje için tekrar bir araya gelir. Film doğrudan dizinin hayranlarına yönelik yapıldığı için gişede bekleneni pek verememiş olsa da zaman içerisinde kültleşerek Twin Peaks evreninin değerli bir parçasına dönüşür. Kimileri Twin Peaks anlatısına giriş yapmanın doğru yolunun Twin Peaks: Fire Walk with Me’den başlamak olduğunu düşünse de bu uzun metraj film dizinin dünyasına aşina olanlar gözetilerek çekilmiştir ve anlatıyı çekim sırasına göre takip etmek daha mantıklı olacaktır. 

    Twin Peaks: The Missing Pieces (2014)

    David Lynch, esas olarak Twin Peaks: Fire Walk with Me için beş saatlik bir malzemeye sahipti fakat film kısaltılıp 134 dakikaya indirilmiş ve vizyona bu uzunlukta girer. Fakat Lynch bu kesilen sahneleri 2014 yılında Twin Peaks: The Missing Pieces adıyla yayınlar. Twin Peaks: Fire Walk with Me’nin esas olarak Laura Palmer’ın hikâyesine odaklanmasını isteyen yönetmen bilhassa Palmer’la aynı katil tarafından öldürülen Teresa Banks’in hikâyesi ve dizideki karakterlerin günlük yaşantılarına odaklanan pek çok sahneyi filmden kesmişti. Bu sahneler Twin Peaks: The Missing Pieces’te bir araya getirilir ve uzun metraj bir film formatında yayınlanır. 91 dakikalık süresiyle bu hacmi doldursa da The Missing Pieces bir tür antoloji gibi işler ve kendinden önceki anlatılara doğrudan bağlı konumdadır. Lynch ve Frost’un yıllar içerisinde başta Audrey Horne’a odaklanan bir spin-off olmak üzere Twin Peaks’e dönme ihtimalleri belirir ancak bunun tam olarak gerçekleşmesi için biraz daha beklemek gerekecektir.

    Twin Peaks: The Return (2017)

    2017 yılında, dizinin zaman içerisinde biriken ve yeni kuşaklarla daha da genişleyen hayran kitlesinin senelerdir süren bekleyişi son bulur ve Twin Peaks geri döner. İkinci sezonun sonunda Laura Palmer’ın Ajan Cooper’a söylediği “25 yıl sonra görüşürüz” sözleri bir tür kehanete dönüşmüştür âdeta. Dizi, gerçekten de ikinci sezondan tam 25 yıl sonrasında yaşananlara odaklanır. Tam 18 bölüm sürecek yeni sezon hem David Lynch’in son büyük eseri olarak tarihe geçecek hem de bu büyük sanatçının ustalık eseri olarak anılacaktır. Bütün bölümlerin senaryosunu David Lynch ve Mark Frost kaleme alırken Lynch aynı zamanda her bölümün yönetmenlik koltuğundadır. Başta Kyle MacLachlan’ın Ajan Cooper’ı olmak üzere pek çok karakter geri dönmüş, yanlarına yenileri de eklenmiştir. Dizi, bu uzun erimli anlatı boyunca geçmişten gelen pek çok soruyu kendine has tarzıyla cevapladığı gibi bunları yeni sorulara evriltir. Öte yandan, sezonun efsanevi 8. bölümü gibi insanlığın “kötülük”le imtihanı üzerine başlı başına bir sanat eseri değeri görecek üretimler de içerir. Twin Peaks: The Return, hayranları fazlasıyla memnun etmekle kalmaz, Twin Peaks efsanesini adına yaraşır bir finalle sinema tarihinde anıtlaştırır. 

    Twin Peaks’i Türkiye’de nereden izleyebilirim?

    Tüm zamanların en iyi dizilerinden Twin Peaks’in tüm sezonlarını ve bu evrende geçen diğer filmleri Türkiye'de hangi platformdan izleyebileceğinizi bu içerikte açıklıyoruz. David Lynch’in dünyasında nadide bir değere sahip olan bu dünyaya yeni giriş yapacaklar için de, diziye geri dönen hayranlar için de temel bilgileri bir araya getirdiğimiz rehberde Twin Peaks'in farklı platformlardaki izleme seçeneklerini de bulabilirsiniz.

  • Trolls Serisi Hangi Sırayla İzlenmeli?

    Trolls Serisi Hangi Sırayla İzlenmeli?

    Aslı Ildır

    Aslı Ildır

    JustWatch Editörü

    Danimarkalı tasarımcı Thomas Dam tarafından 1956’da yaratılan Troll bebekler - ya da diğer ismiyle “İyi Şans Trolleri” - tüm zamanların en popüler oyuncaklarından biri. Bir İskandinav halk hikâyesinden esinlenen bebekler, 1990’larda yeniden popüler hâle geldi ve çeşitli filmlere, hatta video oyunlarına konu oldu. Örneğin, dönemin en sevilen oyuncaklarından bir geçit sunan Toy Story, bu nostalji geçidinde troll bebeği de unutmamıştı.

    Doğrudan troll bebeklerin maceralarına odaklanan DreamWorks imzalı Trolls serisinin ilk filmi ise 2016’da geldi. Serinin anlatı evreni, bugüne dek üç uzun metraj film, iki televizyon dizisi ve iki özel bölümle genişlemeye devam etti. Bu filmlere dair merak ettiğiniz detayları bu rehberden inceleyebilir, Türkiye’deki farklı streaming seçenekleriyle ilgili aradığınız her türlü bilgiye ulaşabilirsiniz. 

    Trolls (2016)

    Müzikal-komedi türündeki Trolls, doğrudan troll bebeklere odaklanan ve üç filmden oluşan serinin ilk halkası. Filmin yönetmenliğini Shrek Forever After, The Lego Movie 2 ve Kung Fu Panda 4 gibi yapımlarıyla tanıdığımız Mike Mitchell üstleniyor. Trollerin rengarenk, neşeli ve tasasız dünyasıyla açılan film, bu ütopyanın “Bergen” denilen ve trollerle beslenen yaratıkların tehdidi altına girmesini konu alıyor. Bu işgalin ardından, birbirinden oldukça zıt karakterlere sahip iki troll - Prenses Poppy ve Branch - evlerini kurtarmak için tehlikeli bir maceraya atılıyor. Müzikleri Justin Timberlake imzalı yapımda şarkıları ve karakterleri seslendiren isimler arasında Gwen Stefani, Zooey Deschanel, Anna Kendrick ve Ariana Grande gibi yıldız isimler yer alıyor. Filmin çok sevilen çıkış parçası "Can't Stop the Feeling!", Timberlake’e bir Grammy kazandırmıştı. 

    Trolls Holiday (2017)

    İlk olarak Amerikan televizyon kanalı NBC’de yayınlanan Trolls Holiday, 26 dakikalık bir Noel özel bölümü. Filmin hikâyesi, artık trolleri yiyemedikleri için Trollstice isimli bayramlarını da kutlayamayan Bergen kasabasıyla açılıyor. Prenses Poppy, bu duruma bir çözüme üretmek için Bergenlerle Troll bayramını paylaşmaya karar veriyor ve kasabaya doğru yola çıkıyor. Ancak çok geçmeden Poppy, iki halk arasındaki kültürel farklılıkların bu paylaşımın önünde bir engel oluşturabileceğini fark ediyor. Kendrick, Timberlake ve Deschanel’in yeniden seslendirme kadrosunda yer aldığı film, 5,36 milyon izleyiciye ulaşarak 1966 yapımı How the Grinch Stole Christmas!'tan sonra en çok izlenen Noel filmi olarak kayıtlara geçmişti.

    Trolls: The Beat Goes On! (2018–2019)

    Trolls evreninin ilk televizyon dizisi Trolls: The Beat Goes On!, 2018-2019 yılları arasında 8 sezon ve 52 bölüm halinde Netflix’te yayınlanmıştı. 24 dakikalık kısa bölümlerden oluşan yapım, bu sefer farklı bir seslendirme kadrosuyla hayata geçirildi. Birinci film sonrasında yaşanan olaylara odaklanan film, bir kez daha Poppy ve Branch’ın eğlence ve heyecan dolu maceralarını takip ediyordu. İyimser ve neşeli Poppy ile karamsar ve evhamlı Branch’ın arkadaşlığını merkezine alan hikâye, bu tezattan beslenen mizahıyla dikkat çekti. Bergenlerle birlikte yaşamaya alışmaya çalışan Trollerin dünyasında geçen yapım, farklılıklara karşı hoşgörülü olmak ve affetmek üzerine naif bir hikâye anlatıyordu.

    Trolls World Tour (2020)

    Film serisinin ikinci halkası olan Trolls World Tour’da, ilk filmin yıldızları Timberlake ve Kendrick, bir kez daha Branch ve Poppy olarak kadroya geri dönüyor. Müziğe, dansa ve eğlenceye fazlasıyla düşkün olan Troller, bu sefer de kendilerinden bambaşka müzikler dinleyen hemcinsleriyle tanışıyor. Ancak bu gruplardan birinin başındaki Kraliçe Barb, tüm Trolleri rock müzik altında toplamak için harekete geçince işler sarpa sarıyor. Tıpkı Bergenler ve Troller arasındaki çatışmaya odaklanan ilk filmde olduğu gibi, Trolls World Tour’da da farklı olanı anlamak ve ötekiyle birlikte var olmak üzerine kurulu bir hikâye anlatılıyor. Filmin dünyasından yola çıkan ve Branch’la Poppy’nin bu sefer Caz Kraliçesi’ne karşı mücadele verdiği Trolls: Remix Rescue isimli bir video oyunu da bulunuyor. 

    Trolls: TrollsTopia (2020–2022)

    Serinin ikinci televizyon dizisi olan Trolls: TrollsTopia, 2020-2022 yılları arasında yedi sezon olarak yayınlandı. Bir kez daha kahramanlarımız Poppy ve Branch’i merkezine alan dizi, farklı müzik türleri yüzünden ayrı düşen Trolleri bir araya getirmeye çalışan prensesin hikâyesiyle başlıyor. Prenses Poppy, “TrollsTopia” adını verdiği bu bölgeye her gruptan bir temsilci çağırıyor ve bu sayede farklılıklara saygı duyarak, uyum içinde yaşamayı umut ediyor. Birbirleriyle sağlıklı bir şekilde iletişim kurmayı öğrenen Troller, bu süreçte farklı olmanın illaki düşman olmayı gerektirmediğini anlıyor. Seyirciyi farklı Troll türleriyle da tanıştıran ve bir kez daha dostluk ve dayanışma temasına odaklanan Trolls: TrollsTopia, ilk dizide olduğu gibi yine çoğunlukla slapstick komedi üzerine kurulu, eğlenceli bir dünya vadediyor. 

    Trolls Holiday in Harmony (2021)

    Serinin ikinci Noel özel bölümü olan Trolls Holiday in Harmony, bir kez daha seyircisini Trollerin bayram sırasında yaşadıkları eğlenceli olaylara ortak ediyor. Her daim parlak fikirlerle ve Troll dünyasını daha da neşelendirecek önerilerle gelen Poppy, bu sefer ise sürpriz bir “hediye değiştirmece” geleneği başlatıyor. Ancak Poppy ve Branch hediye çekilişinde birbirlerinin ismini çekince, işler hiç olmadığı kadar karışıyor. Televizyon dizilerinde yerlerini başka oyunculara emanet eden Timberlake ve Kendrick, bu kez ise keyifli Noel temalı şarkılarla kadroya geri dönüyor. İlk olarak yine NBC’de yayınlanan bu bölüm, bir önceki Noel özel bölümü kadar izlenmese de, yine de kayda değer bir izleyici kitlesine ulaşmıştı.

    Trolls Band Together (2023)

    Film serisinin üçüncü halkası Trolls Band Together, bir kez daha bizi Trollerin müzik ve dostlukla örülü, rengârenk ve capcanlı dünyasına davet ediyor. Yerinde duramayan ve daima macera peşinde koşan kahramanlarımız Poppy ve Branch, bu kez Branch’in abisi Floyd’un peşine düşüyor. Branch’in çocukluk hikâyesini öğrendiğimiz filmde, geçmişte Floyd ve kardeşlerinin kendi müzik gruplarını nasıl dağıttığına tanık oluyoruz. Filmin seslendirme kadrosunda ana oyunculara ek olarak Camila Cabello, Amy Schumer ve RuPaul gibi sürpriz isimler de yer alıyor. Rock’tan pop’a farklı türler arasında gezinen zengin soundtrack albümüyle dikkat çeken yapım, çatışmalarla dolu kardeşlik ilişkileri ve aile olmak üzerine dokunaklı bir hikâye anlatıyor.   

    Trolls serisini Türkiye’den çevrimiçi izleyin

    Trolls serisini Türkiye’den nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehberi inceleyerek çeşitli streaming platformlarındaki kiralama, satın alma ve abonelik hizmetlerinden dilediğinizi seçebilirsiniz.

  • Dexter Dizileri Hangi Sırayla İzlenmeli?

    Dexter Dizileri Hangi Sırayla İzlenmeli?

    Berke Göl

    Berke Göl

    JustWatch Editörü

    İlk olarak 2006’da Showtime’da izleyiciyle buluşan Dexter anti-kahraman anlatılarına yepyeni bir boyut kazandırmış, polisiye türünde psikolojik analizlere, duygusal derinliğe çok daha fazla yer verilmesi konusunda öncü yapımlardan biri olmuştu. TV dizisi kavramının 2000’li yılların ortasından itibaren geçirdiği estetik dönüşümde de pay sahibi olan dizi, uzunca bir aradan sonra Dexter: New Blood’la ekrana döndüğünden beri, evrenini genişleterek yola devam ediyor. 

    Bu ay Paramount+’ta yayına başlayan yeni dizi Dexter: Resurrection öncesinde hazırladığımız listeye bakarak bugüne kadar izleyiciyle buluşan tüm Dexter dizileri hakkında bilgi edinebilir, Dexter’ı hangi sırayla izleyeceğinize karar verebilirsiniz.

    Dexter (2006-2013)

    Dexter’ın 2006 sonbaharında başlayan ilk sezonu, otuzlu yaşlarındaki Dexter Morgan’ı merkeze alır. Gündüzleri Miami Polis Departmanı’nda adli tıp görevlisi olarak çalışan Dexter, geceleri bambaşka bir kimliğe bürünerek yasal prosedürlerin yetersizliği ya da yetkililerin yozlaşmışlığı yüzünden hak ettiği cezayı bulmayan katilleri hedef alan bir “vigilante”ye dönüşmektedir. Jeff Lindsay’nin Darkly Dreaming Dexter adlı romanından uyarlanan ilk sezon büyük bir başarı kazanınca hem dizinin hem de romanların devamı gelir. Toplam sekiz sezon süren ve özellikle dördüncü sezonunda doruk noktasına ulaşan dizi, Michael C. Hall’a bir Altın Küre ödülü ve birçok Emmy adaylığı kazandırır. Öte yandan Dexter, ekranda şiddetin ayrıntılarını ve adli tıp prosedürlerini resmetme biçimiyle gerçek hayatta işlenen pek çok cinayete ilham verdiği yönünde eleştirilere de maruz kalmıştır.

    Dexter: New Blood (2021-2022)

    Sekizinci sezonun sonunda kendisini bir kasırga sırasında ölmüş gibi gösterip New York eyaletinde küçük bir kasabaya taşınan Dexter, yeni bir kimlikle sakin bir hayat yaşamaktadır ve sevgilisi de kasabanın şerifidir. Aradan on yıl geçmiştir ve Dexter her şeyi geride bıraktığını, içindeki öldürme arzusunu tamamen bastırdığını düşünmektedir. Ancak bir gün oğlu Harrison onun izini bulunca, geçmişin Dexter’ın yakasını kolay kolay bırakmayacağı da anlaşılır. 10 bölümlük bir mini dizi olarak tasarlanan Dexter: New Blood, özellikle Dexter’ın sekizinci sezondaki tartışmalı finaline kıyasla daha çok beğenilir, ayrıca karakterin geri dönüşü ve yeni hikâyenin duygusal yoğunluğu da olumlu eleştiriler alır.

    Dexter: Original Sin (2024- )

    2024’te başlatan prequel dizisi Dexter: Original Sin, izleyiciyi kahramanın gençlik yıllarına götürür. 1991 yılında genç Dexter Morgan Miami Polis Departmanı’nda staj yaparken bir yandan da kişiliğinin karanlık yüzüyle mücadele etmektedir. Kendisini evlat edinen polis dedektifi Harry Morgan’ın da yardımıyla Dexter, içindeki şiddet eğilimini cezalandırılmamış seri katilleri yakalayıp öldürmek için kullanmaya başlar. Genç Dexter’ı Patrick Gibson’ın, babasını Christian Slater’ın canlandırdığı diziye Michael C. Hall da anlatıcı sesiyle katılır. Karakterin psikolojik yapısını ve çelişkilerle dolu ruh dünyasını derinlikli bir bakışla ele alan dizi, beğeniyle karşılanan ilk sezonunun ardından ikinci sezon onayını almış durumda.

    Dexter: Resurrection (2025- )

    11 Temmuz tarihinde seyirci karşısına çıkan on bölümlük Showtime dizisi Dexter: Resurrection, Dexter: New Blood’ın kaldığı yerden devam ederken, karakterin Dexter: Original Sin’deki arka plan hikâyesiyle de tutarlı bir olay örgüsünü takip ediyor. New Blood’ın birkaç hafta sonrasında başlayan dizide Dexter, ölümcül bir kurşun yarası almasına rağmen mucizevi bir şekilde kurtuluyor ve New York’ta oğlu Harrison’ın peşine düşüyor. Burada kendini bir tür cinayet kulübünün ortasında bulan Dexter, bir yandan da peşindeki Miami Polis Departmanı’ndan ve Yüzbaşı Angel Batista’dan kaçmaya çalışıyor. Clyde Phillips’in yaratıcısı olduğu Dexter: Resurrection’da Michael C. Hall efsanevi karaktere yeniden hayat verirken oyuncu kadrosuna Uma Thurman ve Peter Dinklage gibi yıldızlar da ekleniyor.

    Dexter dizileri, anlatı kronolojisine göre hangi sırayla izlenmeli?

    Sekiz sezonun ardından 2013’te ekranlara veda eden, ardından 2020’lerle birlikte yeniden hayatımıza giren Dexter’ı hikâyenin kronolojik sırasına göre izlemek isterseniz aşağıdaki sırayı takip edebilirsiniz: 

    • Dexter: Original Sin
    • Dexter
    • Dexter: New Blood
    • Dexter: Resurrection

    Dexter dizilerini Türkiye’de çevrimiçi izleyin

    Televizyon tarihinin en sevilen ve en tartışmalı seri katil anlatılarından birini sunan Dexter’ı Türkiye’de hangi platformlar üzerinden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız streaming platformlarıyla ilgili güncel verilerimize göz atabilir, hangi filmin kiralama, satın alma ve abonelik seçenekleriyle izlenebildiğini öğrenebilirsiniz. 

  • Final Fantasy Evreninde Geçen Film ve Dizileri Çevrimiçi İzleyin

    Final Fantasy Evreninde Geçen Film ve Dizileri Çevrimiçi İzleyin

    Ekrem Buğra Büte

    Ekrem Buğra Büte

    JustWatch Editörü

    Video oyunlarının popüler kültür üzerindeki etkisi her geçen gün artıyor. Geçmişte popüler olan sinema ürünlerinin bilgisayar oyunlarına taşınması alışkanlığı bir süredir iyice tersine dönmüş durumda. Pek çok başarılı bilgisayar oyununun uzun metraj filmlere ya da uzun soluklu dizilere dönüşmesine aşinayız. Öte yandan sinema ve televizyon dünyası arasındaki bu alışveriş alışkanlığı uzun yıllara dayanıyor aslında. 

    Bu örneklerin başında da 1980’lerde Japonya’da ortaya çıkan ve hızla büyüyen hayran kitlesiyle her geçen yıl genişlemeye devam eden Final Fantasy geliyor. Final Fantasy, bir RPG (role-playing game) oyunu olarak 1987 yılında, Square Enix etiketiyle piyasaya sürülmüş ve önce Japonya’da sonra tüm dünyada çığ gibi büyümüştü. Bugüne kadar 16 farklı devam oyunu piyasaya sürüldü ve Final Fantasy evreni zaman içerisinde başta televizyon ve sinemada olmak üzere farklı mecralarda genişlemeyi sürdürdü. Bu rehberde Final Fantasy evreni içerisinde üretilen film ve dizileri bir araya getiriyoruz. Bu evrendeki hikâyelerin genelde birbirinden farklı kollardan ilerleyen bağımsız öykülerden oluştuğunu ve bu örnekleri geniş bir antolojinin unsurları olarak görmek gerektiğini de hatırlatalım.

    Final Fantasy: Legend of the Crystals (1994)

    Efsanevi oyun Final Fantasy’nin alametifarikalarından birisi her bir oyuna hâkim olan detaylı ve dramatik “ara sahne” (sinematik)'lerdir. Final Fantasy oyun deneyimi çoğunlukla interaktif oyun sekanslarıyla hikâye anlatımına odaklı sinematik sahneler arasındaki dengeye dayalıdır. Dolayısıyla Final Fantasy’nin sinema ve televizyona geçişi oldukça doğal yollardan olur. Bunun ilk örneği ise 1994 yılında geliştirilen anime dizisi Final Fantasy: Legend of the Crystals’dır. Dizi doğrudan video piyasasına çıkar ve Final Fantasy V oyununun devamı olarak işler. Dizi, oyunun 200 yıl sonrasında geçmesine rağmen hikâye akışları doğrudan bağlantılıdır. Burada oyundaki karakterlerin mirasçılarını izleriz. Final Fantasy: Legend of the Crystals, o dönem yalnızca Japonya’da popüler olan bir oyun serisinin farklı medya mecralarına geçişi ve daha çok tanınmaya başlaması açısından milat niteliğinde bir dizi olarak görülebilir.

    Final Fantasy: The Spirits Within (2001)

    Final Fantasy oyun evrenini uzun metraj bir sinema filmine uyarlayan ilk örnek ise 2001 tarihli Final Fantasy: The Spirits Within olur. The Spirits Within, Final Fantasy ruhuna uygun biçimde tamamen bilgisayar oyunu grafikleriyle üretilir ve dönemin şartları içerisinde bu çok pahalı ve uygulanması zor bir teknik uğraş gerektirir. Zira yapımın film formatına getirilmesi yıllar alır ve büyük bir bütçeyle tamamlanır. Bu, aynı zamanda The Spirits Within’i tarihin tamamen bilgisayarla üretilmiş ilk fotorealistik filmi de yapar. Sonuç olarak film yıldızlarla dolu seslendirme kadrosuna da güvenerek 2001 yılında geniş çapta vizyona girer fakat her ne kadar görsel olarak bir devrim olarak sayılsa da hikâyenin Final Fantasy oyunlarından kopukluğu nedeniyle gişede büyük bir hüsran yaşar. Günümüzde hâlâ sinema tarihinin en büyük gişe çöküşlerinden biri olarak hatırlanan The Spirits Within, yapım firması Square’in büyük bir mali krize girmesine de neden olur. 

    Final Fantasy: Unlimited (2001-2002)

    Final Fantasy zaman içerisinde üretilen farklı dizi ve filmlerle bir anime serisi olarak da değerledirilmeye açıktır. Bunun ikinci örneği ise 2001 yılında yayınlanmaya başlayan ve 25 bölüm süren anime Final Fantasy: Unlimited’dır. Başta daha uzun soluklu bir proje olarak planlansa da The Spirits Within’in gişedeki başarısızlığı ve daha çok çocuklara yönelik bir anlatı takip etmesi gibi nedenlerle dizi 25 bölümün sonunda final yapar. Unlimited, anne ve babalarını bulmaya çalışan 12 yaşındaki ikiz kardeşleri takip ederken evrenin büyülü dünyasına farklı yollardan giriş yapmaya çalışır. Ancak oyunların yarattığı etkinin sinema ve televizyona taşınma çabası, kendinden önceki örneklere benzer şekilde tam anlamıyla karşılık bulmaz. Unlimited’ın hikâyesi, sonrasında roman ve manga gibi mecralarda devam edecektir. 

    Final Fantasy VII: Advent Children (2005)

    Final Fantasy genel anlamda bir evreni tanımlarken yıllar içerisinde bu evren birbirinden ayrı kollarda işleyen pek çok farklı hikâyeye ayrılır. Genelde ana oyun serisinin uzantısı olarak farklı mecralarda bu hikâyeler devam ettirilir. 1997 yılında çıkan ve hâlâ tüm zamanların en iyi bilgisayar oyunlarından biri olarak bilinen Final Fantasy VII’ın etrafında da farklı mecralara uzanan alt bir Final Fantasy dünyası oluşur. Bu dünyanın ana unsurlarından biri de 2005 tarihli CGI filmi Final Fantasy VII: Advent Children’dır. Advent Children, Final Fantasy VII oyununda anlatılan hikâyeyi doğrudan devam ettirir ve ona yeni katmanlar ekler. Film, üretilmesinden yirmi yıl geçmiş olmasına rağmen hâlâ görsel efektleri ve bilgisayar oyunu dünyasını film evrenine taşıma kabiliyetiyle beğeni toplamaya devam ediyor. 

    Last Order: Final Fantasy VII (2005)

    Last Order: Final Fantasy VII de Final Fantasy VII’ın zaman içerisinde büyüyen alt evrenine ait ürünlerden biridir. Advent Children’ın içerisinde bir ek ürün olarak yayınlanan Last Order, anime estetiğinde 25 dakikalık bir kısa filmdir ve Final Fantasy VII’da geçen iki farklı flaschback’in alternatif yorumları olarak işler. Dolayısıyla oyunun hikâye akışından ayrılır. Bazı detaylara daha fazla önem verirken birçok unsura da farklı yaklaşımlar getirir. Ayrıca animenin özelliklerini kullanarak oyunun dünyasına estetik olarak farklı bir katman da açmış olur. Bilhassa serinin hayranları için önemli eklemelerden birisi olan Last Order, sonrasında Crisis Core adlı oyunda anlatılacak hikâyeyle de bağlantısı nedeniyle Final Fantasy evreninin önemli eklemeleri arasında kendisine yer bulur.

    Kingsglaive: Final Fantasy XV (2016)

    Fabula Nova Crystallis adlı alt seriye bağlı olarak çıkan 2016 tarihli Final Fantasy XV oyunu, yapımcı şirket Square Enix tarafından bu hikâye evrenini genişletecek sinematik ürünlerle desteklenir. Oyunla aynı yıl yayınlanan Kingsglaive: Final Fantasy XV adlı CGI filmi bunların başında gelir. Film unsuru bu kez doğrudan oyun evrenini genişletmek için bir katman olarak kullanılır ve oyuna paralel bir hikâye bu şekilde anlatılır. Kingsglaive de serideki benzerleri gibi hayranlar tarafından gayet sevildi ve bilhassa görsel efektleriyle beğeni topladı. Öte yandan artık Final Fantasy evreni Japonya sınırlarını çoktan aşmış ve dünya çapında bir fenomene dönüşmüştü. Kingsglaive’in İngilizce seslendirme kadrosunda Sean Bean, Lena Headey ve Aaron Paul gibi popüler oyuncular yer aldı. 

    Brotherhood: Final Fantasy XV (2016)

    Square Enix’in 2016 yılında Final Fantasy XV ile birlikte piyasaya sürdüğü bir başka sinematik ürün de Brotherhood: Final Fantasy XV’di. Beş bölümlük bir animasyon mini-dizi olarak çekilen Brotherhood, oyunun takip ettiği zaman aralığında geçer ve temel olarak başta Noctis Lucis Caelum olmak üzere oyunun karakterlerinin arka plan hikâyelerine, kişisel ilişkilerine ve başka günlük detaylara odaklanır. Dolayısıyla oyunun dramatik dünyasına derinlik katma işlevi taşır. Yine Fabula Nova Crystallis alt evreninin parçası olarak işleyen Brotherhood, ücretsiz ve çevrimiçi olarak yayına girer. Bu yönüyle de oyun dünyasının genişleme biçimi bakımından da dikkate değer bir örnek oluşturur. 

    Final Fantasy XIV: Dad of Light (2017)

    Final Fantasy XIV: Dad of Light her ne kadar Final Fantasy XIV oyununun bir parçası olarak yayınlanmış olsa da bu listedeki diğer başlıklardan farklı olarak çoğunlukla gerçek hayatta geçen bir mini-dizi. Bu 8 bölümlük dizide babasıyla yeniden bağ kurmak isteyen bir gencin bu bağı çevrimiçi rol yapma oyunu Final Fantasy XIV aracılığıyla kurmasını izleriz. Oyun içinde babasıyla tekrar tanışan ve yeni bir ilişki inşa eden Akio, bir yandan bilgisayar oyunlarının merkezde olduğu evrensel bir hikâye anlatırken diğer yandan da Final Fantasy evrenine beklenmedik ve zihin açıcı bir ekleme yapıyor. 

    Brave Father Online: Our Story of Final Fantasy XIV (2019)

    Aslen bir blog yazarının yazdığı kişisel anılardan uyarlanan Final Fantasy XIV: Dad of Light’ın hikâyesi, diziden iki yıl sonra bir filme dönüşür. Aynı öyküyü bu kez farklı karakterler ekleyerek ve Square Enix’in film için özel bir server açması sonrası daha geniş bir hareket alanıyla filme uyarlayan yönetmenler Teruo Noguchi ve Kiyoshi Yamamoto, Brave Father Online: Our Story of Final Fantasy XIV ile Final Fantasy evrenine farklı bir katkı yaparlar. Böylelikle 1987 yılında bir bilgisayar oyunu olarak başlayan Final Fantasy evreni bundan otuz yıl sonra live-action bir uzun metraj filme kadar uzanmıştır. Final Fantasy, günümüzde tüm dünyaya yayılmış büyük bir markanın çatısı olarak hayatını sürdürmeye devam ediyor. 

    Final Fantasy evreninde geçen film ve dizileri Türkiye’den çevrimiçi izleyin

    JustWatch ekibinin hazırladığı streaming rehberi sayesinde Final Fantasy evreninde üretilmiş tüm film ve dizileri, ayrıca bu yapımları hangi platformlarda izleyebileceğinize dair tüm bilgileri bu sayfadan öğrenebilirsiniz. Dünyanın en büyük streaming rehberi olan JustWatch’ı kullanarak Prime Video, Disney+ ve MUBI gibi platformlardaki içeriklere de göz atabilirsiniz.

  • Temmuz 2025'te Bu 10 Filmi Sakın Kaçırmayın!

    Temmuz 2025'te Bu 10 Filmi Sakın Kaçırmayın!

    Aslı Ildır

    Aslı Ildır

    JustWatch Editörü

    2025 Temmuz’unda vizyonda ve dijital platformlarda gösterime girecek pek çok yeni yapım bizleri bekliyor. Aksiyon komedilerinden süper kahraman filmlerine, korkudan bilimkurguya uzanan vizyon takvimi; Pedro Pascal, Adam Sandler, Scarlett Johansson ve Charlize Theron gibi ünlü Hollywood oyuncularını farklı karakterlerde buluşturan bir yıldızlar geçidi âdeta. 

    Yılın diğer dönemlerine kıyasla çeşitlilik açısından daha kısır geçen yaz ayları, genellikle süper kahraman uyarlamaları ve klasiklerin devam ya da yeniden çevrimleriyle hareketleniyor. Bu listede, vizyonun yanı sıra Netflix, Prime Video ve MUBI gibi platformlarda gösterime girecek yapımlardan 10 tanesini sizler için derledik. Bu filmlere dair merak ettiğiniz detayları bu rehberden inceleyebilir, Türkiye’deki farklı streaming seçenekleriyle ilgili aradığınız her türlü bilgiye ulaşabilirsiniz. 

    The Fantastic Four: First Steps

    Marvel’ın ünlü süper kahraman ekibi Fantastic Four’un yeni filmi The Fantastic Four: First Steps, dört süper güce sahip karakterin hikâyesini yepyeni bir kadroyla beyazperdeye taşıyor. Pedro Pascal’ı Mister Fantastic, Vanessa Kirby’yi Invisible Woman, Ebon Moss-Bachrach’i The Thing ve Joseph Quinn’i Human Torch olarak izleyeceğimiz film, her zaman olduğu gibi yine dünyayı kurtarmaya soyunan kahramanlarımızın adrenalin dolu serüvenlerine odaklanıyor. Filmin yönetmen koltuğunda ise, Marvel’in sevilen dizilerinden WandaVision’ın yaratıcısı Matt Shakman oturuyor. 20th Century Fox’un Disney tarafından satın alınmasının ardından ortaya çıkan proje, önceki filmlerin aksine karakterlerin ortaya çıkış hikâyeleriyle ilgilenmiyor. 60’lar modasına uygun kostümleri ve retro-fütürüstik mizansen tercihleriyle dikkat çeken film, kurduğu sıra dışı görsel dünyayla Marvel’ın diğer süper kahraman filmlerinden ayrılıyor. 

    Fight or Flight (4 Temmuz)

    Yaz vizyon takviminin dikkat çeken filmlerinden biri ise, aksiyon-komedi türündeki Fight or Flight. Medal of Honor dizisinin yönetmenlerinden James Madigan imzalı yapım, Lucas Reyes isimli bir eski ajanın hikâyesini takip ediyor. “Hayalet" kod adlı isimli bir hedefi takip etmek için uçağa binen Lucas, çok geçmeden etrafının suikastçilerle dolu olduğunu fark ediyor. Lucas, hedefinde olmasına rağmen Hayalet'le birlikte hayatta kalmak için büyük bir mücadele veriyor. Sürükleyici senaryosu ve heyecanlı aksiyon sahneleriyle dikkat çeken yapımın başrolünde, son olarak M. Night Shyamalan imzalı Trap’te izlediğimiz Josh Hartnett yer alıyor. Kısıtlı mekânda geçen film, görece düşük bütçeli prodüksiyon tasarımına rağmen Hartnett’in ustalıklı performansı sayesinde şimdiden olumlu yorumlar almaya başladı. 

    Happy Gilmore 2 (25 Temmuz)

    90’ların sevilen spor filmlerinden, Dennis Dugan imzalı Happy Gilmore’un ikinci filminde, Adam Sandler’ı bir kez daha başrolde izliyoruz. Netflix’te gösterime girecek olan Happy Gilmore 2, Happy’nin golf yeteneğini kanıtladığı turnuvayı anlatan ilk filmden 30 sene sonrasına odaklanıyor. Artık emekli olan usta golf oyuncusu Gilmore, kızını bale okuluna gönderecek parayı kazanabilmek için bir kez daha sahalara dönüyor. Filmin yönetmenliğini ise, What We Do in the Shadows dizisinin yapımcı ve yönetmenlerinden Kyle Newacheck üstleniyor. Ayrıca filmin oyuncu kadrosunda, daha önce Adam Sandler’la birlikte Uncut Gems’e imza atan oyuncu ve yönetmen Benny Safdie de yer alıyor. 

    Heads of State (2 Temmuz)

    Amazon Prime orijinal yapımı Heads of State, başrollerini Idris Elba ve John Cena’nın paylaştığı eğlenceli bir aksiyon-komedi. Cena’nın eskiden aksiyon oyuncusu olan ABD başkanını, Elba’nın ise Birleşik Krallık başbakanını canlandırdığı yapım; birbiriyle pek iki anlaşamayan iki başkanın, ortak bir düşman karşısında güçlerini birleştirmesini konu alıyor. Filmin yönetmenliğini ise Hardcore Henry ve Nobody gibi filmleriyle tanınan Rus sinemacı ve müzisyen Ilya Naishuller üstleniyor. Heads of State, fazlasıyla ciddiye alınması beklenen karakterleri ve meseleleri, zaman zaman alaycı da olabilen mizahi bir üslupla ele alıyor. Komediyle harmanlanmış aksiyon sahneleriyle beğeni toplayan film, Suicide Squad sonrası bir kez daha bir araya gelen John Cena ve Idris Elba’nın beyazperdedeki uyumuyla öne çıkıyor.

    I Know What You Did Last Summer (18 Temmuz)

    Aynı isimli serinin dördüncü halkası olan I Know What You Did Last Summer, önceki filmlerde konu edilen Tower Bay cinayetlerinin 27 sene sonrasında geçiyor. Bir başka kancalı “kopya” katil, kazara işledikleri cinayeti örtbas ettiklerini zanneden bir grup gencin peşine düşüyor. Filmin yönetmen koltuğunda, kara komedi türündeki Do Revenge’le tanınan Jennifer Kaytin Robinson oturuyor. Bir devam filmi olarak işleyen proje, Robinson’un versiyonundan önce orijinal roman ve filmden yalnızca esinlenen, tamamen yeni bir film olarak planlanmıştı. Son dönem korku sinemasının yükselen yönetmenlerinden Mike Flanagan’ın başında olacağı proje, bütçesel ve yönetimsel sebeplerle rafa kaldırıldı. Hikâyesi de Robinson’a ait olan yeni I Know What You Did Last Summer ise, hem hikâyeyi devam ettiriyor hem de ilk iki filmde tanıştığımız Julie James ve Ray Bronson karakterlerini bir kez daha sahneye taşıyor. 

    Jurassic World: Rebirth (4 Temmuz)

    Seyirciyi bir kez daha sinema tarihinin en ünlü mekânlarından birine götüren Jurassic World: Rebirth, Steven Spielberg’in yaratıcılığını üstlendiği Jurassic Park film serisinin yedinci filmi. Oyuncu kadrosunda Scarlett Johansson, Mahershala Ali ve Jonathan Bailey gibi yıldız isimlerin yer aldığı yapım, vizyona girdiği ilk haftadan itibaren gişede büyük başarı elde etti. Yönetmenliğini Godzilla ve Rogue One: A Star Wars Story gibi yüksek bütçeli bilimkurgu filmleriyle tanıdığımız Gareth Edwards’ın yaptığı film, dinozorların yaşadığı tropikal bölgelerde bulunan bir tesise girmek zorunda kalan bir araştırma grubunu merkezine alıyor. Scarlett Johansson’un hayat verdiği Zora Bennett’in liderliğindeki ekip, insanlık için büyük önem taşıyan dinozor DNA’larını ele geçirmek üzere tehlikeli bir yolculuğa çıkıyor. 

    Smurfs (18 Temmuz)

    Temmuz ayının özellikle çocukların ilgisini çekecek olan bir diğer filmi ise, Şirinler serisinin yeni filmi Smurfs. Belçikalı çizgi roman sanatçısı Peyo tarafından yaratılan Şirinler, 1960’lardan beri pek çok filme uyarlandı. Son olarak 2010’da yeni bir seri başlamış ve üç film boyunca devam etmişti. 2025 yapımı yeni Smurfs ise, yeni bir Şirinler evreni başlatan taze bir “reboot”. Şirine’yi seslendiren ve filmin yapımcıları arasında yer alan sürpriz isim ise Rihanna. Natasha Lyonne’dan Sandra Oh’a, Jimmy Kimmel’den Octavia Spencer ve Kurt Russell’a zengin seslendirme kadrosuyla dikkat çeken film; Şirinlerin, baş düşmanları Gargamel tarafından kaçırılan Şirin Baba’yı kurtarma yolculuğunu takip eden, sürükleyici bir animasyon. 

    Super Happy Forever (4 Temmuz)

    Japon yönetmen Kohei Igarashi imzalı Super Happy Forever, geçmişle bugün arasında mekik dokuyan, dokunaklı bir “aşk hikâyesi”. Açılışını Venedik Film Festivali’nde yapan film, karısı Nagi’nin ölümünün ardından, onunla ilk tanıştıkları yere gitmeye karar veren Sano’nun yolculuğunu takip ediyor. Igarashi’nin gündelik hayatın ritmiyle akan sineması, Japonya sinemasının usta yönetmenleri Yasujiro Ozu ve Hirokazu Koreeda gibi yönetmenlerden izler taşıyor. Çiftin tanışma hikâyesine tanık olduğumuz bölümleri ise, zaman zaman Richard Linklater imzalı Before Sunrise’ı hatırlatıyor. Türkiye prömiyerini İstanbul Film Festivali’nde yapan ve MUBI Türkiye üzerinden gösterime giren yapım, Gent Film Festivali’nden de Büyük Ödül’le dönmüştü. 

    Superman (11 Temmuz)

    Tüm zamanların en popüler süper kahramanlarından, DC Comics’in ünlü yıldızı Superman’in yeni filmi, senenin heyecanla beklenen yapımlarından biri. Superman rolünde bu sefer Henry Cavill yerine David Corenswet’i izlediğimiz filmde, kahramanımızın baş düşmanı Lex Luthor’u Nicholas Hoult, âşık olduğu gazeteci arkadaşı Lois Lane’i ise Rachel Brosnahan canlandırıyor. Yönetmen koltuğunda Guardians of the Galaxy serisiyle tanıdığımız James Gunn’ın oturduğu yapım, Clark Kent’in Krypton’a uzanan kökenleriyle yüzleşmesini ve teknoloji devi milyarder Luthor’la olan savaşını konu alıyor. Uzun süredir planlanmakta olan ve 225 milyon dolarlık bir bütçeyle hayata geçirilen yeni Superman’in, son dönemdeki başarsız işlere imza atan DC Evreni’ne taze kan olması umut ediliyor.  

    The Old Guard 2 (2 Temmuz)

    Netflix’in en çok izlenen fantastik-aksiyon filmlerinden biri olan The Old Guard’ın ikinci filmi, Temmuz ayında yine platform üzerinden gösterime giriyor. The Old Guard 2’nin başrolünde ilk filmin de yıldızı olan, son dönem aksiyon sinemasının aranan ismi Charlize Theron yer alıyor. Kadroya yeni eklenen isimler arasında Uma Thurman da yer alıyor. Yönetmenliğini Yelling to the Sky filmiyle tanınan Victoria Mahoney’in üstlendiği yapım, bir kez daha bizi yüzyıllardır dünyanın koruyuculuğunu üstlenmiş olan ölümsüz süper kahramanlarımızın maceralarına ortak ediyor. Her zaman olduğu gibi nsanlığı kurtarmak için harekete geçen ölümsüzler, uzun zamandır kayıp olan bir başka ölümsüzün ortaya çıkmasıyla kendilerini büyük bir çıkmazın içinde buluyor. 

    Temmuz 2025’in en iyi 10 filmini Türkiye’den çevrimiçi izleyin

    Temmuz 2025’in merakla beklenen filmlerini Türkiye’den nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehberi inceleyerek çeşitli streaming platformlarındaki kiralama, satın alma ve abonelik hizmetlerinden dilediğinizi seçebilirsiniz. 

     

  • KPop Demon Hunters’ı Sevdiyseniz Bu Filmlere de Göz Atın

    KPop Demon Hunters’ı Sevdiyseniz Bu Filmlere de Göz Atın

    Berke Göl

    Berke Göl

    JustWatch Editörü

    Şimdiden son yılların en sevilen gençlik animasyonları arasına giren KPop Demon Hunters, gündüzleri sahneleri kasıp kavuran, gün batımından sonra ise dünyayı ruh emici iblislerden koruyan üç genç pop yıldızının maceralarını anlatıyor.

    Kore pop müziğinin yakın dönemde dünya çapında kazandığı popülariteden yararlanan ve gerçek K-pop yıldızlarının şarkılarıyla katkıda bulundukları film, fantastik öyküsüyle, barındırdığı aşk hikâyesi ve aksiyon dozuyla genç izleyicilerin kalbini kazandı. KPop Demon Hunters’ı severek izlediyseniz aşağıdaki filmler de ilgi alanınıza girebilir.

    Interstella 5555 (2003)

    Fransız elektronik müzik ikilisi Daft Punk’ın 2001 çıkışlı albümü Discovery’nin görselleştirilmiş hali olan Interstella 5555, bilimkurgu ve müzikal türlerini iç içe geçiren bir animedir. Filmde, mavi tenli uzaylılardan oluşan bir müzik grubu kötücül bir yapımcı tarafından kaçırılıp dünyaya getirilir. Beyinleri yıkanan ve insan kılığına sokulan grup üyelerinin yetenekleri sömürülürken yalnız bir uzaylı olan Shep, türdeşlerini kurtarmak için zorlu bir mücadeleye girişir. Daft Punk’ın albümündeki 14 şarkıya paralel olarak film de 14 bölümden oluşur. Uzay operası unsurları barındıran Interstella 5555 aynı zamanda popüler kültüre ve müzik endüstrisine yönelik eleştirel bir ton da içerir. Daft Punk’ın animeye ve bilimkurguya yazdığı bu aşk mektubu, 70’li ve 80’li yılların anime estetiğini çağdaş bir öyküye uyarlar.

    Scott Pilgrim vs. The World (2010)

    Bir rock grubunda çalan Scott Pilgrim, Knives Chau adında, liseli bir genç kızla çıkmaktadır ve başka bir grupta çalan eski sevgilisi tarafından terk edilmiş olmayı halen atlatamamıştır. Ramona Flowers’a âşık olduğunda Knives’dan ayrılmakta zorluk çeker. Öte yandan Ramona, Scott’ın onunla birlikte olabilmek için yedi eski sevgilisiyle kıyasıya bir mücadeleye girmesini şart koşar. Edgar Wright’ın en sevilen işleri arasında yer alan film, çizgi romanlardan, anime estetiğinden, video oyunlarından beslenen özgün bir yapımdır. Biçimsel yaratıcılığıyla, dinamik temposuyla, rock müziğini kullanma şekliyle, 2000’li yılların en eğlenceli gençlik filmlerinden biri olan Scott Pilgrim vs. The World’ün başrollerinde Michael Cera, Mary Elizabeth Winstead, Kieran Culkin, Anna Kendrick, Aubrey Plaza, Jason Schwartzman gibi yıldızlar yer alır.

    Sound! Euphonium: The Movie – Our Promise: A Brand New Day (2019)

    Lise ikiye geçen Kumiko, okul bandosunun mentorluğunu üstlenir. Ulusal seviyedeki yarışmaya hazırlanan grup üyeleri ile diğer öğrenciler arasında anlaşmazlıklar baş gösterince, yarışmaya hazırlanma süreci de tehlikeye girer. Kumiko’nun müzikal yetenekleri ve liderlik becerisinin sınanması etrafında şekillenen anlatı, bir yandan da başarılı bir müzisyen olmak için gereken yüksek çabayı gözler önüne serer. Yönetmenliğini Tatsuya Ishihara ve Yasuhiro Takemoto’nun üstlendiği Sound! Euphonium: The Movie – Our Promise: A Brand New Day, aynı adlı dizinin iki sezonunu takip eden bir uzun metrajdır. Dostluk, rekabet ve büyüme gibi temaları işleyen filmin animasyon üslubu da beğeniyle karşılanmıştır.

    Your Name (2016)

    Küçük bir dağ kasabasının belediye başkanının kızı olan Mitsuha, kız kardeşi ve büyükannesiyle birlikte yaşamaktadır. Geleneklere de, babasının seçim kampanyasına da ilgi duymayan Mitsuha, bu sıkıcı kasabayı terk edip Tokyo’da şansını denemenin hayalini kurar. Çizim konusunda yetenekli olan liseli genç Taki ise Tokyo'da yarı zamanlı olarak bir İtalyan restoranında çalışsa da geceleri rüyalarında kendini bir dağ kasabasında yaşayan liseli bir kız olarak görmektedir. Gösterildiği festivallerden ödüllerle dönen ve yönetmeni Makoto Shinkai’nin ustalık eseri kabul edilen Your Name, RADWIMPS’in müzikleri eşliğinde duygusal katmanlarıyla izleyiciyi içine çeken, zamanda yolculuk temasını mistik bir yaklaşımla ele alan, başarılı animasyon tekniğiyle dikkat çeken bir animedir.

    Belle (2021)

    Anime ustası Mamoru Hosoda’nın imzasını taşıyan Belle klasik Güzel ve Çirkin masalını fütüristik, dijital bir dünyaya uyarlar. Film, annesinin ölümünün ardından içine kapanan Suzu adlı genç bir kızın sanal dünyaya sığınmasını ve buradaki avatarı “Belle” ile büyük bir pop yıldızına dönüşmesini anlatır. Bir süre sonra Ejderha lakaplı gizemli bir avatarın saldırılarına maruz kalan Belle, Ejderha’nın gerçek kimliğini ortaya çıkarmaya çalışırken kendi travmasıyla yüzleşecek, içindeki cesareti yeniden keşfedecektir. İlham aldığı klasik masalı siber zorbalık, çocuk istismarı ve yas gibi yoğun temalarla zenginleştiren Belle, animasyon tekniklerini yaratıcı bir biçimde kullanmasıyla da dikkat çekmiş, 2021 yılında gösterildiği Cannes Film Festivali’nde övgülerle karşılanmıştır.

    KPop Demon Hunters’a benzeyen filmleri Türkiye’de çevrimiçi izleyin

    KPop Demon Hunters’ın akla getirdiği müzik odaklı, animeden beslenen gençlik filmlerini Türkiye’de hangi platformlar üzerinden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız streaming platformlarıyla ilgili güncel verilerimize göz atabilir, hangi filmin kiralama, satın alma ve abonelik seçenekleriyle izlenebildiğini öğrenebilirsiniz. 

  • Taken (Takip) Serisini Çevrimiçi İzleyin

    Taken (Takip) Serisini Çevrimiçi İzleyin

    Ekrem Buğra Büte

    Ekrem Buğra Büte

    JustWatch Editörü

    2008 yılındaki ilk filmle başlayan ve hızla çağımızın tanımlayıcı aksiyon serilerinden birisine dönüşen Taken elbette ilk olarak serinin yüzü Liam Neeson’la tanınıyor. Âdeta Neeson’ın kariyerini tekrar başlatan, internet meme’leri milyonlara ulaşan ve seyircinin ilgisini eksik etmediği Taken serisinin arkasında ise bir başka tanıdık isim, Luc Besson yer alıyor.

    Fransız yönetmenin bu kez senarist ve yapımcı şapkalarıyla dâhil olduğu seri Fransa yapımı olmasına rağmen İngilizce çekilen ve global seyirciye ulaşan nitelikler taşıyor. Emekli bir CIA mensubunun intikam hikâyesini izlediğimiz Taken’a dair tüm merak edilenleri ve seriyi hangi sırayla izlemeniz gerektiğini bu rehberde bir araya getiriyoruz. 

    Taken (2008)

    Yönetmenliğini Pierre Morel’in, senaristliğini ise Luc Besson ve Robert Mark Kamen’ın üstlendiği aksiyon filmi Taken, basit senaryosu ve yüksek tempolu, ana karakter odaklı hikâye akışıyla eski usul aksiyon sinemasını 2000’li yıllara taşıyan yapımlardan biri. Neeson’ın hayat verdiği emekli CIA mensubu Bryan Mills’i takip ettiğimiz film, seyircisini doğrudan ve sürükleyici bir intikam macerasına ortak ediyor. Mills’in genç yaştaki kızının bir arkadaşıyla beraber gittiği Paris’te insan tacirleri tarafından kaçırılmasının ardından eski CIA ajanının “sahaya” dönüşünü ve kızıyla arkadaşını tek başına kurtarmaya çalışmasını izliyoruz Taken’da. Mills haberi aldıktan sonra derhal Avrupa’ya gidiyor ve bu noktadan itibaren başlayan aksiyonun temposu neredeyse hiç düşmüyor. 

    Taken, gösterime girdiği dönemde eleştirmenlerden karışık yorumlar almış olsa da gişe rakamları hiç karışık değildir. Seyirci filmi fazlasıyla sahiplenir ve film beklentilerin çok üzerinde bir başarı elde eder. Gerek Neeson’ın akılda kalıcı performansı gerek eski usul aksiyonun hâlâ izleyicisinin olduğunun görülmesi filmin gişe başarısını açıklayan faktörler arasında gösterilebilir. 

    Taken 2 (2012)

    İlk filmin gişe başarısının ardından gelen devam filmi Taken 2’da hikâye önce tersine, kısa bir süre sonra da ilk formüle geri döner. İlk filmde kızını insan kaçakçılarının elinden kurtaran Mills, bundan iki yıl sonra kızı ve eski eşiyle birlikte İstanbul’da tatildedir. Bu esnada bir başka acılı baba, iki yıl önce Mills’in öldürdüğü insan kaçakçılarından birisinin babası intikam için Mills’in peşine düşer. Başta başarılı olur da. Bu noktadan itibaren de ilk filmdekine benzer şekilde eski CIA ajanı Mills’in sevdiklerini yeniden kurtarma mücadelesine tanıklık ederiz. İlk filmin tazeliği ve sürpriz unsuru ortadan kalkmıştır ama ana karakterin ve anlatının zemini de sağlamlaşmıştır. Taken 2, özgün üretim anlamında çok yeni bir fikir ortaya atmıyor olsa da seyircinin beklentilerini fazlasıyla karşılar ve üçlemenin en çok gişe yapan filmi olur. Bu kez yönetmenlik koltuğunda Olivier Megaton otururken senaryo ise yine Luc Besson - Robert Mark Kamen ikilisine aittir. 

    Taken 3 (2014)

    Taken serisinin üçüncü filmi Taken 3, aynı zamanda serinin oluşturduğu üçlemenin de son halkasıdır. Diğer filmlerde olduğu gibi Liam Neeson ve canlandırdığı Bryan Mills yine ön plandadır. Yönetmen Olivier Megaton ve senaristler Luc Besson ile Robert Mark Kamen da bu filmde görevlerini sürdürür. Taken 3 ilk filmdeki formülü bu kez farklı bir yoldan uygulamaya çalışır. Bryan Mills’in eski eşi bir cinayete kurban gitmiştir ve bu cinayeti Mills’in işlediği iddia edilir. Mills şimdi de eski eşini öldürenin kendisi olmadığını kanıtlamak için bir mücadeleye girer. Burada da başta polis olmak üzere hükümet yetkililerini de karşısına almak durumundadır. Filmde dedektif Frank Dotzler rolünde izlediğimiz Forest Whitaker’ın performansı da öne çıkar. İlk iki filmde işleyen formülün burada da uygulandığını görürüz. Film serideki diğer yapımlar gibi gişede başarılı olur fakat bu kez eleştirmenler filmi çok sert bir şekilde eleştirir. Zaten eski usul bir metotla ilerleyen Taken serisi, pek çok eleştirmene göre üçlemenin son filmiyle misyonunu tamamlamıştır. 

    Taken (2017-2018, dizi)

    Taken misyonunu gerçekten tamamlamış mıdır bilinmez fakat yapımcıların seriyi henüz terk etmediklerini söylemek mümkün. Zira 2017 yılında başlayan ve iki sezon süren Taken adlı dizi, film üçlemesinin dünyasını televizyon mecrasına taşır. Burada Bryan Mills’in filmlerde anlatılan hayatının çok öncesini, karakterin gençlik yıllarını izleriz. Ordudan ayrılan Mills yaşadıklarıyla CIA’in üst düzey ajanlarından birisine dönüşecektir. Dizide genç Bryan Mills’i Clive Standen canlandırır. Jennifer Beals, Gaius Charles, Brooklyn Sudano ve Adam Goldberg gibi isimler de Standen’a eşlik eder. İlk sezonuyla beğeni kazanan ve ikinci sezon için de onay alan dizi bir sonraki yıl için onay alamaz ve yayıncı kanal NBC tarafından iptal edilir. Serinin yeni bir film ya da diziyle geri dönüp dönmeyeceğine dair ortaya atılmış herhangi bir bilgi ya da iddia söz konusu değil. Öte yandan bu eski usul serinin benzerlerine cesaret verdiği de kesin. 

    Taken serisini Türkiye’den çevrimiçi izleyin

    Taken serisini hangi sırayla ve nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız bu rehber size çok yardımcı olacak. JustWatch editörlerinin hazırladığı bu içeriği inceleyerek çeşitli streaming platformlarındaki kiralama, satın alma ve abonelik hizmetlerinden dilediğinizi seçebilirsiniz. 

  • Sailor Moon (Ay Savaşçısı) Serisi Hangi Sırayla İzlenmeli?

    Sailor Moon (Ay Savaşçısı) Serisi Hangi Sırayla İzlenmeli?

    Aslı Ildır

    Aslı Ildır

    JustWatch Editörü

    Japon anime tarihinin küresel çaptaki en ünlü yapımlarından biri olan Sailor Moon - ya da Türk televizyonlarındaki adıyla Ay Savaşçısı -1992 ve 2023 yılları arasında çekilmiş çeşitli film ve dizilerden oluşan geniş bir anlatı evrenine sahip. Özel güçlere sahip bir lise öğrencisine odaklanan yapım, Naoko Takeuchi imzalı shōjo mangasından uyarlama.

    Özellikle kız çocuklarını hedefleyen görsel dünyası ve hikâyesiyle Sailor Moon, anime kültürünün Pokemon, Captain Tsubasa ve Dragon Ball gibi yapımlarla dünyaya yayıldığı 1990’ların en popüler yapımlarından biri. Sailor Moon serisini Türkiye’den nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. Bu filmlere dair merak ettiğiniz detayları bu rehberden inceleyebilir, Türkiye’deki farklı streaming seçenekleriyle ilgili aradığınız her türlü bilgiye ulaşabilirsiniz. 

    Sailor Moon (1992-1997)

    Ay Savaşçısı’nın hikâyesiyle ilk defa tanıştığımız orijinal Sailor Moon serisi, 1992-1997 yılları arasında yayınlanmaya devam etti. İlk olarak Japon televizyonlarında yayınlanan dizi, kısa sürede büyük ilgi gördü ve ardından Latin Amerika ile Avrupa başta olmak üzere farklı kıtalarda genç izleyicilerle buluştu. Usagi Tsukino isimli lise öğrencisine odaklanan hikâye, genç kızın kozmik bir güç yardımıyla dönüşüm geçirerek çok güzel ve güçlü bir savaşçıya dönüşmesini konu alıyor. Usagi, kendisiyle benzer güçlere sahip arkadaşlarıyla birlikte dünyayı kötülüklerden kurtarmak için amansız ve adrenalin dolu bir mücadele veriyor. Dizi, aksiyon ve heyecanla dolu çatışma sahnelerini; aşkı, arkadaşlığı ve gerçekte kim olduğunu keşfeden Usagi’nin büyüme hikâyesiyle iç içe anlatıyor. 

    Sailor Moon R: The Movie – The Promise of the Rose (1993)

    Dizinin 2. sezon 75. bölümünden sonra yayınlanan Sailor Moon R: The Movie – The Promise of the Rose, Fiore isimli bir uzaylının dünyaya gelişiyle açılır. Fiore’nin dünyaya geliş sebebi ise, “Tuxedo Mask” olarak da bilinen Mamoru’ya ulaşmaktır. Ancak Fiore’yı kontrol eden asıl kişi, Xenian isimli zehirli bir çiçektir. Ay Savaşçısı ve arkadaşları, Mamoru’yu ve dünyayı kurtarmak için Fiore’yle amansız bir mücadeleye girişir. Dizinin ilk iki sezonunda konu edilen kızkardeşlik, aşk ve kimliğini bulma gibi temaları başarılı bir şekilde bir araya getiren film, hayranlarının diziyi beyazperdede deneyimlemesine imkan sağlamıştı. İkinci sezonla yer yer bağlantılı olan filmi, ana hikâyeden ayrı, tek başına bir film olarak izlemek de mümkün. 

    Sailor Moon S the Movie: Hearts in Ice (1994)

    116. bölümün ardından yayınlanan bir diğer uzun metraj film Sailor Moon S the Movie: Hearts in Ice, üçüncü sezonla bağlantılı bir hikâye anlatıyor. Orijinal mangada yer alan “The Lover of Princess Kaguya” isimli bölümden esinlenen film, Kaguya isimli bir kar kraliçesine karşı savaşan Ay Savaşçısı ve arkadaşlarının maceralarına odaklanıyor. Film, uzayın derinliklerinden gelen Kaguya’nın dünyayı dondurmak için yeryüzüne inişiyle açılıyor. Kar Kraliçesi, kuyrukluyıldızının bir parçasını kaybediyor ve parçayı Kakeru isimli bir astronom buluyor. Usagi'nin kedi dostu Luna’nın Kakeru’ya aşık olmasıyla savaşçılarımız da olaylara dahil oluyor. Bir Japon halk masalından esinlenen konusuyla film, Kaguya ve yardımcıları Snow Dancers’ın Art Deco esintili karakter tasarımlarıyla dikkat çekiyor. 

    Sailor Moon SuperS: The Movie - Black Dream Hole (1995)

    Orijinal dizi devam ederken vizyona giren film serisinin üçüncü ve son halkası ise Sailor Moon SuperS: The Movie - Black Dream Hole. 158. bölüm sonrası yayınlanan film, orijinal manganın “Conclusion and Commencement, Petite Étrangere” bölümünde hikâyeye giren zaman yolcusu Chibiusa’yı kurtarmaya çalışan Ay Savaşçısı ve arkadaşlarını takip ediyor. Küçük Chibiusa, onun ve diğer çocukların rüyalarını kullanarak bir kara delik yaratmaya çalışan Bandiane’den kurtulmak için kahramanlarımızdan yardım istiyor. 16 dakikalık kısa film Sailor Moon SuperS Plus: Ami's First Love’la birlikte vizyona giren film, tıpkı bir önceki filmde olduğu gibi yine bir halk hikâyesinden esinleniyor. Serinin yaratıcısı Naoko Takeuchi'ye Bandiane’yi yaratırken ilham veren hikâye ise Alman halk masalı Fareli Köyün Kavalcısı. 

    Sailor Moon Crystal (2014-2021)

    Sailor Moon Crystal, 1992-1997 tarihleri arasında yayınlanan ve beş sezondan oluşan orijinal serinin farklı bir versiyonu. Orijinal mangaya daha sadık kalmayı tercih eden dizi, Sailor Moon evrenini yeni animasyon teknolojilerinin de yardımıyla, 21. yüzyıla uygun değişikliklerle bir kez daha ekrana taşıyor. Üç sezon boyunca devam eden dizi, bir kez daha süper kozmik güçlere sahip olan Usagi Tsukino ve arkadaşlarının maceralarını takip ediyor. Tuxedo Mask, siyah kedi Luna, Mercury, Mars, Jupiter ve Venus gibi serinin sevilen karakterlerini izlediğimiz Sailor Moon Crystal, yüksek aksiyon dozuyla ilk sezondan daha yüksek bir tempoya sahip. Dizinin ardından yayınlanan iki uzun metraj filmde ise, ilk serinin dördüncü sezonundan itibaren olan olaylar konu ediliyor. 

    Pretty Guardian Sailor Moon Eternal: The Movie (2021)

    İki bölüm halinde gösterime giren Pretty Guardian Sailor Moon Eternal: The Movie’yi, doğrudan Sailor Moon Crystal’in dördüncü sezonu olarak düşünmek mümkün. Orijinal mangadaki “Dream” arkını takip eden filmin yönetmenliğini, When They Cry ve The World's Greatest First Love yapımlarıyla tanınan Chiaki Kon üstleniyor. Film, dünyanın bir güneş tutulması ardından karanlık bir gücün etkisi altına girmesiyle başlıyor. Dead Moon Circus isimli bu gücün asıl amacıysa, özel bir kristal yardımıyla insanları kabuslara sürüklemek ve dünyadaki tüm ışığı söndürmek. Pegasus’tan bir yardım çağrısı alan Chibiusa, Usagi ve diğer savaşçılar, dünyayı kurtarmak için bir kez daha bir araya gelir.

    Pretty Guardian Sailor Moon Cosmos: The Movie (2023)

    Serinin son halkası olan ve yine iki bölüm halinde vizyona giren Pretty Guardian Sailor Moon Cosmos: The Movie, orijinal seride beşinci sezonda anlatılan olayları konu alıyor. Manganın “Stars” arkından beyazperdeye uyarlanan hikâye, önceki seri ve filmlerden daha serbest bir yapıya sahip. Tüm serinin son filmi olarak planlanan filmde orijinal seriye, mangaya ve yeni seriye pek çok gönderme ve saygı duruşu niteliğinde sahne mevcut. Ay Savaşçısı efsanesine bir tür veda filmi planlanan yapım, izleyiciyi derinden etkileyen güçlü bir duygusal dünya kuruyor. Filmde savaşçıların kristallerini çalmaya çalışıp galaksiyi tehdit eden Sailor Galaxia’yla büyük bir çatışmaya giren Usagi’nin hikâyesi anlatılıyor. 

    Sailor Moon serisi hangi sırayla izlenmeli?

    Uzun soluklu yayın hayatı olan mangalardan uyarlanan ve çok sayıda film ve diziyle evreniyle genişleyen animeleri takip etmek seyirci açısından zorlayıcı olabilir. Sailor Moon serisini kronolojik olarak izlemek istiyorsanız aşağıdaki sırayı takip edebilirsiniz:

    • Sailor Moon (1. Sezon, Bölüm 1-46. 1992-1993)
    • Sailor Moon R (2. Sezon, Bölüm 47-89, 1993-1994)
    • Sailor Moon R Movie (75. Bölüm sonrası, 1993)
    • Sailor Moon S (3. Sezon, Bölüm 90-127, 1994-1995)
    • Sailor Moon S Movie (116. Bölüm sonrası, 1994)
    • Sailor Moon SuperS (4. Sezon, Bölüm 128-166, 1995-1996)
    • Ami-Chan's First Love (1995)
    • SuperS Movie (1995)
    • Sailor Moon: Sailor Stars (5. Sezon, Bölüm 167-200, 1996-1997)
    • Sailor Moon Crystal 1. Sezon: Dark Kingdom (Bölüm 1-14, 2014-2015)
    • Sailor Moon Crystal 2. Sezon: Black Moon (Bölüm 15-26, 2015)
    • Sailor Moon Crystal 3. Sezon: Death Busters (Bölüm 27-39, 2016)
    • Sailor Moon Eternal 1. Kısım (2021)
    • Sailor Moon Eternal 2. Kısım (2021)
    • Sailor Moon Cosmos 1. Kısım (2023)
    • Sailor Moon Cosmos 2. Kısım (2023)

    Sailor Moon serisini Türkiye’den çevrimiçi izleyin

    Sailor Moon serisini Türkiye’den nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehberi inceleyerek çeşitli streaming platformlarındaki kiralama, satın alma ve abonelik hizmetlerinden dilediğinizi seçebilirsiniz.

  • Tüm Superman Filmlerini Çevrimiçi İzleyin

    Tüm Superman Filmlerini Çevrimiçi İzleyin

    Berke Göl

    Berke Göl

    JustWatch Editörü

    Superman’in 1938 tarihli DC Comics çizgi romanıyla başlayan maceraları kısa zamanda radyo ve televizyona geçiş yapmış, ardından Superman ve Atom Man vs. Superman gibi kısa format film dizileriyle perdeye taşınmıştı. 1951 yapımı Superman and the Mole-Men’le uzun metraja adım atan kahraman, perdedeki altın çağını Christopher Reeve’li serisiyle 70’li ve 80’li yıllarda yaşadı. 

    Bunu 2000’li yıllarda farklı oyuncularla çekilmiş, daha karanlık bir atmosfere sahip yapımlar izledi. Hazırladığımız listeye göz atarak, James Gunn imzalı Superman filmiyle 11 Temmuz’da yeniden başlayacak macera öncesi Superman’in bugüne kadar boy gösterdiği başlıca yapımlara yakından bakabilir, hangi filmin hangi platformda gösterildiğini de öğrenebilirsiniz.

    Superman and the Mole-Men (1951)

    DC Comics çizgi romanlarından uyarlanan ilk uzun metrajlı sinema filmi olan Superman and the Mole-Men, gazeteciler Clark Kent ve Lois Lane’in bir petrol kuyusuyla ilgili haber yapmak üzere Silsby kasabasına gelmeleriyle başlar. Ancak petrol çıkarma çalışmaları, yerin derinliklerinde yaşayan küçük, tüylü insanların dünyasına zarar vermiştir. Kasaba halkı, geceleri yeryüzüne çıkıp etrafta dolaşan bu “köstebek insanları” düşmanca karşılar. Yaşanabilecek katliamı engellemek Superman’e düşecektir. Düşük bütçesine rağmen izleyiciden yoğun ilgi gören film, bir yıl sonra başlayacak Adventures of Superman dizisinin de yolunu açar. 1950’lerin paranoya yüklü Amerikan kültürel ortamından izler taşıyan Lee Sholem imzalı filmde Superman’i, tıpkı dizide olduğu gibi George Reeves canlandırır. 

    Superman (1978)

    Superman’in popüler kültürdeki yerini sağlamlaştıran ve modern süper kahraman filmlerinin de öncüleri arasında yer alan Superman, dönemin başarılı yönetmeni Richard Donner’ın imzasını taşır. Filmde, yok edilen gezegeni Krypton’dan Dünya’ya gönderilen Kal-El, Jonathan ve Martha Kent’in çocuğu olarak, Clark Kent adıyla yetişir. Metropolis kentine taşınan ve Daily Planet gazetesinde çalışmaya başlayan Clark, yeni yeni keşfettiği süper güçlerini insanlığın iyiliği için kullanmaya çalışırken, çalışma arkadaşı Lois Lane’e de duygusal bir yakınlık duymaya başlayacaktır. Bu sırada şeytani planlarını devreye sokan Lex Luthor da ABD’nin iki farklı ucunda iki füze ateşler. Superman’i ilk kez Christopher Reeve’in canlandırdığı filmi, Gene Hackman ve Marlon Brando gibi büyük yıldızları kadrosunda barındırması açısından da önemlidir.

    Superman II (1980)

    İki yıl sonra gelen devam filminde Superman, gerçek kimliğini öğrenen Lois Lane’le birlikte olabilmek adına süper güçlerinden vazgeçer. Böylece, Dünya’nın kontrolünü ele geçirmek amacıyla Krypton gezegeninden gelen General Zod ve yardımcılarına fırsat doğar. Bu sırada hapisten kaçan Lex Luthor da General Zod’la güçlerini birleştirince, Superman yeniden pelerinini giyip gezegeni kurtarmak mecburiyetinde kalır. Kadroya usta oyuncu Terence Stamp’in de eklendiği Superman II’nin yönetmenliğini başlangıçta yine Richard Donner üstlenmiş, ancak yapımcılarla yaşadığı anlaşmazlık sonucu Donner’ın koltuğu Richard Lester’a emanet edilmiştir. Gişede önemli bir başarı elde eden Superman II, aynı zamanda Christopher Reeve’in en sevdiği Superman filmi olacaktır.

    Superman III (1983)

    Yönetmenliği yine Richard Lester’ın üstlendiği Superman III’te zengin işadamı Ross Webster, piyasadaki rekabeti ortadan kaldırıp servetine servet katmak amacıyla bilgisayar programcısı Gus Gorman’ı işe alır. Superman bu plana engel olunca Webster bu kez de Gus Gorman’a Superman’i güçten düşürmek için kriptonit bulma görevini verir. Fakat Gus’ın Superman’e karşı kullandığı elementler beklenmedik bir etki yaratır ve ortaya “kötü Superman”i çıkarır. Christopher Reeve’in bu filmdeki “iyi” ve “kötü” Superman performansları beğeniyle karşılanacak, özellikle de Superman ile Clark Kent arasında hurdalıkta geçen dövüş sahnesi hafızalara kazınacaktır. Buna karşılık Reeve, kadroya Richard Pryor’ın katılımıyla filme eklenen mizahi tondan duyduğu memnuniyetsizliği saklamaz.

    Supergirl (1984)

    Superman’in kuzeni Kara Zor-El kazara Dünya’ya düşen kuvvetli enerji kaynağı Omegahedron’u geri almak için Linda Lee adında bir lise öğrencisi kimliğine bürünür. Ancak Omegahedron dünyayı ele geçirmek isteyen cadı Selena’nın eline geçince Kara’nın Supergirl olarak ona karşı mücadele etmesi gerekecektir. Bu süreçte Supergirl hem bu yeni gezegenin geleneklerine alışmaya çalışır hem de kimliğini açık etmemeye dikkat eder. Christopher Reeve’li Superman filmleriyle aynı evrende geçen Supergirl’de, bir sahnede arka planda Reeve’in fotoğrafı da görülür. Jeannot Szwarc’un yönettiği film olumlu eleştiriler almaz, ayrıca gişedeki başarısızlığı nedeniyle planlanan devam filmleri de iptal edilir ama başroldeki deneyimsiz oyuncu Helen Slater’ın performansı övgülerle karşılanmıştır.

    Superman IV: The Quest for Peace (1987)

    Lex Luthor’un şeytani planları, dünyayı nükleer savaşın eşiğine getirmiştir. Superman bu tehdidi ortadan kaldırmak amacıyla gezegendeki tüm nükleer silahları uzayın derinliklerine gönderir. Ancak bu süreçte, Luthor’un Superman’in DNA’sını kullanarak yarattığı “Nükleer Adam”la mücadele etmesi gerekecektir. Yönetmenliği Sidney J. Furie’nin üstlendiği Superman IV: The Quest for Peace’te Christopher Reeve, toplumsal duyarlılığı yüksek bir hikâye kurmak adına ortak senaryo yazarı olarak da görev alır. Ancak düşük bütçeli aksiyon filmleriyle tanınan Cannon Films’in imzasını taşıyan yapım gerek düşük bütçesi, gerekse senaryo ve kurgudaki problemleri nedeniyle serinin en kötü eleştirilerle karşılanan filmi olur. 

    Superman Returns (2006)

    Superman IV: The Quest for Peace’in yarattığı hayal kırıklığının ardından uzunca bir süre beyazperdeden uzak kalan Superman, Bryan Singer imzalı Superman Returns’le, iddialı bir biçimde geri döner. Hikâye, Superman’in gezegeni Krypton’da geçirdiği beş yıldan sonra Dünya’ya gelmesiyle ve herkesin hayatına devam ettiğini, bu arada büyük aşkı Lois Lane’in de çocuk sahibi olduğunu öğrenmesiyle başlar. Elbette Lex Luthor da yine şeytani planlar yapmaktadır. Christopher Reeve’li Superman filmlerinin dünyasına sadık kalan Superman Returns, biraz da bu amaçla, başrolü Reeve’e çok benzeyen Brandon Routh’a teslim eder. Lex Luthor rolünde ise Kevin Spacey yer alır. Superman’i genç bir kuşağa tanıtan film olan Superman Returns, duygusal derinliği açısından olumlu eleştirilerle karşılanır.

    Man of Steel (2013)

    Seriyi yeniden baştan başlatan Man of Steel’de yönetmenliği 300 ve Watchmen gibi filmlerle dikkatleri üzerine çeken Zack Snyder üstlenirken, yapımcılar arasında dönemin yükselen yıldızı Christopher Nolan yer alır. Clark Kent’in kimlik bunalımını çocukluğundan sahneler eşliğinde ele alan film, Superman’in General Zod’la savaşını şiddet dozu daha yüksek aksiyon sekanslarıyla işler. Brandon Routh’un yerini Henry Cavill’a bıraktığı filmde General Zod’u Michael Shannon, Lois Lane’i Amy Adams, Jor-El’i ise Russell Crowe canlandırırır. Kahramana ve dünyasına getirdiği görece karanlık bakış nedeniyle övgülerle karşılanan film, buna karşılık iyilik-kötülük arasındaki etik muğlaklığı derinleştirmek ya da Superman’e güncel bir politik bakış getirmek açısından sınıfı geçemez.

    Batman v Superman: Dawn of Justice (2016)

    Çizgi romanlarda defalarca bir araya gelen Batman ile Superman’i perdede ilk kez karşı karşıya getiren Batman v Superman: Dawn of Justice, Superman’in küresel bir tehdit olarak görüldüğü bir ortamda başlar. Lex Luthor Batman’i ona karşı kışkırtırken, bir yandan da Superman’i ortadan kaldırabilecek Doomsday’i yaratmıştır. Superman ile Batman arasındaki iktidar mücadelesi, nihayetinde dünyayı büyük bir yıkımla karşı karşıya bırakacaktır. Senaryosu The Dark Knight Returns çizgi romanından ilhamla kaleme alınan Zack Snyder imzalı Batman v Superman: Dawn of Justice, Henry Cavill’ın karşısına Batman rolünde Ben Affleck’i yerleştirirken, Wonder Woman karakterini hikâyeye dahil etmesiyle Justice League’in de önünü açar. Ancak film, kurduğu görkemli çatışmanın altını yeterince dolduramamakla eleştirilir.

    Justice League (2017)

    Superman’in fedakârlığı sayesinde insanlığa inancı tazelenen Bruce Wayne, yeni müttefiki Wonder Woman’ın desteği ve Aquaman, Cyborg ve The Flash gibi üyelerin katılımıyla yeni bir ekip kurar ve Dünya’yı yok etmeye çalışan Steppenwolf’a karşı zorlu bir mücadeleye girişir. Ancak bu kuvvetli ekibe rağmen işleri hiç de kolay olmayacaktır. Justice League Jason Momoa, Ezra Miller, Jeremy Irons, Diane Lane gibi yıldızları da barındıran oyuncu kadrosuyla büyük beklenti yaratır. Ancak çekimler sırasında kızının intihar etmesi üzerine Zack Snyder yönetmenliği Joss Whedon’a devretmiş, bu değişikliğin de etkisiyle Justice League bütünlükten uzak, tutarsızlıklarla malul bir film olarak kalmıştır.

    Zack Snyder’s Justice League (2021)

    Justice League’in yoğun eleştirilere maruz kalan Joss Whedon kurgusuyla gösterime girmesinden dört yıl sonra, hayranların başlattığı #ReleaseTheSnyderCut kampanyası sonuç verir ve Zack Snyder’ın orijinal vizyonuna sadık bir versiyon izleyici karşısına çıkar. Dört saati aşan süresiyle Zack Snyder’s Justice League, tarihin en uzun DC Comics uyarlaması unvanını ele geçirir. Snyder’ın açıklamasına göre, filmin bu kurgusunda Joss Whedon’ın çektiği tek bir plan bile yer almamaktadır. Karakterlerin yolculuklarını daha derinlemesine incelemesi açısından olumlu eleştirilerle karşılanan Zack Snyder’s Justice League’de Superman de siyah kostümüyle geri döner ve Steppenwolf’a karşı verilen savaşa katılır.

    Superman (2025)

    Seriyi baştan başlatacak DC Stüdyoları yapımı Superman, Clark Kent’i Krypton gezegenindeki kökenlerini keşfetme sürecinden geçen tanınmış bir gazeteci olarak resmediyor. Lois Lane ve Lex Luthor gibi karakterlerin yanı sıra Adalet Birliği üyelerini de perdeye getiren filmin, DCEU yapımlarının karanlığına kıyasla daha hafif, iyimser bir ton tutturması bekleniyor. Superman’i David Corenswet’in canlandırdığı filmde Lois Lane rolünde Rachel Brosnahan’ı, yeni Lex Luthor olarak da Nicholas Hoult’u izleyeceğiz. Filmin yönetmenliğini ise, son yıllarda Guardians of the Galaxy ve The Suicide Squad gibi süper kahraman filmlerinde imzası bulunan James Gunn üstleniyor. Bu yeni başlangıcın neler getireceği, Superman’in yeni maceralarında neler yaşayacağı merak konusu.

    Superman filmlerini Türkiye’de çevrimiçi izleyin

    Superman’i merkeze alan canlı çekim filmleri Türkiye’de hangi platformlar üzerinden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız streaming platformlarıyla ilgili güncel verilerimize göz atabilir, hangi filmin kiralama, satın alma ve abonelik seçenekleriyle izlenebildiğini öğrenebilirsiniz. 

  • Evil Dead Serisi Hangi Sırayla İzlenmeli?

    Evil Dead Serisi Hangi Sırayla İzlenmeli?

    Ekrem Buğra Büte

    Ekrem Buğra Büte

    JustWatch Editörü

    Sam Raimi’nin küçük bir bütçeyle çektiği 1978 tarihli kısa filmi Within the Woods adlı kısa filmden yola çıkarak ürettiği Evil Dead serisi 1980’lerden bu yana devam ediyor. Korku türünün popüler temalarından şeytani varlıklarla mücadeleye dayanan seri, Necronomicon Ex-Mortis adlı kadim bir kitabın etrafında ilerliyor. 

    Evil Dead’in Sam Raimi ve başroldeki Bruce Campbell’ın adlarını geniş kitlelere duyuran ve Raimi’yi kuşağının önemli yönetmenleri arasına sokmuş bir seri olduğunu da söylemek mümkün. Bu rehberde korku severlerin listelerinde hep üst sıralarda yer alan Evil Dead evreninde geçen tüm yapımları bir araya getiriyoruz. 

    The Evil Dead (1981)

    İlk olarak 1981 yılında seyirciyle buluşan The Evil Dead, bir grup öğrencinin ormandaki bir kulübede buldukları ses kayıtları aracılığıyla bazı şeytani güçleri uyandırmaları üzerine kurulu bir korku filmidir. Bu gençlerin şeytan tarafından ele geçirilmesini ve buna karşı verdikleri mücadeleyi izleriz. Sam Raimi’nin arkadaşlarıyla ve kendi imkânlarıyla çektiği bir kısa filmin yarattığı olanaklarla ortaya çıkan film getirdiği vizyonla korku sinemasında oldukça önemli bir iz bırakır. Makyaj ve görsel efektler dönemin şartlarına göre çok etkileyicidir. Raimi’nin rejisi ve bilhassa kamerayı kullanma şekli oldukça yenilikçidir. Bruce Campbell’ın canlandırdığı Ash Williams karakteri özgünlüğüyle hafızalara kazınır. The Evil Dead, hem üretim biçimi hem de korku türüne yaklaşımıyla bağımsız sinemaya yeni bir soluk getirmiş ve zamanla kültleşerek sinema tarihinin en sevilen korku filmlerinden biri olmuştur. 

    Evil Dead II (1987)

    Yine Sam Raimi’nin yönetmenliğinde hayata geçirilen Evil Dead II hem bir devam filmi hem de bir yeniden çevrim olarak yorumlanır. İlk filmin ana karakteri Ash, bu kez kız arkadaşıyla bir kulübede tatil yapar ve bu esnada şeytani güçleri harekete geçiren ses kayıtlarıyla karşılaşırlar. İlk film bilhassa korku sineması meraklıları arasında ciddi beğeni kazanmış ve Raimi’nin adını bu türün radarına sokmuştu. Devam filminde ise Raimi ilk filmdeki birçok başarılı özelliği korurken bu kez mizahı daha çok ön plana çıkarır. Zira Evil Dead II sıklıkla bir korku komedisi olarak da anılır. Bu ekleme aslında hem Evil Dead’i benzerlerinden ayrıştıracak hem de onu gelecekte oldukça ilham verici bir pozisyona yerleştirecektir. 

    Army of Darkness (1992)

    Üçüncü film Army of Darkness’la birlikte Evil Dead serisi bir üçleme oluşturur. Yönetmenlik koltuğu bir kez daha Sam Raimi’ye aitken yine Ash Williams adlı karakteri takip ederiz. Ash bu kez kazara yolculuk ettiği Ortaçağ’da mahsur kalmıştır ve şeytani güçlerle mücadelesini burada sürdürür. Makyaj efektleri ve komediyle korkuyu harmanlayan yaklaşım gibi seriyi tanımlayan unsurlar bu filmle birlikte tamamen yerleşir. Filmin komedi tarzı slapstick filmlerini hatırlatan bir üsluba sahiptir. Sam Raimi’nin 1990’da seyirciyle buluşan filmi Darkman'in de başarısıyla birlikte yönetmen artık korku sinemasının usta isimleri arasına adını yazdırır. Aynı zamanda Ash karakterini de son kez ana karakter olarak izlediğimiz Army of Darkness, dönemin popüler türlerinden korku sinemasının unutulmaz üçlemelerinden birinin son basamağıdır.

    Evil Dead (2013)

    Orijinal üçlemenin tamamlanmasından tam yirmi yıl sonra seyirciyle buluşacak Evil Dead, serinin dördüncü filmi olarak konumlansa da aslında seriye hikâyeden çok tematik olarak bağlanır. Yönetmenliğini Fede Álvarez’in üstlendiği filmde hikâyenin ana yapısı orijinal filme oldukça benzer. Ancak karakterler tamamen farklıdır. Hikâyenin merkezinde Jane Levy’nin canlandırdığı Mia karakteri yer alır. Film ton olarak da orijinal üçlemedeki mizahi tondan uzaklaşır, daha ciddi ve karanlık bir atmosferi takip eder. Bruce Campbell’ı da sürpriz bir cameo’yla gördüğümüz filmi seriden bağımsız olarak da düşünülebilen, hem yeniden çevrim hem de devam filmi unsurlarını barındıran bir yapım olarak çerçeveleyebiliriz.

    Evil Dead Rise (2023)

    Evil Dead serisinin şu ana kadar seyirciyle buluşan en taze yapımı ise 2023 yapımı Evil Dead Rise’dır. Yönetmenlik koltuğunda bu kez Lee Cronin oturur. Ayrıca filmin senaryosu da Cronin’e aittir. Serideki bir önceki film gibi Evil Dead’le tematik bağlar kuran Evil Dead Rise farklı bir hikâye anlatır. Filmde Lily Sullivan ve Alyssa Sutherland’in canlandırdığı iki kız kardeşin verdikleri mücadeleyi izleriz. Film, hem seyirci hem de eleştirmenlerin beğenisini kazanır ve serinin en çok gişe elde eden filmi olur. Makyaj efektleri yine ön plandadır ve şiddet dozu epey artmıştır. Böylece son dönemde yükselen trende uygun biçimde 80’lerde ortaya çıkmış bir başka klasik korku serisi de varlığını 2020’li yıllara taşımış olur. Devam filmlerinin de yolda olması bu yolculuğun daha süreceği algısını zihinlere yerleştiriyor şüphesiz ki. 

    Evil Dead Burn (2026)

    Şubat 2024’te yeni bir Evil Dead filminin yolda olduğu ve bunun bir spin-off olacağı duyurulmuştu. Filmin konusu başta olmak üzere pek çok detaya henüz hâkim değiliz fakat yönetmenlik koltuğunda Sébastien Vaniček’in oturacağını biliyoruz. Vaniček aynı zamanda filmin senaristlerinden de biri olacak. Sam Raimi de yapımcı şapkasıyla projeye dâhil durumda. Oyuncu kadrosunda ise Hunter Doohan, Luciane Buchanan, Souheila Yacoub ve Tandi Wright gibi isimler yer alacak. Yedinci bir Evil Dead filminin de planlandığı ve burada da Francis Galluppi’nin yönetmen olarak yer alacağı biliniyor. Evil Dead Burn’ün ise 2026’nın Temmuz ayında sinemalarda gösterime girmesi planlanıyor. 

    Ash vs Evil Dead (2015)

    Evil Dead serisinin zaman içerisinde korku sineması âşıkları arasında önemli bir konuma yükselmesi televizyonda da karşılığını bulur. Sam Raimi’nin de yapımcı olarak yer aldığı Ash vs Evil Dead dizisi, isminden de anlaşılacağı üzere orijinal üçlemenin sevilen ana karakteri Ash’in maceralarını sürdürür. Bruce Campbell, Ash’i canlandırmaya burada da devam eder ve üçlemenin son filmi Army of Darkness’tan otuz yıl sonrasında yaşananları takip ederiz. Ash’in geçmişte yaşananların üzerinde bıraktığı yaralarla dolu, duygusal olarak harap hâliyle yıllar içerisinde oradan oraya sürüklendiğini öğreniriz. Necronomicon’u yok etme girişimlerinin başarısızlığa uğramasından sonra kadim kitabı insanlardan uzak tutma çabası içerisindedir. Üç sezon boyunca devam eden Ash vs Evil Dead bilhassa serinin hayranlarının sevgisini kazanırken animasyon olarak yeni bir sezonun yapılacağı dedikoduları da serinin geleceğine dair merak uyandırmaya devam ediyor. 

    Evil Dead serisindeki tüm yapımları Türkiye’den çevrimiçi izleyin

    Evil Dead serisini hangi sırayla ve nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız bu rehber size çok yardımcı olacak. JustWatch editörlerinin hazırladığı bu içeriği inceleyerek çeşitli streaming platformlarındaki kiralama, satın alma ve abonelik hizmetlerinden dilediğinizi seçebilirsiniz. 

  • The Grinch Serisi Hangi Sırayla İzlenmeli?

    The Grinch Serisi Hangi Sırayla İzlenmeli?

    Aslı Ildır

    Aslı Ildır

    JustWatch Editörü

    Tüm zamanların en popüler anti-kahramanlarından biri olan Grinch, sinema tarihinin de en “huysuz ve tatlı” karakterlerinden biri. Dr. Seuss olarak da bildiğimiz Amerikalı çocuk yazarı Theodor “Ted” Geisel’in yarattığı karakter; yeşil tüylü, armut göbekli, haylaz bir surata sahip, tuhaf bir insan-yaratık. Whoville kasabasının eteklerinde yaşayan Grinch, insanlara olan nefreti nedeniyle Noel Baba kılığına girerek Noel’i çalmaya karar veriyor.

    İki animasyona ve bir canlı çekim filme uyarlanan hikâye, “Noel ruhunun” özüne ve manevi doğasına dair söyledikleriyle Charles Dickens’ın A Christmas Carol öyküsüyle birlikte anılıyor. Bu listede, hikâyenin beyazperde ve televizyon uyarlamalarını sizler için derledik. Bu filmlere dair merak ettiğiniz detayları bu rehberden inceleyebilir, Türkiye’deki farklı streaming seçenekleriyle ilgili aradığınız her türlü bilgiye ulaşabilirsiniz.

    How the Grinch Stole Christmas! (1966)

    Dr. Seuss’un aynı adlı romanından uyarlanan animasyon How the Grinch Stole Christmas!, Noel’i çalan Grinch’in hikâyesinin ilk televizyon uyarlaması. Bugs Bunny, Daffy Duck ve Road Runner gibi çizgi karakterleriyle tanınan ünlü animatör Chuck Jones imzalı film, MGM stüdyoları tarafından hayata geçirilmişti. Daha önce Private Snafu animasyonunda da birlikte çalışmış olan Jones ve Dr. Seuss, Grinch’in hikâyesini canlandırmak ve daha geniş kitlelere ulaştırmak için tekrar bir araya geldi. Filmde Grinch’i seslendiren isim ise, Frankenstein serisindeki rolüyle tanıdığımız usta oyuncu Boris Karloff’tu. 1966 yılı Noel’inde CBS’te yayınlanan film, Amerikan televizyon tarihinin en sevilen Noel temalı aile filmlerinden biri oldu. 

    How the Grinch Stole Christmas (2000)

    Grinch’in hikâyesinin dünya çapında tanınmasını sağlayan film ise, başrolünde Jim Carrey’in yer aldığı klasik How the Grinch Stole Christmas oldu. A Beautiful Mind, The Da Vinci Code ve Cinderella Man gibi filmleriyle tanıdığımız Ron Howard’ın yönettiği film, büyük bir gişe başarısı yakalamış ve En İyi Makyaj ve Saç Tasarımı dalında Oscar kazanmıştı. Anthony Hopkins’in seslendirdiği film, Home Alone serisinde olduğu gibi yalnızca Noel geleneği olan ülkelerde değil, dünya genelinde de geniş bir izleyicinin kalbini kazandı. Slapstick komedinin günümüzdeki temsilcilerinden Jim Carrey, beden dilini ustalıkla kullandığı Grinch rolündeki performansıyla hafızalara kazındı. Hikâyenin Dr. Seuss’un ve 1966 uyarlamasından farkı ise, kara mizah dozunun biraz daha fazla olmasıydı. Film bu sayede yalnızca çocuklara değil, yetişkinlere de hitap eden bir klasik haline geldi. 

    The Grinch (2018)

    2018’da bir kez daha animasyon olarak beyazperdeye uyarlanan The Grinch, köpeği Max’le birlikte Whowille kasabasının Noel’ini mahvetmeye karar veren ve Noel baba kılığına giren huysuz kahramanımız Grinch’e odaklanıyordu. Ünlü oyuncu Benedict Cumberbatch’ın canlandırdığı Grinch, detaylı karakter tasarımı ve biraz daha “yumuşatılmış” huysuzluğuyla büyük beğeni toplamıştı. Hikâyeyi 2000’deki canlı çekim uyarlamasına göre çok daha aydınlık ve eğlenceli bir yere taşıyan film, yeni bir nesli Grinch efsanesiyle tanıştırmayı hedefliyordu. Gişede yarım milyar dolarlık bir başarı elde ederek tüm zamanların en başarılı Noel filmi statüsü kazanan The Grinch, “Noel ruhunun” özellikle Amerikan toplumu için henüz ölmediğini de kanıtlamış oldu.

    The Mean One (2022)

    Üç farklı Grinch uyarlamasıyla hiçbir bağlantısı olmayan, hatta orijinal hikâyeyle yalnızca parodi düzeyinde ilişki kuran The Mean One, Grinch efsanesini tersine çeviren bir slasher. Filmde “The Mean One”, yani Grinch rolünü canlandıran isim ise Terrifier serisiyle tanıdığımız oyuncu David Howard Thornton. Resmî bir uyarlama olmadığı için ana hikâyeden mümkün olduğunca uzak duran yapım, yalnızca karakteri ve Noel’i mahvetme temasını ödünç alarak özgün bir anlatı kuruyordu. Filmde ebeveynlerinin Noel Baba kostümü giymiş yeşil bir yaratık tarafından katledildiğine tanık olan Cindy’nin hikâyesini izliyoruz. Bu travmatik olayı ardında bırakan ve artık bir yetişkin olan Cindy’nin hayatı, yaratığın bir Noel zamanı kasabaya geri dönüşüyle altüst oluyor. Oyuncuların abartılı performansları ve inandırıcılıktan uzak senaryosuyla eleştirilen film, yine de kimilerinin fazla “iyimser” bulduğu Grinch karakterini ters yüz etme fikri üzerinden büyük ilgi görmüştü.

    The Grinch serisini Türkiye’den çevrimiçi izleyin

    The Grinch serisini Türkiye’den nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehberi inceleyerek çeşitli streaming platformlarındaki kiralama, satın alma ve abonelik hizmetlerinden dilediğinizi seçebilirsiniz.

  • Men in Black Filmlerini Çevrimiçi İzleyin

    Men in Black Filmlerini Çevrimiçi İzleyin

    Ekrem Buğra Büte

    Ekrem Buğra Büte

    JustWatch Editörü

    Komedi ve bilimkurgu unsurlarını birleştiren Men in Black serisi Lowell Cunningham’ın aynı adlı çizgi roman serisinden uyarlanmıştır. Tommy Lee Jones ve Will Smith gibi iki önemli yıldızın öne çıktığı seride dünyada yaşayan uzaylıları tespit etmek ve onların varlığını vatandaşlardan gizlemek üzerine kurulu bir organizasyonun hikâyesi anlatılır.

    Başka bir yönüyle de film, fikrini ve adını ABD’de oldukça yaygın bir komplo teorisinden alır. 1990’lı yılların sonunda başlayıp devam filmleri, bir animasyon dizisi ve video oyunlarıyla genişleyen bu evrene dair merak edilen tüm detayları, filmlerin hangi yıllarda seyirciyle buluştuğunu ve Türkiye’de yayınlandıkları platformlara dair bilgileri bu rehberden öğrenebilirsiniz.

    Men in Black (1997)

    Ajan K (Tommy Lee Jones) ve Ajan J (Will Smith) adlı iki karakteri takip eden Men in Black, dünyada gizli aktiviteler içerisindeki uzaylıları tespit etmeye çalışan bir organizasyona odaklanır. 1997 yılında seyirciyle buluşan, yönetmenliğini Barry Sonnenfeld’in, senaristliğini ise Ed Solomon’ın üstlendiği film müziklerinden kostüm tasarımına, eğlenceli senaryosundan yıldız oyuncularına seyircinin beğenisini kazanır. Film hızla popüler kültür tarafından da sahiplenilir. Çizgi romandan devşirdiği dünyasıyla günümüz süper kahraman filmlerine geçişte önemli basamaklardan biri olarak görebileceğimiz Men in Black hemen ardından gelecek devam filmleri ve başka mecralardaki uyarlamalarıyla ana akım sinemanın kültür dünyasına kazandırdığı figürler arasına adını yazdırır. 

    Men in Black II (2002)

    Orijinal filmden beş yıl sonra seyirciyle buluşan ilk devam filmi Men in Black II’da Barry Sonnenfeld ilk filmde olduğu gibi yönetmenlik koltuğundadır. Senaryoda ise Robert Gordon ve Barry Fanaro’nun imzaları bulunur. Başrol oyuncularının yanı sıra özgün filmin müziklerini de hazırlamış olan Danny Elfman da kadroda yer alır. Ayrıca Michael Jackson da filmde ufak bir rola sahiptir. İlk filmin gişedeki başarısının ardından üretilen devam filmi de seyircinin ilgisine mazhar olur ve o yılın en çok izlenen filmlerinden biri olarak hafızalara yerleşir. Eleştirmenlerden de ortalama notlar alan Men in Black II bilhassa filmin başrollerinden, aynı zamanda bir müzisyen olan Will Smith’in "Black Suits Comin' (Nod Ya Head)" şarkısıyla da hatırlanmaya devam ediyor. 

    Men in Black 3 (2012)

    Serinin on yıl sonra gelen üçüncü filmi Men in Black 3, serinin yıldız başrol oyuncularıyla birlikte yönetmen Barry Sonnenfeld’ı da tekrar bir araya getirir. Öte yandan Josh Brolin, Jemaine Clement, Michael Stuhlbarg, Bill Hader ve Emma Thompson gibi başka yıldız oyuncular da kadroya dâhil olur. Sinema dünyasının dışından pek çok ismin de uzaylı suretinde ufak cameo’lar yaptığını görürüz film boyunca. Serinin üçüncü filminde bu kez Ajan J’nin zamanda yolculuk yapmasını ve dünyayı bir kez daha kurtarmaya çalışmasını izleriz. ABD’nin Ay’a gönderdiği meşhur Apollo 11 uzay aracının da filmde yer aldığını görürüz. Film, serideki diğer yapımlar gibi gişede de yapımcılarını hayal kırıklığına uğratmaz ve o güne kadar serinin en çok hasılat yapan filmi olur. 

    Men in Black: International (2019)

    Serinin dördüncü filmi Men in Black: International, ilk üçlemenin yönetmeninin yanı sıra serinin kurucu unsurlarından Tommy Lee Jones ve Will Smith’in de yer almadığı ilk film olarak seyirciyle buluşur. Film, serinin ana kodlarını sürdürürken bu kez ön planda Chris Hemsworth ve Tessa Thompson yer alır. Kumail Nanjiani, Rebecca Ferguson, Rafe Spall, Liam Neeson ve Emma Thompson gibi oyuncular da bu isimlere eşlik eder. Men in Black: International’da organizasyonun içerisindeki bir köstebeğin ortaya çıkartılması mücadelesini takip ederiz. Filmin yönetmenliğini F. Gary Gray üstlenirken senaryo ise Art Marcum - Matt Holloway ikilisinin elinden çıkmadır. Film eleştirmenler tarafından bilhassa senaryonun zayıflığıyla eleştirilirken gişede çok başarısız olmasa da beklentilerin altında kalır.

    Men in Black: The Series (1997)

    Ana akım sinemanın ürettiği birçok başarılı seride olduğu gibi Men in Black de bir süre sonra televizyon izleyicilerine yönelik bir diziye dönüştü. 1997-2001 arasında yayında kalan ve animasyon türünde olan Men in Black: The Series, filmlerle aynı evrende geçse de burada konu edilen dönemden farklı bir zaman çizelgesinde ilerler. Dolayısıyla hikâye akışı bakımından dizinin film serisindeki olaylardan saptığı pek çok detay bulunur. Ajan J ve Ajan K karakterleri yine hikâyenin merkezinde yer alsa da seslendirme için farklı oyuncular kullanılmıştır. Öte yandan Men in Black’in temelde çizgi roman mecrasında üretilmiş olması estetik bakımdan da animasyon türüne geçişi oldukça geçerli kılmıştır.

    Men in Black filmlerini Türkiye’de nereden izleyebilirim?

    Çizgi romandan sinemaya uyarlanan sayısız eserden birisi olan Men in Black serisindeki yapımların tamamını, bu filmlere dair ilginç bilgileri ve filmleri nerede izleyebileceğinizi JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehberle öğrenebilirsiniz. Sayfada yer alan kiralama, satın alma ve abonelik seçeneklerini filtreleyerek size en çok hitap eden platformu kolayca bulabilirsiniz.

  • Tüm Zamanların En İyi 10 Superman Animasyonu Nereden İzlenebilir?

    Tüm Zamanların En İyi 10 Superman Animasyonu Nereden İzlenebilir?

    Aslı Ildır

    Aslı Ildır

    JustWatch Editörü

    1938 yılında Jerry Siegel ve Joe Shuster tarafından yaratılan ve tüm zamanların en ünlü süper kahramanlarından biri olan Superman, iki savaş arası büyük siyasi ve ekonomik sıkıntılar yaşayan ABD’ye bir “güneş gibi” doğmuştu. Başka bir gezegenden dünyamıza gelen ve gazeteci Clark Kent kimliğine bürünen Superman’in anlatı evreni, o günden bu yana sayısız çizgi roman, film, dizi ve animasyonla genişlemeye devam etti. 

    Bu listede, bu evrenin büyük bir bölümünü oluşturan animasyon dizi ve filmlerden en iyi on yapımı derledik. Tüm zamanların en iyi 10 Superman animasyonunu nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. Bu filmlere dair merak ettiğiniz detayları bu rehberden inceleyebilir, Türkiye’deki farklı streaming seçenekleriyle ilgili aradığınız her türlü bilgiye ulaşabilirsiniz.

    The New Adventures of Superman (1966-1970)

    Superman’in erken dönem uyarlamalarından biri olan The New Adventures of Superman, 6 dakikalık bölümlerden oluşan ve CBS’de yayınlanan bir çizgi dizi. Superman’in ilk televizyon uyarlaması olan dizi, 1950’lerde büyük ilgi gören Adventures of Superman isimli canlı çekim dizinin başarısı sonrası hayata geçirilmişti. Dizinin senaryosunu, DC çizgi romanlarının da yazarlarından George Kashdan, Leo Dorfman ve Bob Haney gibi isimler üstleniyordu. Cumartesi sabahları yayınlanan ve özellikle çocuklarla gençleri hedef alan dizi, 1996’dan 1970’e kadara farklı formatlarda dört sezon boyunca devam etti. Clark Kent’e ek olarak Lois Lane, Lex Luthor, Jimmy Olsen ve Mr. Mxyzptlk gibi karakterlere de yer veren dizinin bazı bölümleri, VHS kaset üzerinden de piyasa sürüldü.

    Super Friends (1973-1985)

    Cumartesi sabahı eğlencesi olarak çekilen bir başka dizi olan ve dokuz sezon boyunca devam eden Super Friends, Superman’in de dahil olduğu bir grup süper kahramana odaklanıyordu. DC’nin ünlü kahraman ekibi Justice League of America’nın erken dönem uyarlamalarından biri olan Super Friends’in çekirdek kadrosu; Superman, Aquaman, Batman, Robin, Wonder Woman, Cyborg ve Firestorm’dan oluşuyordu. Tom and Jerry’nin yaratıcıları tarafından kurulan ve dönemin en ünlü animasyon stüdyolarından biri olan Hanna-Barbera imzalı dizi, bazı noktalarda orijinal Justice League hikâyesinden ayrılıyordu. Stüdyo, dizinin televizyonda yayınlanması ve çoğunlukla çocuklara hitap etmesi nedeniyle şiddet dozunu azaltmış, vatanseverlik tonunu ise bir nebze yumuşatmıştı. 

    Superman (1988)

    Jerry Siegel ve Joe Shuster imzalı orijinal hikâyenin televizyondaki ikinci çizgi dizi uyarlaması olan Superman, 1988’de 13 bölümlük tek bir sezon olarak yayınlanmıştı. Dizinin yaratıcı yazar ekibinin başında Blade karakterinin yaratıcılarından Marv Wolfman yer alıyordu. Diziyi önceki uyarlamalardan ayıran, Wolfman’ın Lex Luthor karakterine getirdiği yeni yorum oldu. Lex Luthor, bu dizide kriptonit bir yüzüğe sahip olan ve bu sayede Superman’i kendisinden uzak tutabilen bir milyarder olarak çıkıyordu karşımıza. Dizideki bir diğer değişiklik ise, hikâyenin görsel olarak 1980’lere uygun hale getirilmesiydi. John Williams imzalı müzikleriyle dikkat çeken dizi, yüksek maliyeti nedeniyle yalnızca bir sezon devam edebildi.

    Superman: The Animated Series (1996-2000)

    Warner Bros’un Kids' WB kanalında dört sezon boyunca yayınlanan Superman: The Animated Series, yeni Superman yorumuyla büyük ses getirmişti. Dizinin yaratıcılığını üstlenen Alan Burnett ve Bruce Timm, 1938’de yaratılan karakteri 60 sene sonrasına taşırken önceki yapımlardan çok daha modern bir üslup tercih etmişti. Karakterin geçmişi ve insanüstü gücü gibi temel özellikleri sabit kalmış, hikâye ise 1990’ların siyasi ve kültürel atmosferine göre güncellenmişti. Öte yandan, yeni Superman’ın insanüstü güçlerinin de artık bir sınırı ve bedeli vardı. Gücün getirdiği bu sorumluluk hali, Superman’in içsel çatışmasını da derinleştirmiş ve onu çok daha karmaşık ve çelişkilerle dolu, gerçek bir karakter haline getirmişti.

    Justice League (2001-2004)

    Dijitalleşmeyle birlikte animasyon teknolojilerinin de geliştiği 2000’lerin sevilen çizgi dizilerinden Justice League, 2001-2004 yılları arasında iki sezon olarak Cartoon Network’te yayınlandı. Gardner Fox’un yarattığı Justice League of America ekibinden karakterlere yer veren dizide Superman, Batman, Hawkgirl, Wonder Woman, Green Lantern, Flash ve J'onn J'onzz gibi kahramanlar yer alıyordu. 1996’da yayınlanan Superman: The Animated Series ve Batman: The Animated Series’in devamı olarak tasarlanan proje, DC’nin önceki animasyonlarından çok daha derinlikli bir senaryoya sahipti. Özellikle karakterler arası çatışmalar ile adalet, travma ve kayıp gibi konular üzerine söyledikleriyle dikkat çeken dizi, süper kahraman hikâyelerinin yetişkinlere de hitap etmeye başladığı bir dönemin önemli örneklerindendi. 

    Justice League Unlimited (2004-2006)

    Cartoon Network’ta üç sezon boyunca yayınlanan Justice League Unlimited, bir önceki serinin devamı niteliğindeydi. Justice League ekibinin yine önceki dizide tanıştığımız ana üyeleri sabit kalmış, ancak anlatıya bazı konuk karakterler eklenmişti. Dizideki konuk kahramanlar arasında Supergirl, Aquaman, Black Canary, Green Arrow ve Question gibi isimler bulunuyordu. Bir yandan Justice League ekibiyle gizli hükümet birimi Project Cadmus arasındaki çatışmayı takip eden dizi, bir yandan da ekip içi ilişkilere odaklanıyordu. İlk iki sezon sonrası sona ermesi planlanan dizi büyük ilgi görmüş ve üçüncü sezonla da devam etmişti. Dizinin sonuna doğru Batman karakteri genel olarak geri plana çekilmişti, çünkü zaman çizgisi ve olayların o sırada yayınlanan The Batman dizisiyle karışması istenmiyordu.

    All-Star Superman (2011)

    Grant Morrison ve Frank Quitely imzalı aynı isimli çizgi roman serisinden uyarlanan All-Star Superman, bir kez daha kahramanımızla Lex Luthor arasındaki çatışmaya odaklanan, uzun metraj bir animasyon. The Batman ve Godzilla: The Series gibi animasyonlarıyla tanınan Sam Liu imzalı film, DC’nin Orijinal Animasyon Filmleri Evreni’nin onuncu filmi. Film, bir çatışma sırasında yüksek dozda radyasyona maruz kalan ve kalan zamanını Louis Lane’le geçirmeye karar veren Superman’in hikâyesiyle açılıyor. Ancak Lex Luthor’un şeytani planları, Superman’in bu hayallerinin yarıda kalmasına neden oluyor. 12 bölümlük çizgi roman serisinde filme uyarlanırken yapılan sadeleştirmeler ve değişiklikler kimi hayranların tepkisini çekse de, film gişede hatırı sayılır bir başarı elde etmişti.

    Justice League Action (2016-2018)

    Justice League ekibinin maceralarını takip eden ve Cartoon Network’te yayınlanan bir başka dizi ise, 2016 ve 2018 yılları arasında bir sezon boyunca yayınlanan Justice League Action oldu. Önceki dizilerden farklı olarak daha çok komedi ve aksiyona ağırlık veren yapım, olayların art arda sıralandığı ve yüksek tempolu 12 dakikalık bölümlerden oluşuyordu. Superman’in rolünün baskın olduğu dizide kahramanlarımız, bir kez daha süper suçlularla savaşarak dünyayı kurtarmaya çalışıyordu. Özellikle DC’nin “büyümüş de küçülmüş” süper kahramanı Shazam’ın konuk olduğu Abate and Switch isimli dördüncü bölümüyle büyük beğeni toplayan dizi, en temelde daha genç izleyicileri Justice League dünyasıyla tanıştırmayı amaçlıyordu.

    Superman: Man of Tomorrow (2020)

    2020 yapımı uzun metraj animasyon Superman: Man of Tomorrow, DC’nin Orijinal Animasyon Filmleri Evreni’nin ikinci döneminin ilk filmi. Mark Waid, Leinil Francis Yu ve Gerry Alanguilan imzalı Superman: Birthright isimli 12 bölümlük çizgi romandan beyazperdeye uyarlanan hikâye, Metropolis’i uzaylı istilacılar Lobo ve Parasite’ten kurtarmaya çalışan Superman’in maceralarına odaklanıyor. Batman: The Long Halloween serisiyle bilinen Chris Palmer imzalı film, klasik ve modern animasyon tekniklerini bir araya getiren görsel üslubuyla büyük beğeni topladı. Seslendirme kadrosunda Darren Criss, Alexandra Daddario ve Zachary Quinto gibi isimlerin yer aldığı film, bizi bir kez daha kahramanın köken hikâyesine dahil ediyor, duygusal derinliği çok daha yüksek bir Clark Kent portresi ortaya koyuyordu. 

    My Adventures With Superman (2023-)

    2023’te Adult Swim’de yayınlanmaya başlayan ve günümüzde de hâlâ devam eden çizgi dizi My Adventures With Superman, genç Clark Kent’in Superman’e dönüşme hikâyesi üzerinden eğlenceli bir büyüme hikâyesi anlatıyor. Önceki çizgi dizilerden farklı olarak anime estetiğinden beslenen yapım; Clark Kent, Lois Lane ve Jimmy Olsen’ın Daily Planet’te kurduğu araştırma ekibini takip ediyor. Clark Kent’in büyüme ve kendini keşfetme yolculuğu, erkek çocuklara yönelik shōnen animelerindeki klasik anlatı yapısı içinden aktarılıyor. 2024’te üçüncü sezon onayı gelen dizinin My Adventures with Green Lantern isimli spin-off’u da yolda. Dizide Superman’i seslendiren isimse, The Boys’daki Hughie rolüyle ünlenen Jack Quaid. 

    Tüm zamanların en iyi 10 Superman animasyonunu Türkiye’den çevrimiçi izleyin

    Tüm zamanların en iyi 10 Superman animasyonunu Türkiye’den nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehberi inceleyerek çeşitli streaming platformlarındaki kiralama, satın alma ve abonelik hizmetlerinden dilediğinizi seçebilirsiniz.

  • Scream (Çığlık) Filmleri Hangi Sırayla İzlenmeli?

    Scream (Çığlık) Filmleri Hangi Sırayla İzlenmeli?

    Ekrem Buğra Büte

    Ekrem Buğra Büte

    JustWatch Editörü

    Çoğumuz için korku filmleri denilince ilk akla gelen figürlerden birisi Scream’in maskeli katilidir. 90’lardan itibaren korku sinemasına yerleşmiş, defalarca kez devam filmi çekilmiş, ünü sinemanın sınırlarını aşıp popüler kültürün temellerine yerleşmiş bir seridir Scream. Gerek slasher türünü yeni kuşakların algısına yerleştirmesi gerek sinemayı hikâyesinin ana parçası yapmasıyla benzerlerinden de ayrılır. 

    Zira korku filmlerinin klişelerini kullanan, bunlarla doğrudan dalga geçen fakat yine de bu türün bir örneği olmaya da devam eden seri, merkezine polisiye türünden gelen bir “katil kim” sorusu da ekler. İlk dört filmin yönetmenliğini üstlenen Wes Craven’ın imzasını hâlen taşıyan ve günümüzde de devam filmleriyle yeni kuşaklarla buluşmaya devam eden Scream serisindeki tüm yapımları sırayla inceliyoruz. 

    Scream (1996)

    İlk olarak 1996 yılında seyirciyle buluşan serinin başlangıç filmi Scream, devam filmlerinin de takip edeceği bir temel oluşturur. Bu temele göre bir grup lise öğrencisi Ghostface kod adlı bir maskeli katilin hedefi olur ve tek tek “avlanır”lar. Filmin senaristi Kevin Williamson, Gainesville Ripper adlı bir seri katilden yola çıkarak hayranı olduğu Halloween, Friday the 13th ve A Nightmare on Elm Street gibi slasher klasiklerinin izinden “Scary Movie” adlı bir senaryo yazmıştır. Başta tereddütlü olsa da Wes Craven’ın da projeye dâhil olmasıyla bu senaryo Scream’e evrilir. Film o dönem çok da popüler olmayan bir türde olsa da kulaktan kulağa yayılarak çok sayıda seyirciye ulaşır ve büyük başarı kazanır. Filmin bu büyük başarısında şüphesiz ki Scream’in mirasçısı olduğu slasher klasiklerine yaptığı saygı duruşu ve aynı zamanda buradaki klişeleri de açık eden doğrudan tavrı etkili olur. 

    Scream 2 (1997)

    Wes Craven ve Kevin Williamson ikilisini tekrar bir araya getiren devam filmi Scream 2, ilk filmden bir yıl sonra vizyona girer. Bu devam filmi de ilk film gibi Neve Campbell’ın canlandırdığı Sidney Prescott karakterini takip eder. Woodsboro katliamı olarak anılan ilk filmdeki olayların etkisinin sürdüğü kasabada Ghostface adlı katilin kılığında yeni bir katil ortaya çıkar ve benzer olaylar tekrar yaşanır. Öte yandan film komedi ve polisiye unsurlarını kullanmaya devam ederken serinin alametifarikaları arasında görebileceğimiz korku sinemasını hikâyenin doğrudan parçası yapan temel bu filmde de sürer. Zira devam filmi, ilk filmde yaşanan olayların hikâyesini anlatan “Stab” adlı bir filmin gösterimiyle başlar. Scream 2 de serinin ilk parçası gibi seyirci ve eleştirmenlerin ciddi beğenisini kazanır ve slasher türünü 90’ların popüler türlerinden biri yapan etkiden beslenir.

    Scream 3 (2000)

    Serinin üçüncü filmi Scream 3’ün yönetmenlik koltuğunda Wes Craven oturmaya devam ederken ilk iki filminin senaristi Kevin Williamson yerini Ehren Kruger’a bırakmıştır. Öte yandan Kruger, seriyi en başından iki devam filmiyle birlikte planlayan Williamson’ın notlarından da faydalanır. Scream 3, Sidney Prescott’ı takip etmeye devam eder ve hâlâ karakterlerin korku filmi kodlarına aşinalığı filmde önemli bir yer teşkil eder. Ancak ilk iki filmin yüksek şiddet ve korku dozu bu filmde dönemin de etkisiyle yerini komedi unsurlarına bırakır. Scream 3, gişede ilk iki film kadar büyük bir başarı kazanamamış olsa da o yılın en çok izlenen korku filmlerinden birisi olur ve serinin popülerliğini devam ettirir. 

    Scream 4 (2011)

    Aslen serinin gönderme yaptığı korku filmlerine de uygun olarak bir üçleme olarak planlanan serinin yıllar sonra yeni bir filmle devam edeceği haberiyle Scream 4’ü resmen onaylanmış olur. Orijinal oyuncu kadrosunun büyük ölçüde eski rollerine döndüğü bu yeni filmde orijinal filmde yaşanan katliamın on beşinci yılında ana karakterimiz Sidney Prescott’la birlikte Woodsboro’ya döneriz. Film, serinin temel taşı olarak görebileceğimiz göndermeleri ve katil kim mekaniğini sürdürürken bu kez çekildiği zamanın da ruhunu anlatıya katarak sosyal medya ve interneti de hikâyenin parçası yapar. Scream 4’te orijinal filmdeki Wes Craven ve Kevin Williamson ikilisi tekrar bir araya gelmiş olsa da yapım aşamasındaki aksaklıklar, son filmden bu yana çok zaman geçmesi ve seyircinin ilgisinin farklı trendlere yönelmesi gibi nedenlerle film gişede beklenen rakamların altında kalır.

    Scream (2022)

    2011 yılında seyirciyle buluşan dördüncü filmin sonrasında serinin yeni filmleri için bir potansiyel söz konusuyken Scream 4’ün gişede bekleneni verememiş olması nedeniyle bu projeler gerçeklik kazanamaz. 2015 yılında Wes Craven’ın hayatını kaybetmesi ve 2017 yılında serinin haklarının Spyglass Media Group’a geçmesi gibi gelişmelerin ardından seri yeni bir faza geçer. Beklenen beşinci film, aynı orijinal film gibi Scream adıyla, 2022 yılında seyirciyle buluşur. Yönetmenlik koltuğunda Matt Bettinelli-Olpin ve Tyler Gillett otururken orijinal oyuncu kadrosundan pek çok isim de filmde rol alır. Scream, orijinal filmden yirmi beş yıl sonrasına odaklanırken yönetmenler hem serinin özünü korumaları hem de taze bir bakışa türe yeniden yaklaşmayı becerebilmeleriyle övgü toplarlar. Ayrıca yeni filmde Melissa Barrera, Jenna Ortega ve Mikey Madison gibi genç oyuncuların da kadroya eklenmesi önemli bir katkı olarak yorumlanır. 

    Scream VI (2023)

    Scream’in hem eleştirmenlerin hem de serinin hayranlarının beğenisini kazanması ve gişedeki başarısının ardından yeni bir devam filminin hazırlıklarına hemen başlanır. Serinin altıncı filmi Scream VI’nın yönetmenliğini tekrar Matt Bettinelli-Olpin ve Tyler Gillett üstlenir. Senaryoda da bir önceki filmde olduğu gibi James Vanderbilt ve Guy Busick’in imzası bulunur. Yine kalabalık bir oyuncu kadrosunu takip ettiğimiz filmde serinin gediklisi pek çok oyuncuyu tekrar izleriz ancak Neve Campbell bu kez kadroda yer almaz. Yeni filmde Ghostface korku salmaya devam eder ancak olaylar bu kez New York’ta geçer. Serinin temel unsurlarını yeni bir şehre uygulayan Scream VI pek çok Scream filmi gibi gişede büyük başarı elde eder ve o yılın en çok izlenen korku filmlerinden birisi olur.

    Scream 7 (2026)

    Scream serisinin yeni filmi Scream 7’nin hazırlıkları da çoktan başlamış durumda. Serinin yeniden başlamasında büyük payları olan yönetmen ikilisi Matt Bettinelli-Olpin ve Tyler Gillett’ın yanı sıra yeni oyuncu ekibinden Melissa Barrera ve Jenna Ortega’nın da filmden ayrılmış olmasının nasıl bir etki yapacağı elbette merak edilen konuların başında geliyor. Yapımcılar ise buna çareyi eskilere dönmekte bulmuş gibi görünüyor. Zira orijinal filmin senaristi olan ve fikrî olarak serinin yaratıcısı sayılabilecek Kevin Williamson’ın yönetmenlik koltuğunda oturması bekleniyor. Hikâye ise 2022 yapımı Scream’den itibaren serinin senaryolarına imza atan James Vanderbilt ve Guy Busick’in elinden çıkacak. Neve Campbell'ın Sidney Prescott, Courteney Cox'ın da Gale Weathers karakterleriyle geri döneceği de şimdiden açıklanmış durumda. Çekimleri 2025’in Ocak ayında başlayan filmin 2026’da seyirciyle buluşması bekleniyor. 

    Scream (2015, dizi)

    Scream serisi gerek içeriğinde barındırdığı referanslarla gerek slasher türünün doğasında bulunan özelliklerle her daim sinema salonlarında büyüdü fakat seri televizyon yayınlarıyla da kitlesini her daim artırdı. Bu durum, 2015 yılında MTV’de yayınlanmaya başlayan ve VH1’de devam eden üç sezonluk Scream adlı televizyon dizisiyle de farklı bir boyut kazandı. Serinin dünyasını antoloji mantığıyla televizyona taşıyan bu dizi, bu kez Lakewood adlı başka bir kurmaca kasabada geçiyordu fakat birçok hikâye özelliğiyle serinin mantığını modelliyordu. Toplamda otuz bölüm süren dizinin serinin hayranlarının radarında olması gerektiğini söylemek mümkün. 

    Scream serisindeki tüm filmleri Türkiye’den çevrimiçi izleyin

    Scream serisini hangi sırayla ve nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız bu rehber size çok yardımcı olacak. JustWatch editörlerinin hazırladığı bu içeriği inceleyerek çeşitli streaming platformlarındaki kiralama, satın alma ve abonelik hizmetlerinden dilediğinizi seçebilirsiniz. 

  • Tüm Superman Dizilerini Çevrimiçi İzleyin

    Tüm Superman Dizilerini Çevrimiçi İzleyin

    Berke Göl

    Berke Göl

    JustWatch Editörü

    Superman serisini yeniden başlatan James Gunn imzalı Superman 11 Temmuz’da beyazperdede boy gösterecek. Pelerinli kahramanı bu kez David Corenswet’in canlandırdığı filmi beklerken küçük ekranda bugüne kadar gösterilmiş Superman dizilerini yeniden izlemek isterseniz, JustWatch’ın hazırladığı listeden yararlanabilirsiniz. 1950’lerden günümüze, Superman’in yer aldığı tüm canlı çekim (live action) dizilere yakından bakıyoruz.

    Adventures of Superman (1952–1958)

    Superman’in ilk canlı çekim televizyon uyarlaması Adventures of Superman, Clark Kent kimliğiyle Daily Planet gazetesinde çalışan kahramanımızın bir yandan da Lois Lane, Jimmy Olsen ve Perry White’ın desteğini alarak suçlularla, ajanlarla, doğal felaketlerle mücadele etmesini konu alır. Ahlaki bir mesel niteliği de taşıyan dizi, 1950’lerin Amerikan değerlerini ekrana taşımasıyla dikkat çeker. Başroldeki George Reeves bir kuşak için Superman’le özdeşleşen oyuncu olacak, ancak 1959 yılında trajik bir şekilde ölecektir. Siyah-beyaz başlayan dizinin üçüncü sezonu renkli yayınlanır. Adventures of Superman aynı zamanda televizyondaki ilk çizgi roman uyarlamalarından biri olarak popüler kültürdeki yerini alır.

    Superboy (1988–1992)

    Clark Kent’in Shuster Üniversitesi’ndeki okul yıllarına odaklanan Superboy, kahramanımızın Lex Luthor ve Bizarro gibi kötü adamlarla mücadelesine odaklanırken, bir yandan da gençlik çağında yaşadığı maceraları anlatır. Dizide Clark Kent’in yardımcıları Lana Lang ve T.J. White karakterleridir. İlk sezonda John Haymes Newton’ın canlandırdığı Superboy’u, devamında üç sezon boyunca Gerard Christopher canlandırır. Dizinin yapımcılığını ise 70’li ve 80’li yıllarda başrolünü Christopher Reeve’in klasik Superman filmlerinde de imzası bulunan Alexander Salkind ve Ilya Salkind üstlenir. Warner Bros.’la yaşanan anlaşmazlık yüzünden Superboy, yayınlandığı dönemden 2010’lu yıllara kadar ekranlardan uzak kalmış, uzun süre izlenememiştir.

    Lois & Clark: The New Adventures of Superman (1993–1997)

    Clark Kent ve Lois Lane arasındaki romantik ilişkiyi ve iş ortaklığını merkezine alan Lois & Clark: The New Adventures of Superman, karakter odaklı bir drama niteliği taşımasıyla öncüllerinden ayrılır. Superman’i Dean Cain’in, Lois Lane’i ise Teri Hatcher’ın canlandırdığı dizi kötü adamlara karşı verilen mücadeleden ziyade Superman’in duygusal dünyasıyla, yaşadığı ilişkilerle, Daily Planet gazetesindeki deneyimleriyle ilgilenir. Kahramanı 1990’larda yeni bir izleyici kitlesiyle tanıştıran dizi, Lois Lane’i bir yan karakterden çıkarıp Superman evreninin önemli figürlerinden biri haline getirmesiyle de hafızalara kazınır. 1993’te başlayan dizi, dört sezonun ardından reytinglerin düşmesiyle 1997 yılında ekranlara veda edecektir.

    Smallville (2001–2011)

    Superman’in ekrandaki en uzun soluklu macerası olan Smallville, Clark Kent’in Superman olmadan önceki dönemine odaklanır. İlk dört sezonda Clark Kansas’ta bir lise öğrencisidir, beşinci sezondan itibaren hayatına Daily Planet gazetesi de girecektir. Clark’ın süper güçlerini keşfetmesini ve birbirinden farklı tehditlere karşı verdiği mücadeleyi takip eden dizinin duygusal arka planını ise kahramanın Lex Luthor, Lana Lang ve daha sonra Lois Lane’le kurduğu ilişkiler oluşturur. Clark Kent’i Tom Welling’in canlandırdığı dizi, Superman kostümünü on sezonluk maceranın son bölümüne kadar hiç ekrana getirmemesiyle de hatırlanır. Gerek eleştirmenlerin gerekse izleyicinin beğenisini kazanan Smallville, süper kahramanların çıkış hikâyelerini merkeze alan pek çok başka yapımın da yolunu açmıştır.

    Supergirl (2015–2021)

    CBS’te başlayan ve daha sonra CW’ya transfer olan Supergirl, Superman’in kuzeni Kara Zor-El’i merkezine alır. Hayatta kalan son Kryptonlulardan biri olan ve dünyaya gönderilen Kara, dizide Supergirl olarak güçlerini National City’yi korumak amacıyla kullanır, uzaylılara karşı savaşır, çeşitli ahlaki ikilemlerle karşı karşıya kalır. Başroldeki Melissa Benoist’nın performansının övgülerle karşılandığı dizide Tyler Hoechlin de Superman karakteriyle zaman zaman konuk oyuncu olarak yer alır. Supergirl, Arrowverse evreni kapsamında The Flash, Arrow ve Legends of Tomorrow gibi farklı süper kahraman anlatılarıyla yapılan cross-over’lara alan açmasıyla kritik öneme sahip bir dizi olur.

    Krypton (2018–2019)

    İzleyiciyi Superman’in doğumundan iki yüz yıl öncesine götüren Krypton, kahramanın dedesi Seg-El’in Krypton gezegeninde toplumdan dışlanan ailesinin ismini temize çıkarma çabasını ve gezegeni Brainiac gibi düşmanlardan koruma mücadelesini ekrana getirir. Dizide, zamanda yolculuk eden Adam Strange karakteri de Superman’in tarihten silinmesi ihtimaline karşı Seg-El’i uyarır. Önceki Superman dizilerine kıyasla daha karanlık bir atmosfer kuran Krypton, aynı zamanda tutturduğu politik tonla da dikkat çeker. 2018 yılında başlayan, başrollerini Cameron Cuffe, Nicholas Witham-Mueller, Georgina Campbell ve Shaun Sipos’un paylaştığı dizi, aldığı olumlu eleştirilere rağmen onar bölümlük iki sezonun ardından düşüşe geçen reytingler nedeniyle iptal edilmiştir.

    Superman & Lois (2021- )

    Supergirl’de Superman’i canlandıran Tyler Hoechlin’in hayranların gözüne girmeyi başarması, spin-off dizisi Superman & Lois’in de yolunu açar. Clark Kent ile Lois Lane’in dünyaya yönelik tehditlere karşı sırt sırta verdikleri dizi, ikilinin ikiz çocukları Jonathan ve Jordan üzerinden aile içi dinamiklere dair bir boyut da içerir. Smallville kasabasında geçen Superman & Lois, süper kahraman anlatısına aile draması ve kuşak çatışması gibi boyutları eklemesiyle dikkat çeker. Özellikle görsel dünyası ve olgun üslubu övgülerle karşılanan dizinin, dördüncü sezonunu geride bırakırken son yılların en sevilen Superman uyarlamalarının arasına adını yazdığını söylemek yanlış olmaz.

    Tüm Superman dizilerini Türkiye’de çevrimiçi izleyin

    Soğuk Savaş yıllarından günümüze her dönemde küçük ekranda kendine yer bulan Superman’i odağına alan canlı çekim dizileri Türkiye’de hangi platformlar üzerinden izleyebileceğinizi JustWatch sayesinde keşfedebilirsiniz. Streaming platformlarıyla ilgili güncel verilerimize göz atarak hangi filmin kiralama, satın alma ve abonelik seçenekleriyle izlenebildiğini bu rehberden öğrenebilirsiniz. 

  • Carrie Serisi Hangi Sırayla İzlenmeli?

    Carrie Serisi Hangi Sırayla İzlenmeli?

    Aslı Ildır

    Aslı Ildır

    JustWatch Editörü

    Korku sineması tarihinin kült yapımlarından, Brian De Palma imzalı Carrie, yıllar içinde dört filmlik bir seriye dönüşerek anlatı evrenini genişletti. Stephen King’in aynı adlı romanından uyarlanan yapım, telekinetik güçlere sahip liseli genç bir kızın hikâyesini takip ediyordu. Korku sinemasının “kurban” ve “canavar” figürlerini aynı karakterde birleştiren Carrie, ergenlikle dönüşen kadın bedenini kanlı bir isyan imgesine dönüştürmüştü. 

    Bir tür gençlik filminden feminist bir intikam hikâyesine dönüşen anlatısıyla Carrie, sayısız filme ilham verdi. Son dönemin ses getiren yapımlarından Coralie Fargeat imzalı The Substance da finalinde Carrie’nin meşhur mezuniyet balosu sahnesine referans veriyordu. Carrie serisini Türkiye’den nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. Bu filmlere dair merak ettiğiniz detayları bu rehberden inceleyebilir, Türkiye’deki farklı streaming seçenekleriyle ilgili aradığınız her türlü bilgiye ulaşabilirsiniz. 

    Carrie (1976)

    Stephen King’in aynı adlı romanından uyarlanan Carrie, Brian De Palma imzalı şiddet ve kan dolu bir “büyüme hikâyesi”. Başrolünde Sissy Spacek’in yer aldığı yapım, bir ergenlik alegorisi olarak görülebilecek hikâyesiyle sinema tarihinin en nev-i şahsına münhasır korku filmlerinden biri olarak görülüyor. Film, muhafazakar ve baskıcı bir anneye sahip olan Carrie isimli çekingen bir lise öğrencisine odaklanıyor. Akranları tarafından sürekli olarak zorbalanan Carrie, yükselen öfkesi ve kaygısıyla birlikte telekinetik güçlerinin de ortaya çıktığını fark ediyor. Zorbalara karşı - biraz da doğaüstü güçlerin yardımıyla - isyan ederek büyüyen Carrie, filmin meşhur mezuniyet balosu sahnesinde etrafı kan revan içerisinde bırakıyor. Menstrüasyonla ilişkilendirilen bu unutulmaz sahne, sinema tarihinde ikonik bir yer edindi ve yıllar içinde pek çok filmde yeniden karşımıza çıktı.

    The Rage: Carrie 2 (1999)

    Serinin ikinci filmi The Rage: Carrie 2’nin yönetmenliğini, Poison Ivy filmiyle tanıdığımız Amerikalı yönetmen Katt Shea üstleniyor. Filmin başrolünde ise, daha sonra Gilmore Girls’le ünlenen oyuncu Emily Bergl yer alıyor. Film, önceki filmde izlediğimiz Carrie karakterinin kız kardeşi Rachel Lang’a odaklanıyor. Tıpkı kardeşi gibi telekinetik güçleri olan Rachel, cinsel saldırıya uğradıktan sonra intihar eden arkadaşının öcünü almak için harekete geçiyor. İlk filmin aksine çok az izlenen ve gişede batan The Rage: Carrie 2, anlatı yapısı açısından Carrie’ye fazlaca benzediği (ve hatta gereksiz yere Carrie’den sahnelere yer verdiği) için olumsuz yorumlar almıştı. İlk filmin gölgesinde kalan yapım, daha çok bir B-filmi olarak değerlendirildi ve hızla rafa kalktı. 

    Carrie (2002)

    Stephen King’in romanının ikinci yeniden çevrimi olan 2002 yapımı Carrie, İngiliz yönetmen David Carson imzalı bir televizyon filmi. Devam etmesi planlanan bir dizinin pilot bölümü olarak yayınlanan film, hikâyenin sonunu romandan farklı bir şekilde resmediyordu. Ancak film yeterli ilgiyi görmeyince, dizi projesi hayata geçirilemedi. Ortadan kaybolan Carrie’nin başına gelenleri geriye dönüşler aracılığıyla izlediğimiz yapımın başrolünde ise Angela Bettis yer alıyordu. Film genel olarak orijinal uyarlamanın gerisinde kalsa da, Bettis’in performansı eleştirmenler tarafından beğeniyle karşılanmıştı. Özellikle “ucuz gözüken” özel efektleri ve aşırıya kaçan şiddet sahneleriyle eleştirilen Carrie, en temelde seyirciyi yeteri kadar korkutamaması ve türün kodlarını ekonomik bir şekilde kullanamaması üzerinden olumsuz yorumlar aldı. 

    Carrie (2013)

    Serinin dördüncü filmi Carrie, bir kez daha orijinal filme ve romana sadık kalarak hikâyeyi uyarlamaya girişiyordu. Boys Don’t Cry filmiyle ünlenen Kimberly Peirce’ın yönettiği filmde Carrie karakterini ise, son yılların yükselen genç oyuncularından Chloë Grace Moretz canlandırmıştı. İlk uyarlamadan fazlasıyla hoşnut olan Stephen King, filmin bir kez daha çekileceği duyurulduğunda bunun gereksiz olduğunu belirtmişti. Stüdyo ise yeniden çevrim nedeni olarak hem gelişen görsel efekt teknolojilerini, hem de Amerika’da yükselişe geçen zorbalık meselesini gösterdi. Orijinal filmin 70’ler sinemasına ve Stephen King’in korku anlayışına özgü o tuhaf, tekinsiz ve cevapsız sorularla bezeli atmosferi; 2013 yapımı bu filmde neredeyse tamamen göz ardı edilmişti. Yeni Carrie, tıpkı Suspiria ve Halloween gibi birçok korku klasiğinin yeniden çevriminde gözlemlenen o fazlasıyla “temiz” ve “net” anlatımdan muzdaripti.

    Carrie (????)

    Hazırlıkları devam eden bir diğer Carrie projesi ise, Amazon Prime’da yayınlanması planlanan bir mini dizi. Dizinin yaratıcılığını, korku sinemasının son yıllardaki önemli yönetmenlerinden, özellikle Netflix’e çektiği The Haunting of Hill House ve The Haunting of Bly Manor gibi yapımlarıyla tanıdığımız Mike Flanagan üstleniyor. Flanagan, daha önce de King’in Gerald's Game ve Doctor Sleep gibi romanlarını beyazperdeye uyarlamıştı. Önceki uyarlamalardan farklı olarak dizi, romanda yer alan ve süre kısıtlaması nedeniyle atlanmış pek çok ayrıntıya yer verecek ve böylece anlatı evrenini daha da genişletecek. Dizide Carrie rolünde Kanadalı genç oyuncu Summer H. Howell’ı izleyeceğiz. 

    Carrie serisini Türkiye’den çevrimiçi izleyin

    Carrie serisini Türkiye’den nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehberi inceleyerek çeşitli streaming platformlarındaki kiralama, satın alma ve abonelik hizmetlerinden dilediğinizi seçebilirsiniz.

  • Blade Runner Serisi Hangi Sırayla İzlenmeli?

    Blade Runner Serisi Hangi Sırayla İzlenmeli?

    Ekrem Buğra Büte

    Ekrem Buğra Büte

    JustWatch Editörü

    Ridley Scott’ın 1982 tarihli filmi Blade Runner, cyberpunk alt türünü sinemaya taşıması ve yarattığı etkiyle sinema tarihinin kült klasiklerinden birisi. Mekân tasarımlarından atmosfer algısına, kurduğu distopik gelecek tahayyülünden insan doğasını didikleyen felsefi zeminine çok farklı biçimlerde derin etkiler yaratmış bir yapım Blade Runner. Orijinal filmin değerinin zamanla keşfedilmesi ve etrafında oluşan hayran kitlesinin de etkisiyle bu evren yıllar sonra gelen Blade Runner 2049 ile yeni bir faza geçti.

    Önümüzdeki günlerde gösterime girecek ve Blade Runner 2049’un dünyasını takip edecek Blade Runner 2099’u beklerken bu evren içerisinde üretilmiş farklı yapımları bir araya getiriyoruz. Geçen zaman içerisinde bünyesine kattığı yeni hayran kitleleriyle etkisini büyüten Blade Runner dünyasına derinlemesine dalmak isteyenler için yapımlara dair temel bilgileri toparlıyor, bu film ve dizileri hangi sırayla izlemek gerektiğini listeliyoruz. 

    Blade Runner (1982)

    Ridley Scott’ın yönetmenliğinde bilimkurgu edebiyatının ustalarından Philip K. Dick’in Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi? adlı romanından uyarlanan Blade Runner, Rick Deckard adlı bir polisi takip eder. Film, distopik bir gelecekte, biyolojik insanlarla sentetik insanlar arasındaki farkın ayırt edilemediği bir zamanda geçer. Deckard’ın da aralarında olduğu “blade runner”ların görevi de bu sentetik insanları tespit etmektir. Deckard’ın nüanslı hikâyesi üzerinden tanıdığımız bu dünya Harrison Ford’un unutulmaz performansı, Vangelis imzalı müzikleri, başta Voight-Kampff testi olmak üzere insan olmanın doğası üzerine açtığı felsefi tartışma zemini ve yarattığı kendine has görsel-işitsel dünyayla zaman içerisinde kült statüsüne yerleşir. Bir bilimkurgu filmine göre düşük temposu ve ele aldığı ağır konular nedeniyle ilk etapta seyirci ilgisine pek mazhar olmayan film, yarattığı etkiyle hem cyberpunk türünün sinemadaki kaynak noktası olacak hem de sayısız film ve diziye ilham verecektir.

    Soldier (1998)

    Aslen Blade Runner evreninin resmî bir parçası olmayan fakat filmin senaristi David Webb Peoples’ın bu dünyanın bir parçası olarak hayal ettiğini söylediği Soldier, Blade Runner evrenine paralel bir anlatı kurar. Yönetmenliğini Paul Anderson’ın üstlendiği, başrolünde Kurt Russell’ın yer aldığı bilimkurgu filminde üst düzey bir askerin ölüme terk edilmesinin ardından çıktığı intikam yolculuğunu izleriz. Aynı Blade Runner’da olduğu gibi biyolojik insanlarla mühendislik ürünü sentetik insanlar arasındaki çatışmayı merkezine alan Soldier, sert biçimde değişen dünyada insanlığın konumunu sorgulayan alanlara açılır. Gişede de Blade Runner’a benzer bir kaderi yaşayacak film pek fazla seyirci ilgisi görmez fakat Blade Runner’ın da zamanla artan değeriyle bilimkurgu meraklılarının uğrak noktalarından birisi hâline gelir.

    2036: Nexus Dawn (2017)

    Blade Runner evreni, film sonrasında yazılan romanlar, çizgi romanlar ve video oyunlarıyla sinema dünyasını aşan biçimde genişler. Zaman içerisinde Blade Runner ve cyberpunk terimleri estetik bir algıyı, spesifik bir bağlamı işaret etmek için kullanılır hâle gelir. Bu elbette orijinal filmin hikâyesini devam ettirecek bir devam filmi için de ciddi beklenti yaratır fakat bunun gerçekleşmesi için hayranların 2017 yılını beklemesi gerekecektir. Blade Runner 2049’u merakla bekleyen hayranlara film vizyona girmeden önce seyirciyi filmin dünyasına hazırlayan üç kısa film sunulur. Bunların ilki olan 2036: Nexus Dawn’da devam filminin on yıl öncesine gideriz. Devam filminde de rol alacak Jared Leto’nun canlandırdığı Niander Wallace, “replikant”larla ilgili yeni fikirlere sahiptir. Bu altı dakikalık kısa filmin yönetmenlik koltuğunda ise Ridley Scott’ın oğlu Luke Scott oturur.

    2048: Nowhere to Run (2017)

    Seyirciyi Blade Runner 2049’un dünyasına hazırlayan kısa filmlerden ikincisi 2048: Nowhere to Run ise devam filminde yer alacak bir başka karakteri, Dave Bautista’nın hayat verdiği Sapper Morton’ı tanıtır. Olaylar bu kez filmden bir yıl öncesinde geçer ve Morton’ın bir anne ve kızını korumaya çalışmasını takip eder. Altı dakika süren bu kısa filmin yönetmenlik koltuğunda da Luke Scott oturmuştur. Devam filminin yönetmenliğini üstlenen Denis Villeneuve’ün bu kısa filmlere doğrudan bir katkısı olmasa da seçilen yönetmenlerde ve filmlerin genel tasarımında söz sahibi olduğu da açıktır. 

    Blade Runner: Black Out 2022 (2017)

    Aynı kapsamda üretilen üçüncü kısa filmse anime türünde bir yapım olur: Blade Runner: Black Out 2022. Önemli anime yönetmenlerinden Shinichiro Watanabe’nin imzasını koyduğu yapım 2022 yılında geçer ve orijinal Blade Runner evrenini takip eder. Yaşanan kapsamlı bir güç kesintisinin sonuçlarını izlediğimiz on beş dakikalık kısa film, cyberpunk türünde sayısız eserin üretildiği anime alanıyla Blade Runner’ı resmî bir birliktelikle birleştirmesi açısından da önem taşır. Replikantların dünyasına daha yakından baktığımız film ayrıca orijinal filmin seyirciyi bazı soru işaretleriyle bırakan ucu açık finali ve orada yaşananlarla ilgili de ipuçları barındırır. 

    Blade Runner 2049 (2017)

    Blade Runner hayranlarının bir devam filmine kavuşması tam otuz beş yıl sonra, 2017 yılında vizyona giren Blade Runner 2049’la olacaktır. Çağımızın vizyoner sinemacılarından Denis Villeneuve’ün yönetmenliğinde, ilk filmdeki rolüyle evrene geri dönen Harrison Ford’un yanı sıra Ryan Gosling’in başrolde yer aldığı film 2049 yılında geçer. Gosling’in canlandırdığı “blade runner” K, isyancı replikantlara karşı mücadele verirken keşfettikleri nedeniyle Deckard’a ulaşmaya çalışır. Bu esnada evrenin otuz yılda nasıl dönüşümler geçirdiğine ve ilk filmin sorduğu soruların devamına tanıklık ederiz. Villeneuve’ün filminin bu oldukça zor görevin ardından başarıyla kalktığını söylemek mümkün. Film hem yarattığı görsel-işitsel dünyayla ilk filmin özünü geliştirerek korurken hem de bu evrenin daha da genişlemesine imkân tanıyacak alanlar açmayı başarmış durumda. Blade Runner 2049’un orijinal filme benzer bir etki yaratıp yaratmayacağını ise zaman gösterecek elbette. 

    Blade Runner: Black Lotus (2021)

    Blade Runner 2049’la açılan yol serinin hayranlarını tatmin edecek bir potansiyele sahip gibi görünüyor. Zira devam filminin ardından gelen animasyon dizisi Blade Runner: Black Lotus’la birlikte bu evrende anlatılacak çok hikâye olduğu ve bu potansiyelin hızla hayata geçirileceği kesinleşmiş oldu. Kenji Kamiyama ve Shinji Aramaki imzası taşıyan bu animasyon, seyircisini iki filmin arasında bir döneme, 2032’ye götürüyor. Serinin imzası hâline gelmiş cyberpunk estetiğini ve distopik gelecek algısını sürdüren dizi getirdiği hem içeriksel hem de biçimsel yeniliklerle hayranların beğenisini kazanmıştı. Devam filmi öncesi seyirciyle buluşan kısa anime Blade Runner: Black Out 2022’de yaşananların devamına odaklanma işlevi de gören dizi bu kez kadın bir replikantı hikâyenin merkezine yerleştiriyor.

    Blade Runner 2099 (????)

    Blade Runner hayranlarının merakla beklediği yeni yapım ise bir live-action dizi: Blade Runner 2099. Orijinal filmlerin dünyasını takip edecek ve Blade Runner 2049’dan elli yıl sonrasına odaklanacak dizinin başrollerinde Hunter Schafer ve Michelle Yeoh yer alacak. Dizinin ne zaman gösterime gireceği henüz açıklanmamış olsa da bu yılın son bölümünde Prime Video’da seyirciyle buluşması bekleniyor. Dizinin kaçak bir insanla bir replikantın ortaklığına dayanan bir hikâyesi olacağı da biliniyor. Çekimlerinin yakın zamanda tamamlandığı dizinin Blade Runner’ın estetik ve içeriksel dünyasına nasıl yaklaşacağı ise şimdiden büyük merak konusu. 

    Blade Runner serisi kronolojik olarak hangi sırayla izlenmeli?

    Resmî olarak Blade Runner serisinde yer alan tüm yapımları zamansal akışa göre şu sırayla izleyebilirsiniz: 

    • Blade Runner
    • Blade Runner: Black Out 2022
    • Blade Runner: Black Lotus
    • 2036: Nexus Dawn
    • 2048: Nowhere to Run
    • Blade Runner 2049
    • Blade Runner 2099

    Blade Runner serisindeki tüm yapımları Türkiye’den çevrimiçi izleyin

    Blade Runner serisine dair öne çıkan detayları, bu kapsamda üretilen film ve dizileri, her birini hangi sırayla ve nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız doğru yerdesiniz. JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehberi inceleyerek Blade Runner evrenindeki tüm yapımları öğrenebilir ve bunları nerede izleyebileceğinize dair bilgiler edinebilirsiniz.

  • Tüm Zeki Demirkubuz Filmlerini Çevrimiçi İzleyin

    Tüm Zeki Demirkubuz Filmlerini Çevrimiçi İzleyin

    Aslı Ildır

    Aslı Ildır

    JustWatch Editörü

    2000’lerde yükselişe geçen bağımsız sinemamızın en önemli yönetmenlerinden Zeki Demirkubuz, Türkiye’deki genç sinemacıları derinden etkilemiş ve geç dönem Yeşilçam’la günümüz arasında âdeta bir köprü kurmuştu. Arabesk ve melodram estetiğini, daha toplumsal gerçekçi ve yalın bir sinema diliyle yeniden yorumlayan yönetmen; kader, varoluş, insan doğası, utanç, suçluluk ve kadın-erkek ilişkileri temaları etrafında gelişen zengin bir filmografiye sahip.

    Bu listede yönetmenin filmlerini ilk filmi C Blok’tan, son filmi Hayat’a kadar kronolojik olarak sıraladık. Zeki Demirkubuz’un tüm filmlerini Türkiye’den nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. Bu filmlere dair merak ettiğiniz detayları bu rehberden inceleyebilir, Türkiye’deki farklı streaming seçenekleriyle ilgili aradığınız her türlü bilgiye ulaşabilirsiniz. 

    C Blok (1994)

    Zeki Demirkubuz’un ilk uzun metrajı C Blok, melankolik ve karanlık atmosferi, ilişki kuramayan depresif karakterleri ve yalın sinema diliyle yönetmenin üslubunu inşa ettiği film olmuştu. Evliliğinde çeşitli sıkıntılar yaşayan Tülay’ın hikâyesine odaklanan film, farklı bloklara ayrılmış çok katlı bir apartman kompleksinde geçiyordu. C Blok’ta yaşayan ve büyük bir bunalım içinde olan ana karakterimiz Tülay, bir gün tesadüfen hizmetçisi ve apartmanın kapıcısını kendi yatağında sevişirken yakalıyor ve tüm hayatını gözden geçiriyordu. Başrollerini Serap Aksoy, Fikret Kuşkan ve Zuhal Gencer’in paylaştığı film, yönetmenin Türkiye’de adını duyurduğu yapım oldu. Öncesinde Zeki Ökten’in asistanlığını yapan Demirkubuz, bağımsız olarak çektiği filmin yapımcılığını da üstlenmişti.

    Masumiyet (1997)

    Demirkubuz’un başyapıtı olarak görülen ve yönetmenin dünyada da tanınmasını sağlayan Masumiyet, prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yapmıştı. Başrollerini Derya Alabora, Haluk Bilginer ve Güven Kıraç’ın paylaştığı film; melodram ve arabesk türlerine getirdiği kendine has yorumla büyük beğeni toplamıştı. Kimseden korkusu olmayan seks işçisi Uğur, ona takıntılı bir şekilde âşık Bekir ve hapishaneden yeni çıkan Yusuf’un trajik öyküsünü takip eden Masumiyet, yurtiçi festivallerinden de pek çok ödül kazandı. Hem “gerçek” yoksulluğa hem de Yeşilçam’dan miras kalan yoksulluk temsiline dair çarpıcı bir hikâye anlatan Masumiyet; etkileyici diyalogları, arka sokaklara adeta “dokunan” gerçekçi mekân kullanımı ve ustalıklı oyuncu performanslarıyla yerli sinemamızın en özgün filmlerinden biri.

    Üçüncü Sayfa (1999)

    Demirkubuz'un üçüncü uzun metrajı Üçüncü Sayfa, gerçek bir gazete haberinden esinlenen, tuhaf bir “arabesk kara film”. Altın Portakal ve İstanbul Film Festivalleri’nden ödüllerle dönen filmin başrolünde ise Başak Köklükaya ve Ruhi Sarı yer alıyordu. Figüranlık yapan İsa ve komşusu Meryem arasındaki ilişkiye odaklanan filmde Demirkubuz, İsa’nın mesleği üzerinden Türk sinemasının - özellikle de Yeşilçam’ın - farklı geleneklerine göndermelerde bulunuyordu. Arabesk filmlerin ve trajik karşılaşmalarla dolu Yeşilçam melodramlarının “üçüncü sayfa” bir versiyonunu çekmeye soyunan Demirkubuz, bu filminde de kadrajın dışında kalanlara bakıyor, yalın ve gerçekçi sinema dilini daha da güçlü bir şekilde kullanıyordu. 

    Yazgı (2001)

    Demirkubuz’un Albert Camus’nün meşhur romanı Yabancı’dan uyarladığı Yazgı, yönetmenin Karanlık Hakkında Öyküler üçlemesinin ilk filmi. Serbest bir uyarlama sayılabilecek olan Yazgı, annesinin ölümüne bile tepkisiz kalan, ifadesiz yüzüyle etrafındaki her şeyi birbiriyle eşitleyen gümrük memuru Musa’ya odaklanıyor. Film, ilerleyen bölümlerinde Musa’nın işlediği suç üzerinden seyirciyi karakter karşısında ahlaki bir çıkmazda bırakan, ilginç bir dönemece giriyor. Prömiyerini Cannes’ın Un Certain Regard bölümünde yapan Yazgı’nın başrollerini Serdar Orçin ve Zeynep Tokuş paylaşıyor. Musa’nın kayıtsızlığı üzerinden yabancılaşma ve kader gibi meseleleri ele alan film, Camus’nün Meursault karakterini sınıfsal ve kültürel açıdan farklı bir bakışla yeniden yorumluyor.

    İtiraf (2001)

    Yönetmenin Karanlık Hakkında Öyküler üçlemesinin ikinci halkası olan ve prömiyerini Cannes’ın Un Certain Regard bölümünde yapan İtiraf, başrolünde Taner Birsel ve Başak Köklükaya’nın yer aldığı bir dram. Filmde sıradan bir mühendis olan Harun’un hikâyesi konu ediliyor. Harun, aldatıldığını öğreniyor ve bu gerçeği bildiğini karısından saklamaya karar veriyor. Yönetmen, Harun’un sakladığı sırla birlikte büyüyen iç çatışması ve sarsılan erkeklik gururu üzerinden, romantik ilişkilerin yakıcı yüzüne bir kez daha arabesk bir bakış atıyor. İtiraf, aynı zamanda Demirkubuz’un Masumiyet ve Üçüncü Sayfa’da daha belirgin olan yoksulluk atmosferinden çıkıp, C Blok’ta olduğu gibi daha melankolik bir orta sınıf dünyasına geri döndüğü filmi.

    Bekleme Odası (2003)

    Demirkubuz’un oyuncu olarak yer aldığı ilk filmi olan Bekleme Odası, Karanlık Hakkında Öyküler üçlemesinin son halkası. Yönetmenin Dostoyevski’ye ithaf ettiği film, yazarın Suç ve Ceza romanını filme uyarlamak isteyen Ahmet isimli bir karaktere odaklanıyor. Bir yandan yazarın yaratım sürecindeki iç buhranlarını, bir yandan da romantik ilişkilerindeki çatışmaları takip ettiğimiz film, Demirkubuz’a İstanbul Film Festivali’nde En İyi Yönetmen Ödülü kazandırmıştı. “Auteur/yazar yönetmen” mitinin altını oyan film, otobiyografik olmaktan çok, “Zeki Demirkubuz” fikri üzerine düşünen; yönetmenin önceki filmlerinden estetik da olarak belirgin bir biçimde ayrılan bir dram. 

    Kader (2006)

    Masumiyet filminin öncesini, Bekir ve Uğur’un tanışma hikâyesini ve gençlik dönemini ele alan Kader, yönetmenin en beğenilen filmlerinden biri. Başrollerini Uğur ve Bekir rollerinde Vildan Atasever ve Ufuk Bayraktar’ın paylaştığı film, İstanbul ve Antalya Film Festivalleri’nden En İyi Film ödülüyle dönmüştü. Demirkubuz’un, yoksulluğun “neo-arabesk” temsiline geri döndüğü yapımda yönetmen, tıpkı Yazgı’da olduğu gibi bir kez daha kader konusuna eğiliyordu. Çalıştığı dükkâna müşteri olarak gelen Uğur’a saplantılı bir aşk beslemeye başlayan Bekir’e odaklanan hikâyeyi, aslında Masumiyet’te dinlemiştik. Haluk Bilginer’in olağanüstü performansıyla hafızalara kazınan monoloğunda Bekir, Yusuf’a Kader filminin hikâyesini ve kendi “alın yazısını” anlatıyordu.

    Kıskanmak (2009)

    Demirkubuz’un Nahid Sırrı Örik’in aynı adlı romanından uyarladığı Kıskanmak, 1930’ların Zonguldak’ında geçen bir hikâye anlatıyor. Seniha isimli bir kadının, kendisinden çok daha genç ve güzel olan yengesi Mükerrem’e karşı duyduğu yoğun kıskançlık duygusuna odaklanan film, hem odağına kadınları alışı hem de bir dönem filmi oluşuyla yönetmenin önceki filmlerinden tematik ve biçimsel olarak ayrılıyor. Başrollerinde Nergis Öztürk, Serhat Tutumluer ve Berrak Tüzünataç’ın yer aldığı yapım; Örik’in göz ardı edilmiş romanının daha geniş bir okur kitlesine ulaşmasına da vesile oldu. Ayrıca Nergis Öztürk, Seniha rolündeki başarılı performansıyla En İyi Kadın Oyuncu dalında Altın Portakal kazandı. 

    Yeraltı (2012)

    Başrolünde Engin Günaydın’ın yer aldığı Yeraltı, Demirkubuz’un en büyük ilham kaynaklarından biri olan Dostoyevski imzalı Yeraltından Notlar’ın bir uyarlaması. Oyuncu kadrosunda Serhat Tutumluer, Nihal Yalçın ve Nergis Öztürk’ün de yer aldığı film, romanı ödül alan bir yazar arkadaşıyla, kendi fikrini çaldığı gerekçesiyle yüzleşmeye karar veren Muharrem’e odaklanıyor. Demirkubuz’un, eski arkadaşı Nuri Bilge Ceylan’la Üç Maymun’un senaryosu üzerine yaşadığı bir tartışmadan esinlendiği tahmin edilen film, kötülüğe ve insan doğasına dair kimi zaman kalın tespitler içeren, mizah dozu da yüksek bir “itiraf” filmi. Bir önceki filminde “kıskançlık” üzerine kafa yoran yönetmen, Yeraltı’nda ise utanç ve suçluluk duygularının derinliklerine iniyor. 

    Bulantı (2015)

    Demirkubuz’un Bekleme Odası’ndan sonra bir kez daha başrolü üstlendiği Bulantı, yönetmenin en kişisel filmi. Bekleme Odası’nda yönetmen kavramını da sorgulayan meta anlatının tersine, Bulantı’da çok daha otobiyografik bir anlatı tercih ediliyor. Yönetmenin başrolleri Şebnem Hassanisoughi ve Öykü Karayel’le paylaştığı yapım, eşini ve çocuğunu kaybeden bir adama odaklanıyor. Yazgı, İtiraf ve Yeraltı filmlerindeki erkek karakterlerden izler taşıyan Bulantı’da Demirkubuz, tıpkı Bekleme Odası’nda olduğu gibi “Ahmet” isimli bir karakteri canlandırıyor. Karanlık ve melankolik atmosferiyle öne çıkan ve karakterin iç çatışmalarına ve kadınlarla kurduğu romantik ilişkilere odaklanan filmde Demirkubuz tanıdık sulara geri dönüyor.

    Kor (2016)

    Demirkubuz’un Nuri Bilge Ceylan’la Üç Maymun filmi üzerinden yaşadığı “çalıntı senaryo” krizinin öznesi olan Kor’un senaryosu tartışmaların ardından rafa kaldırılmıştı. Yönetmenin 2007’de çekmeyi planladığı filmin başrollerinde Ozan Güven ve Naz Elmas yer alacaktı. Yönetmenin 2016’da çekebildiği ve başrolünü Aslıhan Gürbüz, Caner Cindoruk ve Taner Birsel’in paylaştığı film ise, tıpkı Üç Maymun’daki gibi kocası hapse giren bir kadının eşinin patronuyla yaşadığı ilişkiye odaklanıyor. Filmde hikâyesini takip ettiğimiz Cemal karakterinin, Demirkubuz’un önceki filmlerindeki trajik karakterlere, özellikle de Masumiyet ve Kader’in Bekir’ine benzediği söylenebilir. Ancak yönetmenin Cemal’e Bekir’e olduğundan çok daha soğukkanlı yaklaştığını, hatta “erkeğin trajedisine” dair mesafesiyle bu filmin, yönetmenin bir sonraki filmi Hayat’ın da habercisi olduğunu söylemek mümkün. 

    Hayat (2023)

    Demirkubuz’un uzun bir aradan sonra gelen ve büyük ses getiren filmi Hayat, babasının zorla evlendirmeye çalıştığı Hicran’ın evden kaçma hikâyesine odaklanıyor. Kader filminden bazı sahnelere de yer veren filmde, Masumiyet ve Kader’ın trajik kahramanlarından Uğur’un “paralel evrendeki” bir versiyonunu izliyor gibiyiz âdeta. Yönetmenin tüm filmografisi boyunca insan doğasına ya da kadın-erkek ilişkilerine dair söylediği her şeyle yeniden yüzleştiği, bir tür arınma ve barış sürecine girdiği Hayat, hem tipik hem de çok ayrıksı bir Demirkubuz filmi. Başrollerinde Miray Daner ve Burak Dakak’ın yer aldığı filmde yönetmen, Hicran’a “sessizlik” üzerinden bir tür güç bahşediyor.

    Tüm Zeki Demirkubuz filmlerini Türkiye’den çevrimiçi izleyin

    Zeki Demirkubuz’un tüm filmlerini Türkiye’den nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehberi inceleyerek çeşitli streaming platformlarındaki kiralama, satın alma ve abonelik hizmetlerinden dilediğinizi seçebilirsiniz.

  • Transporter Serisini Çevrimiçi İzleyin

    Transporter Serisini Çevrimiçi İzleyin

    Berke Göl

    Berke Göl

    JustWatch Editörü

    2002 yılında Luc Besson yapımcılığında çekilen The Transporter, değişen dünyada geçerliliğini kaybeden eski usul aksiyon anlayışına sadık, araba kovalamacaları ve dövüş sahneleriyle bezeli, yer yer mizahi öğeler de barındıran bir filmdi. Sert erkek baş karakterini insan kaçakçılarına, yozlaşmış siyasetçilere, kötücül şirketlere karşı verdiği canhıraş mücadele boyunca takip eden film, zamanla bir seriye dönüşürken, izleyici nezdinde İngiliz yıldız Jason Statham’ın personasıyla özdeşleşti. 

    Kendine sakin bir hayat kurmaya çalışan eski bir özel kuvvetler mensubunun aksiyon dozu yüksek maceralarına odaklanan serideki filmleri ve dizi versiyonunu nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız JustWatch ekibi olarak hazırladığımız listeye göz atabilirsiniz.

    The Transporter (2002)

    Frank Martin, işverenlerinin talepleri doğrultusunda gizli ve değerli paketleri bir yerden bir yere teslim eden profesyonel bir kuryedir. Beladan uzak durmak adına üç kuraldan şaşmaz: Anlaşmaya sadık kal, kimsenin ismini öğrenme ve paketi asla açma. Ancak bir gün üçüncü kuralı ihlal eder, taşıdığı “paket”in genç bir kadın olduğunu anlar ve onu kurtarmaya karar verir. Elbette işvereni bu durumdan hoşnut olmayacak ve Frank’in peşine düşecektir. Büyük kısmı Fransız Riviera’sında geçen The Transporter, gösterişli aksiyon ve kovalamaca sahneleriyle dikkat çeker. Yapımcıları arasında Luc Besson’un yer aldığı, yönetmenliğini Louis Leterrier ve Corey Yuen’in üstlendiği film, çoğu aksiyon sahnesinde dublörlüğünü kendi yapan İngiliz yıldız Jason Statham’ın kariyerinde de önemli bir sıçrama tahtası olur.

    Transporter 2 (2005)

    Frank Martin Miami’ye taşınmıştır ve varlıklı bir ailenin yanında çalışmaktadır. Bir gün ailenin küçük oğlu kaçırılır, ardından Frank kendini ölümcül bir virüsü de içeren büyük bir komplonun ortasında bulur. Küçük çocuğu kurtarmaya çalışırken bu kez acımasız düşmanların yanında yozlaşmış resmî yetkililerle de mücadele etmesi gerekecektir. Tempoyu biraz daha yükselten Transporter 2, aksiyon sahneleri konusunda da elini korkak alıştırmaz ve abartılı olduğu kadar eğlenceli sekanslar içerir. Yapımcılığı yine Luc Besson’un üstlendiği filmi bu kez Louis Leterrier tek başına yönetmiştir. Performansıyla filmi sürükleyen Jason Statham’a Amber Valletta, Matthew Modine ve Jason Flemyng gibi isimler eşlik eder.

    Transporter 3 (2008)

    Frank, Ukraynalı bir devlet yetkilisinin kızı olan Valentina’yı Avrupa’nın bir ucundan diğerine, Marsilya’dan Odessa’ya götürmekle görevlendirilir. Bu işe gönüllü olarak girmemiş, mecbur bırakılmıştır; üstelik bileğinde de, arabasından fazla uzaklaşması halinde patlayacak bir bomba taşımaktadır. Peşindeki mafyayı atlatmaya çalışırken, her zamanki gibi birbirinden büyük tehditlerle karşılaşır. Hızlı trende geçen kovalamaca sahnesiyle ve sualtı numaralarıyla akıllarda kalan filmde Jason Statham’a daha önce hiçbir oyunculuk deneyimi olmayan, Luc Besson’un sokakta keşfettiği Natalya Rudakova eşlik eder. Yönetmenliğini Olivier Megaton’un üstlendiği, Jason Statham’ın ise Frank Martin’e son kez hayat verdiği Transporter 3, aynı zamanda 100 milyon doları aşan gişe hasılatıyla serinin en popüler filmi olur. 

    Transporter: The Series (2012-2014)

    Orijinal üçlemeden birkaç yıl sonra izleyiciyle buluşan dizi versiyonunda Frank Martin’i Chris Vance canlandırır. Her bölüm yüksek dozda aksiyon içerir ve filmlerdeki anlatı yapısı genel olarak korunur ama aynı zamanda görece hafif bir ton tutturulmaya çalışılmıştır. Frank Martin’e teknoloji ve lojistik danışmanlığı yapan Carla Valeri’nin (Andrea Osvárt) ve (hem film serisinde hem de dizi kadrosunda yer alan tek oyuncu olan François Berléand’ın canlandırdığı) Müfettiş Tarconi’nin destek verdiği dizinin özellikle aksiyon sekansları övgüyle karşılanır. Ancak Jason Statham’ın karizmasının yeri doldurulamamıştır ve beklentilerin altında kalan izlenme oranları nedeniyle Transporter: The Series’e iki sezonun ardından son verilir.

    The Transporter Refueled (2015)

    Frank Martin Güney Fransa’da, gizli paketlerin kuryeliğini yapmaktadır. Ancak bir gün babası, Anna adında gizemli bir kadın tarafından kaçırılır ve Frank kendisini önce bir banka soygunu girişiminin, ardından da bir grup genç kadının insan kaçakçılığı yapan Rus mafyasından intikam planının ortasında bulur. Jason Statham’ın senaryodan duyduğu memnuniyetsizliği gerekçe göstererek dahil olmadığı bu reboot filminde Frank Martin rolünü daha önce Game of Thrones dizisiyle adını duyuran Ed Skrein üstlenir. Özellikle Statham’ın yokluğu nedeniyle serinin hayranlarında hayal kırıklığı yaratan Camille Delamarre imzalı The Transporter Refueled, gişede de beklenen başarıyı yakalayamaz ve bu yüzden planlanan yeni üçlemenin de devamı gelmeyecektir.

    Transporter Film ve Dizilerini Türkiye’de çevrimiçi izleyin

    21. yüzyılın en popüler aksiyon serilerinin başında gelen Transporter filmlerini ve dizisini Türkiye’de hangi platformlar üzerinden izleyebileceğinizi JustWatch sayesinde keşfedebilirsiniz. Streaming platformlarıyla ilgili güncel verilerimize göz atarak hangi filmin kiralama, satın alma ve abonelik seçenekleriyle izlenebildiğini bu rehberden öğrenebilirsiniz. 

  • Prens 3. Sezon Bitti Diye Üzülmeyin, Bu Film ve Dizileri İzleyin

    Prens 3. Sezon Bitti Diye Üzülmeyin, Bu Film ve Dizileri İzleyin

    Ekrem Buğra Büte

    Ekrem Buğra Büte

    JustWatch Editörü

    İlk olarak 2023 yılında BluTV’de yayınlanmaya başlayan ve platformun yaşadığı dönüşümün ardından üçüncü sezonu HBO Max’te yayınlanan Prens dizisi geçtiğimiz günlerde sezon finalini yaptı. Giray Altınok’un başrolünde yer aldığı ve dizinin bir diğer oyuncusu Kerem Özdoğan’la birlikte senaryosunu yazdığı dizi, kurmaca bir Ortaçağ krallığında yaşananları mizahi bir üslupla ele alıyor. 

    Altınok’un sosyal medya hesapları için ürettiği bir karakterden çıkan Prens, ilk sezonundan itibaren seyircinin sevgisini kazandı ve Altınok’un şöhretini de artırdı. Prens’in özgün mizahı ve tarih ile komediyi bir araya getiren üslubu yenilikçi bir vizyon barındırsa da sinema ve televizyon tarihinde benzer bir alaşıma sahip pek çok yapım bulunuyor. Bu vesileyle Prens’in tadı damağında kalan izleyicilerin beğenisine layık 10 film ve diziyi bir araya getiriyoruz. 

    The Canterbury Tales (1972)

    Listemizin ilk sırasında sinemanın sıra dışı figürlerinden Pier Paolo Pasolini’nin filmografisine uğruyoruz. Yönetmenin farklı tarzlara sahip bol çeşitli kariyerinin ilginç duraklarından birisi olan The Canterbury Tales, Geoffrey Chaucer’ın klasik eserinden uyarlama. Tarihî unsurları komedi ve erotizm elementleriyle buluşturan film aynı zamanda Pasolini’nin klasik edebiyat metinlerini beyazperdeye taşıdığı Hayat Üçlemesi’nin de bir parçası. 1972 yapımı film, yönetmenin ideolojik olarak oldukça sert filmlerinden bir miktar ayrılarak mizah unsurunu anlatının merkezine yerleştiriyor. İngiltere’nin Ortaçağ dönemine odaklanan film birden çok hikâye barındıran yapısıyla skeçvari biçimde işliyor. Pasolini’nin The Canterbury Tales’i sözünü sakınmayan, özgün ve nüktedan bir klasik.

    Monty Python and the Holy Grail (1975)

    Tarih ve komedi deyince ilk akla gelen filmlerden birisi elbette Monty Python and the Holy Grail. Ünlü İngiliz komedi grubu Monty Python’ın unutulmaz eserlerinin de başında gelen film İngiliz mitolojisinin önemli öykülerinden Kral Arthur’un hikâyesini mizahi bir dille ele alıyor. Terry Gilliam ve Terry Jones’un yönetmenliğini üstlendiği Monty Python and the Holy Grail pek çoklarına göre sinema tarihinin en iyi komedi filmlerinden biri konumunda. Hiç kuşkusuz ki Prens’in de ilerlediği yolun taşlarını döşeyen kurucu eserlerden de biri. Monty Python külliyatına giriş yapmak için de elverişli bir zemin oluşturan film Prens’i sevenlerin asla kaçırmaması gereken yapımların başında geliyor. 

    Kahpe Bizans (2000)

    Prens’in ilerlediği yolun Türkiye’deki önemli temsilcilerinden biri de hiç şüphesiz 2000’li yılların Türkiye’deki en büyük sinema olaylarından sayılan Kahpe Bizans filmi. Dönemin en ünlü oyuncularını bir araya getiren kalabalık kadrosu ve Gani Müjde’nin vizyonundan çıkan mizahi tonuyla Prens’in mirasını taşıdığı ilk akla gelen yapımlardan birisi kesinlikle. Bir yandan tarih ve komediyi bir araya getirirken diğer yandan 70’lerin Yeşilçam filmlerine dair göndermelerle dolu bir parodi olma özelliği de taşıyan Kahpe Bizans, sinemanın kendisini ve geçmişini de işaret eden, ilginç bir yapım. Mehmet Ali Erbil, Demet Şener, Cem Davran, Hande Ataizi, Sümer Tilmaç, Ayşegül Aldinç, Yılmaz Köksal ve Nurseli İdiz'in yer aldığı görkemli oyuncu kadrosuyla da dikkat çekiyor. Film, vizyona girdiği dönemde çok büyük bir gişe başarısı kazanmış ve Türkiye’de tüm zamanların en çok izlenen yapımlarından birisi olmuştu.

    Asterix & Obelix: Mission Cleopatra (2002)

    Tarih ve komediyi birleştiren anlatılardan bahsederken elbette Asterix & Obelix’i anmamak olmaz. 1950’lerin sonunda çizgi roman olarak ortaya çıkan ve hızla popülerleşen Asterix odaklı seri Roma İmparatorluğu’nun Galya’yı işgal girişimi esnasında bir köyün Sezar’ın ordularına karşı gelmesini mizah ve fantazi unsurlarıyla anlatır. Seneler boyunca pek çok kuşağın sahiplendiği, animasyon olarak defalarca sinemaya da uyarlanan bu anlatı 1999’daki Asterix and Obelix vs. Caesar ile birlikte ilk live-action uyarlamasına da sahip olur. Bunun ardından 2002 yılında gelen Asterix & Obelix: Mission Cleopatra ise tüm zamanların en başarılı Fransız gişe filmlerinden birisi olur. Asterix ve Obelix’e Christian Clavier ve Gérard Depardieu’nün, Kleopatra’ya ise Monica Bellucci’nin hayat verdiği film hâlen en sevilen komedi filmlerinden birisi olarak kabul ediliyor.

    Osmanlı Cumhuriyeti (2008)

    Kahpe Bizans’la büyük başarı yakalayan Gani Müjde’nin kaleminden çıkma bir başka tarihî komedi ise 2008 yapımı Osmanlı Cumhuriyeti’dir. Başrolünde Ata Demirer’in yer aldığı ve “Osmanlı İmparatorluğu çökmemiş olsaydı bugün nasıl olurdu?” sorusunun peşine takılan film aslında çekildiği dönemde geçse de yarattığı oyunbaz ve eleştirel anakronizmle bu listede olmayı hak ediyor. Mustafa Kemal’in küçük yaşta hayatını kaybettiği, Kurtuluş Savaşı’nın yaşanmadığı, Ankara’nın başkent olmadığı, ülkenin hâlen monarşiyle yönetildiği bir alternatif tarihte geçen film modern Cumhuriyet’in temel değerlerine bir methiyeler bütünü olarak da işliyor. Film aynı Kahpe Bizans gibi gişede büyük hasılat elde etmiş ve Gani Müjde’ye bir gişe başarısı daha kazandırmıştı.

    The Death of Stalin (2017)

    Tarih ve komediyi birleştiren yakın dönem örneklerinden The Death of Stalin ise Sovyetler Birliği’nin önemli liderlerinden Stalin’in ölümünün ardından yaşanan güç çekişmesine mizahi bir tonla yaklaşır. Aynı adlı Fransız grafik romandan uyarlanan ve yönetmenliğini Armando Iannucci’nin üstlendiği film, yakın dönemin önemli politik taşlamalarından biri olma özelliğine sahip. Kalabalık oyuncu kadrosu, yaşanan tedirgin ve absürt kaosu her ânında sezdirmeye çalışan nüktedanlığı ve kara mizahı kuvvetle kullanan senaryosuyla öne çıkan film 20. yüzyılın lider kültüne de yakıcı ve eleştirel bir gözle bakıyor. Iannucci’yle birlikte çoğunlukla İngiliz komedyenlerden oluşan kalabalık bir yazar kadrosuna da sahip film dünya prömiyerini Toronto Film Festivali’nde yapmıştı.

    Jojo Rabbit (2019)

    Yakın dönemin Oscarlı filmlerinden Jojo Rabbit de tarihe mizahi gözle bakan bir yapım. Yeni Zelandalı komedyen ve sinemacı Taika Waititi’nin yönetmenlik koltuğunda oturduğu film İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası’nda geçiyor. Waititi’nin aynı zamanda Hitler’in parodi bir versiyonunu canlandırdığı filmde genç bir Nazi’nin evlerinde Yahudi bir kızı saklayan annesiyle yaşamına konuk oluyoruz. Scarlett Johansson'un yanı sıra pek çok yetenekli genç oyuncunun da yer aldığı oyuncu kadrosuyla çok ağır bir konuya mizah tonuyla yaklaşmaya çalışan film 2019 yılında seyirciyle buluşmuş ve sonraki yıl Oscar töreninde sürpriz bir En İyi Uyarlama Senaryo ödülü kazanmıştı. Filmin Christine Leunens imzalı Caging Skies romanından uyarlama olduğunu da hatırlatalım.

    The Great (2020)

    Avustralyalı yazar - bu listedeki The Favourite’ın da senaristleri arasında yer alan - Tony McNamara’nın 2008 tarihli tiyatro eserinden uyarladığı The Great, bu listede yer almayı en çok hak eden yapımlardan biri. Zira Prens’in çıkış noktasına çok benzer şekilde tarihî gerçeklerin mizah lehine eğilip büküldüğü, absürt ve kurmaca bir tarih anlatısını takip ediyor The Great. Başroldeki Elle Fanning’i uzun yıllar boyunca Rus İmparatorluğu’nu yönetmiş Büyük Katerina rolünde izliyoruz. Benzerlerinden ayrılarak tarihî bir sahicilik sorumluluğu üstlenmeyen dizi bu yoldan sapmayla kendine mizahi bir yol tutturuyor. Hatta kimilerince “anti-tarihî” bir yaklaşıma sahip. The Great, bu yöntemi Rusya tarihinin en uzun süre yönetimde kalmış kadın liderinin yükselişine yönelik satirik bir bakış geliştirmek için kullanıyor.

    Var Bunlar (2022)

    Giray Altınok, Prens’in hızla popülerleşmesi ve ciddi bir seyirci ilgisine ulaşması sayesinde oldukça göz önünde bir isme dönüştü. Kendisinin kaleme aldığı ve oynadığı pek çok yapım farklı platformlarda peşi sıra gösterime giriyor. Bunların önde gelenlerinden birisi de Altınok’un yine Kerem Özdoğan’la birlikte yazıp başrollerini üstlendiği dizi Var Bunlar. İki yakın arkadaşın günlük hayatlarında karşılaştığı absürt olayları durum komedisi geleneğine yakınlaşan bir üsluptan izlediğimiz Var Bunlar, Prens’in yaratıcı ekibinin elinden çıkma başka bir iş olması sebebiyle diziyi sevenlerin kesinlikle kaçırmaması gereken bir yapım.

    Prens sevenlerin kaçırmaması gereken 10 dizi ve filmi çevrimiçi izleyin

    JustWatch editörleri Prens sevenlerin asla kaçırmaması gereken 10 film ve diziyi sizler için seçti. Tarih ve komedi unsurlarını bir araya getiren pek çok yapımın yanı sıra Prens’in yaratıcı ekibinin ürettiği başka işlere de yer verdiğimiz bu rehberde 10 film ve dizi önerisi bulabilir, bu yapımları hangi platformlarda izleyebileceğinizi öğrenebilirsiniz. Dünyanın en büyük streaming rehberi olan JustWatch’ı kullanarak Prime Video, Disney+ ve MUBI gibi platformlardaki içeriklere de göz atabilirsiniz.

  • Az Bilinen En İyi 10 Western Filmini Çevrimiçi İzleyin

    Az Bilinen En İyi 10 Western Filmini Çevrimiçi İzleyin

    Aslı Ildır

    Aslı Ildır

    JustWatch Editörü

    Tüm zamanların en popüler türlerinden biri ve Amerikan sinemasının kurucu janrı olan western, günümüzde de güçlü örneklerle varlığını sürdürüyor. Kovboy kıyafetlerinden düello sahnelerine, yerde yuvarlanan çalılardan çöldeki kaktüslere, daha “ilk bakışta” ne olduğu anlaşılan türlerden biri western. 

    Her ne kadar türün klasik örneklerini epik hikâyeleri ve müzikleriyle beyazperdede izlemeye alışkın olsak da, günümüzün dijital platformları da türün farklı örneklerini sunmaya devam ediyor. Az bilinen en iyi 10 western filmini Türkiye’den nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. Bu filmlere dair merak ettiğiniz detayları bu rehberden inceleyebilir, Türkiye’deki farklı streaming seçenekleriyle ilgili aradığınız her türlü bilgiye ulaşabilirsiniz. 

    Slow West (2015)

    İskoç yönetmen John Maclean imzalı Slow West, sevdiği kadını bulmak için bir yolculuğa çıkan İskoç bir genç ve eşlikçisi kovboya odaklanıyor. Filmin başrollerinde Michael Fassbender ile bir başka neo-western olan The Power of the Dog’da da izlediğimiz Kodi Smit-McPhee yer alıyor. Prömiyerini Sundance Film Festivali’nde yapan Slow West, her ne kadar çoğunlukla western anlatısını takip etse de, temelde absürt komedi esintileri de taşıyan bir büyüme hikâyesi anlatıyor. Klasik western’lere kıyasla çok daha yavaş tempolu ve karakter odaklı bir anlatı sunan yapım, Colorado’yu temsilen Yeni Zelanda ve İskoçya’da gerçekleştirilen çekimleriyle beğeni toplamıştı. İlk filmi olmasına rağmen ustalıklı bir yönetmenlik sergileyen Maclean, filmde vahşi doğanın hem yıkıcı ve tehlikeli, hem de insanı kucaklayan o esrarengiz atmosferini başarılı bir şekilde yansıtıyordu.

    The Ballad of Buster Scruggs (2018)

    Prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yapan ve Netflix üzerinden yayınlanan The Ballad of Buster Scruggs, Coen Kardeşler imzalı bir antoloji film. Western türünün Coenlerin kendine has kara mizahıyla bir araya geldiği yapım, altı farklı hikâyeden oluşuyor. Jack London’ın All Gold Canyon ve Stewart Edward White’ın The Girl Who Got Rattled eserlerinden parçalar içeren filmin oyuncu kadrosunda Liam Neeson, Joe Kazan, Tom Waits, Blendan Gleeson ve Tim Blake Nelson gibi isimler yer alıyor. Tıpkı Coenlerin başyapıtı No Country for Old Men gibi, The Ballad of Buster Scruggs da western türü üzerinden Amerikan rüyası ve sınır anlatısı üzerine eleştirel bir bakış açısı sunuyor.  

    The Sisters Brothers (2018)

    Başrollerinde John C. Reilly, Joaquin Phoenix ve Jake Gyllenhaal’ın yer aldığı The Sisters Brothers, Kanadalı yazar Patrick deWitt’in aynı adlı romanından uyarlanan bir western. Yönetmenliğini son olarak Emilia Pérez’e imza atan Fransız yönetmen Jacques Audiard’ın üstlendiği yapım, yönetmenin Hollywood’da ve İngilizce dilinde çektiği ilk yapım. Prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yapan film, Audiard’a En İyi Yönetmen dalında Gümüş Aslan kazandırmıştı. Ünlü tetikçi kardeşler Eli ve Charlie Sisters’ın hikâyesini takip eden yapım, türün konvansiyonlarını eğip büken anlatısı ve mizahı tonuyla öne çıkıyordu. Eleştirmenler tarafından da beğeniyle karşılanan film, tüm meziyetlerine rağmen gişede zarar etti. 

    Concrete Cowboy (2020)

    1800’lerin western türünde çok daha az temsil şansı bulan taraflarına odaklanan Concrete Cowboy, Afrikalı-Amerikalı ağırlıklı oyuncu kadrosuyla dikkat çeken bir neo-western. Greg Neri’nin Ghetto Cowboy isimli romanından uyarlanan yapımın başrollerini Idris Elba ve Caleb McLaughlin paylaşıyor. Prömiyerini Toronto Film Festivali’nde gerçekleştiren yapım, dönemin Philadelphia’sında yaşayan Afrikalı-Amerikalıların at binme kültüründen ve Fletcher Street Urban Riding Club isimli tarihi kulüpten ilham alıyor. Filmin yardımcı karakterleri arasında, günümüzde hâlâ varlığını sürdüren kulübün gerçek üyeleri de bulunuyor. Bir baba-oğul hikâyesi üzerinden, resmi (ve beyaz) tarihin gölgesinde kalmış bir kültürü ele alan film; dönemin atmosferini başarıyla yansıtan prodüksiyon tasarımıyla da beğeni toplamıştı.

    News of the World (2020)

    Başrollerinde Tom Hanks ve System Crasher filmiyle ünlenen Alman çocuk oyuncu Helena Zengel’in yer aldığı News of the World, 90’larda yükselişe geçen ve politik olarak daha “barışçıl” hikâyeler anlatan western filmlerin bir örneği. İç Savaş’ın beş sene sonrasında geçen film, savaş gazisi Jefferson Kyle Kidd’in 10 yaşındaki bir kız çocuğunu ailesine ulaştırmak üzere çıktığı yolculuğu takip ediyor. Film bu “kaçırılma” hikâyesini ele alırken, benzer konuları çok daha farklı bir politik atmosfer içerisinden işleyen western klasiği The Searchers’ın modern bir yorumuna girişiyor. Altın Ayı’lı Bloody Sunday filmi ve Jason Bourne serisiyle tanıdığımız Paul Greengrass’ın yönettiği film, Paulette Jiles’ın aynı adlı romanından uyarlama.

    The Harder They Fall (2021)

    Oyuncu kadrosunun çoğunluğu siyah Amerikalı oyunculardan oluşan The Harder They Fall, genellikle beyaz kovboyun medeniyetin sınırlarını genişletmesi üzerine kurulu western türüne alternatif bir yorum getiriyor. Oyuncu kadrosunda Jonathan Majors, Idris Elba, Zazie Beetz ve Regina King gibi isimlerin yer aldığı film, hapishaneden çıkan bir haydutu yakalamak için yola koyulan bir kovboy ve arkadaşlarına odaklanıyor. The Bullitts lakaplı İngiliz yönetmen ve müzisyen Jeymes Samuel imzalı The Harder They Fall’un yapımcıları arasında ünlü rapçi Jay-Z de yer alıyor. Rufus Buck çetesi gibi tarihsel karakterlerden de esinlenen yapım, farklı dönemlerden parçalar içeren zengin soundtrack albümüyle büyük beğeni toplamıştı.

    The Power of the Dog (2021)

    Usta yönetmen Jane Campion imzalı The Power of the Dog, türün kalıplarını alt üst eden alternatif bir neo-western. Başrollerinde Benedict Cumberbatch, Kirsten Dunst, Jesse Plemons ve Kodi Smit-McPhee’nin yer aldığı film, toplumsal erkekliğin (ve toksik erkekliğin) inşası üzerine incelikli bir anlatı kuruyor. Şiddet ve erkeklik arasındaki ilişkiyi, cinsel yönelimini gizleyen bir kovboy üzerinden anlatan yapım, Thomas Savage’ın aynı adlı romanından uyarlama. Doğa/vahşi batı ve medeniyet arasındaki sınırı toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden yeniden yorumlayan The Power of the Dog, tıpkı Kelly Reichardt imzalı First Cow ve Meek’s Cutoff gibi anlatılan resmi hikâyenin dışına, anlatılmayana bakıyor. Prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yapan film, Campion’a En İyi Yönetmen dalında hem Gümüş Aslan hem de Oscar ödülü kazandırdı.

    The Old Way (2023) 

    Başrolünde ünlü oyuncu Nicolas Cage’in yer aldığı The Old Way, karısının öldürülmesinin ardından intikam peşine düşen bir silahşöre odaklanıyor. Brett Donowho imzalı western filminde, Nicolas Cage’i alışık olmadığımız bir rolde, Colton Briggs adında bir kovboy olarak izliyoruz. 2023 yılına göre özellikle mizansen tercihleri ve anlatı yapısıyla oldukça klasik bulunan film, Cage’in performansıyla övgü toplamıştı. Cage, son yıllarda korkudan bilimkurguya ve aksiyona, yüksek veya düşük bütçe fark etmeksizin pek çok farklı tür filminde yer alıyor. The Old Way, özellikle Nicolas Cage’in oyunculuğun sınırlarını zorladığı denemelerini sevenler için biçilmiş kaftan.

    Butcher's Crossing (2023)

    Nicolas Cage, The Old Way’deki ilk western deneyiminin ardından aynı sene bir de Butcher’s Crossing’de başrolde yer almıştı. Amerikalı yönetmen Gabe Polsky’nin ilk uzun metrajı olan western türündeki film, John Edward Williams aynı adlı romanından uyarlama. Film, Will Andrews isimli bir üniversite öğrencisinin Harvard’ı bırakarak vahşi doğada bir maceraya atılmaya karar vermesiyle açılıyor. Will, Miller isimli bir avcının liderliğindeki bir grupla bufalo avına çıkıyor. Genç adam, av boyunca doğanın zorlu koşullarıyla mücadele etmek zorunda kalıyor ve inandığı idealleri sorgulamaya başlıyor. Dönemin sert doğa koşullarını, insan ve doğa arasındaki çatışmaya arka plan olarak kullanan bu filmi, Iñárritu’nun The Revenant'ı ile birlikte değerlendirmek mümkün.

    The Dead Don’t Hurt (2024)

    Ünlü oyuncu Viggo Mortensen’ın yazıp yönettiği The Dead Don’t Hurt, 1860’ların İç Savaş döneminde geçen bir western. Vivienne Le Coudy isimli Kanadalı-Fransız bir kadın ve Danimarkalı Holger Olsen arasındaki aşkı konu alan yapım, doğrusal olmayan bir anlatı benimsiyor ve iki farklı zaman çizgisi takip ediyor. Başrollerinde Viggo Mortensen’la birlikte dönem filmlerinin aranan ismi Vicky Krieps’ın yer aldığı yapım, açılışını Toronto Film Festivali’nde gerçekleştirmişti. Özgür ruhlu ve derinlikli bir karakter olan Vivienne’e odaklanan film, klasik western türündeki erkek kovboy anlatısına feminist bir yorum getiriyor. Göç meselesi üzerine kafa yoran film, dönemin politik ve kültürel arka planını da incelikle yansıtıyor.

    Az bilinen en iyi 10 western filmini Türkiye’den çevrimiçi izleyin

    Çevrimiçi olarak yayınlanan ve az bilinen en iyi 10 western filmini Türkiye’den nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehberi inceleyerek çeşitli streaming platformlarındaki kiralama, satın alma ve abonelik hizmetlerinden dilediğinizi seçebilirsiniz.

  • Çağan Irmak’ın Tüm Filmlerini Çevrimiçi İzleyin

    Çağan Irmak’ın Tüm Filmlerini Çevrimiçi İzleyin

    Berke Göl

    Berke Göl

    JustWatch Editörü

    Kariyerinin ilk dönemlerinde özellikle Babam ve Oğlum ve Issız Adam filmleriyle önemli başarılar elde eden Çağan Irmak, o günden bugüne bağımsız sinema ile anaakım arasında kendine özgü bir alan yaratmış bir yönetmen. 

    Filmografisi boyunca tutarlı bir şekilde, sorunlu aile ilişkileri, yaşanmamış aşklar, üstü örtülmüş sırlar, çocukluk travmaları, geçmişle hesaplaşma gibi temaları işleyen Irmak, melodram, komedi, gerilim, korku gibi farklı türlerden beslenen sinemasıyla seyircinin duygularına seslenmeye hep öncelik verdi. Çağan Irmak’ın yirmi beş yılı bulan kariyeri boyunca imza attığı uzun metrajlı filmleri hangi platformlardan izleyebileceğinizi merak ediyorsanız hazırladığımız listeye göz atabilirsiniz.

    Bana Şans Dile (2001)

    Bahadır sessiz, içine kapanık, dünyayla derdi olan bir lise öğrencisidir. Bir gün okula tabancayla gider, sınıfındaki herkesi ve öğretmenini rehin alır, sınıf arkadaşlarını en karanlık sırlarını tüm dünyayla paylaşmaya zorlar. Amacı insanların ikiyüzlülüğünü gözler önüne sermek, ışıltılı görünen hayatların arkasındaki gerçekleri ortaya çıkarmaktır. Beklenmedik hikâyeler bir bir anlatılırken emniyet güçleri ve medya mensupları okula akın edecek, gerilim de giderek tırmanacaktır. Çağan Irmak’ın ilk uzun metrajı Bana Şans Dile gerilim sineması kalıpları içinde aile, büyüme, iletişimsizlik gibi temaları işlerken bir ilk film olmanın zaaflarını da bünyesinde barındıran bir denemedir.

    Mustafa Hakkında Herşey (2004)

    Başarılı bir reklamcı olan Mustafa’nın hayatı, karısının geçirdiği trafik kazasıyla bir anda değişir. Karısının ölümüyle sarsılan Mustafa, kaza sırasında onun yanında Fikret isminde hiç tanımadığı bir taksi şoförünün bulunduğunu öğrenince şaşkına döner. Olayı aydınlatmak amacıyla kaçırdığı Fikret’le aralarında ıssız bir dağ evinde yaşanan yüzleşme, Mustafa’nın geçmişine dair karanlıkta kalmış kimi olayların gün yüzüne çıkmasına yol açacaktır. Çağan Irmak’ın kariyeri boyunca sık sık geri döneceği “geçmişle hesaplaşma” temasını merkezine alan Mustafa Hakkında Herşey, başrollerini paylaşan Fikret Kuşkan, Nejat İşler ve Başak Köklükaya’nın performanslarıyla dikkat çeken bir psikolojik gerilimdir.

    Babam ve Oğlum (2005)

    Çağan Irmak’ın kariyerinde bir eşiği atlamasını sağlayan Babam ve Oğlum, aynı zamanda 2000’lerin Türkiye sineması açısından da önemli bir kırılma noktası teşkil eder. Filmin merkezinde, uzun zaman sonra küçük oğlunu ailesine emanet etmek üzere bir Ege kasabasındaki evine dönen gazeteci Sadık ile yıllar sonra karşısına çıktığı babası Hüseyin arasındaki yüzleşme yer alır. Sadık ile ailesi arasındaki bağların yeniden kurulmasını, geçmişin hesaplarının yeniden açılmasını kâh mizahi, kâh dramatik bir tonla ele alan Çağan Irmak, son bölüme kadar gizlediği trajediyle izleyiciyi gözyaşlarına boğar. 12 Eylül Darbesi’nin yarattığı toplumsal yarılmayı bir ailenin öyküsü üzerinden aktaran Babam ve Oğlum, 4 milyona yakın seyirciyi salonlara çekerek benzersiz bir başarıya imza atar.

    Ulak (2007)

    İsimsiz bir köye bir gün bir yolcu gelir. Aynı zamanda bir ulak olan Zekeriya adındaki bu gezgin, özellikle çocukların ilgiyle dinlediği hikâyeler anlatır. Ancak Zekeriya’nın getirdiği sırlar köy halkı arasında huzursuzluk yaratır ve karanlık olayların yolunu açar. Babam ve Oğlum’un başarısının  ardından bambaşka bir yola sapan ve izleyicisini şaşırtan Çağan Irmak’ın en özgün filmlerinden biridir Ulak. Masalsı, zamansız bir dünya kurmayı başarırken hem büyülü hem de gerilim yüklü bir hikâye anlatan, dinler tarihinden, mitolojiden, farklı sinema geleneklerinden beslenen filmin başrollerinde Çetin Tekindor, Hümeyra, Yetkin Dikinciler, Şerif Sezer, Melis Birkan gibi isimler yer alır.

    Issız Adam (2008)

    Issız Adam, şık bir restoranda aşçılık yapan varlıklı Alper ile bir kitapçıda tesadüfen tanıştığı, geçimini küçük bir dükkânda diktiği kostümlerle sağlayan Ada arasındaki ilişkiye odaklanır. Alper hiç âşık olmamıştır, yaşadıklarının hayal kırıklığıyla sinikleşmiş bir adamdır. Ada ise tam tersine iyimser, hayat dolu bir kadındır. Aralarında filizlenen ilişki, yıllara yayılan bir hikâyenin başlangıcı olacaktır. Aşk, ayrılık ve yalnızlık üzerine klişelerden beslenmekle birlikte seyircide ciddi bir duygusal etki bırakmayı başaran Issız Adam, Çağan Irmak’ın Babam ve Oğlum’la birlikte en çok ses getiren iki filminden biri olur. Başrollerini Cemal Hünal ve Melis Birkan’ın paylaştığı filmin Türkiye sinemasında bir döneme damga vurduğunu, popüler kültürdeki etkileri bugün hâlâ süren derin bir iz bıraktığını söylemek abartılı olmaz.

    Karanlıktakiler (2009)

    Egemen otuzlu yaşlarına gelmesine rağmen halen annesiyle birlikte yaşamak zorundadır. Başını alıp gitme hayalleri kursa da, kendini dış dünyadan yalıtan, gerçeklikle bağı gitgide kopan annesinin tahakkümünden kurtulmayı başaramaz. Çalıştığı ajansın patronuna duyduğu aşk, onu hayata bağlayan tek şeydir. Egemen yavaş yavaş annesiyle birlikte eve kapanacak, bu da hikâyeye giderek daha karanlık bir boyut kazandıracaktır. Başrollerini Erdem Akakçe, Meral Çetinkaya ve Derya Alabora’nın üstlendiği Karanlıktakiler, Çağan Irmak’ın filmografisi boyunca sık sık işlediği aile içi çözümlenmemiş sorunlar temasına mekânsal bir sıkışmışlık hissi katması ve psikolojik gerilim boyutu eklemesiyle dikkat çeker.

    Prensesin Uykusu (2010)

    Kütüphane memuru Aziz’in sakin hayatı, yaşadığı apartmana kuaför Seçil ile on yaşındaki kızı Gizem’in taşınmasıyla hareketlenir. Aziz ile Gizem arasında bir dostluk kurulur, ancak küçük kız geçirdiği kazanın ardından komaya girer ve uzun bir uykuya dalar. Seçil kızını kaybetme ihtimalini kabullenmeye çalışırken Aziz, Gizem’in günlüğüne yazdığı üç dileği bir bir gerçekleştirmeye çalışır ve Seçil’e masallardan beslenen bir ümit verir. Umut, kader ve hayaller etrafında yer yer gerçekçi, yer yer masalsı bir dünya kıran Prensesin Uykusu’nun başrollerinde Çağlar Çorumlu, Sevinç Erbulak, Genco Erkal, Alican Yücesoy gibi isimler yer alır.

    Dedemin İnsanları (2011)

    Ege Bölgesi’nin bir sahil kentinde yaşayan on yaşındaki Ozan, dedesi Mehmet Bey’in Girit’e uzanan kökenleri nedeniyle çevresindeki çocukların zorbalığına maruz kalmakta ve buna isyan etmektedir. Kasabanın önde gelenleri arasında yer alan Mehmet Bey de onun bu öfkeli haline içten içe üzülür. Yıllar önce mübadeleyle vatanından ayrılıp İzmir’e göç etmek zorunda kalan Mehmet Bey, ailenin tarihini torunu Ozan’a anlatmaya karar verir. Türkiye tarihinin 12 Eylül Darbesi ve Nüfus Mübadelesi gibi olaylarını arka planına alarak Babam ve Oğlum’un sularına geri dönen Dedemin İnsanları, Çetin Tekindor, Hümeyra, Mert Fırat, Gökçe Bahadır, Yiğit Özşener gibi isimlerden oluşan zengin oyuncu kadrosuyla da dikkat çeker.

    Tamam mıyız? (2013)

    Genç heykeltıraş Temmuz, hayallerinin peşinde aile evinden ayrılmıştır. Ancak bir gün sevgilisi onu aniden terk edince hayatı tamamen altüst olur. Bedensel engeli nedeniyle annesine bağımlı yaşayan İhsan ise hem hayata küskündür, hem de annesine yük olma duygusunun altında ezilmektedir. Temmuz ile İhsan’ın yolları bir gün beklenmedik şekilde kesişir ve aralarında kurulan dostluk, ikisinin hayatında da yepyeni bir sayfa açar. Hayatta anlam arayışı etrafına oldukça dramatik bir anlatı kuran Tamam mıyız? başrollerinde Aras Bulut İynemli ve Deniz Celiloğlu’nu bir araya getirirken onlara Sumru Yavrucuk, Zuhal Gencer, Aslı Enver ve Gürkan Uygun eşlik eder.

    Unutursam Fısılda (2014)

    Hevesli birer şarkıcı adayı olan iki kardeşten Ayperi, ablası Hanife’yi geride bırakarak doğup büyüdüğü kasabadan ayrılır, kendisine hayallerini gerçekleştirme vaadinde bulunan Tarık’la birlikte yeni bir hayata adım atar. Bu ayrılış iki kardeşi birbirinden koparacak, uzun yıllar sonra yeniden bir araya gelişlerini ise büyük bir yüzleşmeye çevirecektir. Farklı dönemler arasında gidip gelen anlatısıyla, 70’lerin Türkçe pop müziğinden beslenmesiyle ve kurduğu dönem atmosferiyle Unutursam Fısılda yer yer nostaljik tonlar taşıyan bir dramdır. Filmin başrollerini Farah Zeynep Abdullah, Mehmet Günsür, Gözde Çığacı, Işıl Yücesoy, Hümeyra ve Kerem Bürsin paylaşmıştır.

    Nadide Hayat (2015)

    Otuz yıllık hayat arkadaşını aniden kaybeden Nadide önce boşluğa düşer, yeni hobiler edinmeye çalışır ama hepsinden kısa zamanda sıkılır. Ardından bir gün, yıllar önce yarım bıraktığı üniversite eğitimine geri dönmeye karar verir. Üniversitede tanıştığı bir profesör ve öğrencileriyle birlikte kendini güneyde, bir tekne gezisinde bulur. Bu yeni başlangıç, aynı zamanda Nadide’nin kendini yeniden keşfetme sürecini de başlatacaktır. Çağan Irmak’ın son yıllardaki en çok izlenen filmlerinden biri olan Nadide Hayat’ın başrolünü usta oyuncu Demet Akbağ üstlenirken oyuncu kadrosunda Yetkin Dikinciler, Efecan Şenolsun, Gizem Erdem gibi isimler de yer alır.

    Benim Adım Feridun (2016)

    Sevgilisi tarafından terk edilen Ersan, aşk acısıyla kendini yollara vurur, memleketi Erdek’e gelir. Bir gün aylak aylak sahilde yürürken öylesine girdiği düğündeki davetliler onu Feridun adında bir tanıdıklarına benzetirler. Düğünde Hayal adında güzel bir kadınla tanışan Ersan, Feridun rolünü bir süre daha oynamaya karar verir. Çağan Irmak’ın çağdaş Türkçe edebiyatının önde gelen kalemlerinden Mahir Ünsal Eriş’in aynı adlı öyküsünden uyarladığı Benim Adım Feridun, rastlantılar ve yanlışlıklar üzerine kurulu bir komedi. Filmin başrollerinde ise Halil Sezai’ye Büşra Pekin, Özge Borak ve Tarık Papuççuoğlu eşlik ediyor.

    Çocuklar Sana Emanet (2018)

    Başarılı bir iç mimar olan Kerem, geçirdiği trafik kazasının travmasını atlatmaya çalışırken, aynı zamanda bir çocuğun ölümüne yol açmış olmanın vicdan azabını çekmektedir. Bir süre sonra hem çocuğun hayaletini hem de bilinmeyen başka bir varlığın izlerini görmeye başlar. Sığındığı köyün halkının ve özellikle de şifacı bir kadının desteğiyle büyük bir dönüşüm geçiren Kerem, zamanla kendini daha iyi hissetmeye başlar. Ne var ki kimi doğaüstü olaylara tanık olacak, gerçek ile hayalin birbirine karıştığı bir deneyim yaşayacaktır. Başrollerini Engin Akyürek, Şerif Sezer, Hilal Altınbilek ve Osman Alkaş'ın paylaştığı Çocuklar Sana Emanet, dram unsurları da taşıyan bir psikolojik gerilim.

    Bizi Hatırla (2018)

    İstanbul’da eşi ve çocuklarıyla yaşayan Kaan, başarılı bir kariyere sahiptir. Ancak kendini şehir hayatının koşturmacasına biraz fazla kaptırmıştır ve bu yüzden de, bir sahil kasabasında yaşayan babası Eşref’le ilişkisi yıllar içinde zayıflamıştır. Bir gün babası beklenmedik şekilde rahatsızlanınca Kaan onu İstanbul’a, kendi evine getirmeye karar verir. Ne var ki bu süreç ailenin tüm bireyleri açısından taşların yerinden oynaması anlamına gelecektir. Başrollerini Altan Erkekli, Tolga Tekin, Özge Özberk ve Binnur Kaya’nın paylaştığı Bizi Hatırla baba-oğul ilişkisini merkezine alan, karakterlerin kendileriyle ve geçmişle hesaplaştıkları, yer yer mizahi öğeler de barındıran bir aile dramı.

    Sevda Mecburi İstikamet (2023)

    Yeşilçam döneminde genç birer oyuncu olan Selim ile Sevda sette tanışıp âşık olmuş, ardından evlenmiştir. Ancak kızları Suna’ya otizm teşhisi konur ve Selim hem ailesini hem de kendi kariyerini korumak adına eşi ile kızını Çanakkale’ye gönderir. Araya uzun yıllar girer, Sevda’nın ölümcül bir hastalığa yakalanması sonrası Selim’in yolu yeniden Suna’yla kesişir. Aralarında hiç yaşanmamış baba-kız ilişkisinin kurulması elbette kolay olmayacaktır. Çağan Irmak sinemasının tipik özelliklerini taşıyan Sevda Mecburi İstikamet, Yeşilçam nostaljisini aile dramıyla birleştiren bir yapımdır. Filmin başrollerini ise Selçuk Yöntem, Selin Şekerci ve Kubilay Aka paylaşır.

    Çağan Irmak Filmlerini Türkiye’de çevrimiçi izleyin

    2000’ler Türkiye sinemasının önde gelen yönetmenlerinden Çağan Irmak’ın filmlerini Türkiye’de hangi platformlar üzerinden izleyebileceğinizi JustWatch sayesinde keşfedebilirsiniz. Streaming platformlarıyla ilgili güncel verilerimize göz atarak hangi filmin kiralama, satın alma ve abonelik seçenekleriyle izlenebildiğini bu rehberden öğrenebilirsiniz. 

  • Bütün Freaky Friday Filmlerini Sırayla İzleyin

    Bütün Freaky Friday Filmlerini Sırayla İzleyin

    Ekrem Buğra Büte

    Ekrem Buğra Büte

    JustWatch Editörü

    Gençlik filmleriyle ilgili en temel çatışma unsurlarından birisi yetişkinliğe yeni adım atan ergenlerle aileleri arasındaki gerilimlerdir. Çocuklar anne ya da babalarından farklı bir yaşamın asi hayallerini kurarken ebeveynler ise gençlere doğru yolu göstermenin sorumluluğuyla boğuşur. Peki bu roller bir günlüğüne değişirse ne olur?

    İlk olarak 1976 yılında, Mary Rodgers adlı çocuk kitabından uyarlanan ve pek çok devam filmi, yeniden yapım ve bir Broadway müzikaliyle yeni gelen kuşaklara sunulan Freaky Friday bu sorudan yola çıkıyor. Bir anne ve kızı, mucizevi bir şekilde birbirlerinin bedenine transfer olursa neler yaşanır? Neredeyse elli yıldır seyircide karşılık bulan bu soru, ebeveyn ilişkilerinin geçen yıllar içerisinde nasıl değiştiğini gözlemlemek için de bire bir fırsatlar sunuyor. Bu rehberde Freaky Friday evrenine dalıyor ve yıllar içerisinde üretilen filmleri sırasıyla değerlendiriyoruz.

    Freaky Friday (1976)

    1972 yılında yayımlanan aynı adlı çocuk kitabından uyarlanan Freaky Friday, hem eğlenceli hem de anne-çocuk ilişkilerine dair cevaplaması oldukça zor soruları sinemanın gündemine soktu. Kitabın yazarı Mary Rodgers’ın senaryosunu yazdığı, yönetmenliğini ise Gary Nelson’ın üstlendiği film ciddi biçimde başarı kazandı ve bu soruların geçerliliği de tasdiklenmiş oldu. Genç yaşta kazandığı şöhreti kariyeri boyunca sürdürecek Jodie Foster ve önceki kuşakların yıldızlarından Barbara Harris’in anne-kızı canlandırdığı bu hikâyede 13. Cuma yaşanan bir mucizeyle anne Ellen ve kızı Annabel aynı anda aynı şeyi dilemeleri sonrasında birbirlerinin bedenlerine geçiş yaparlar. Buradan hem komik hem eğlenceli hem de öğretici sonuçlar çıkar. Filmin başarısının ardından devam filmleri peşi sıra gelecektir.

    Summer Switch (1984)

    ABC Afterschool Specials adlı antolojik televizyon programının içerisinde yayınlanan Summer Switch, Freaky Friday dünyasına bir çeşitleme getirir. İlk filmde hikâyenin ana unsurları olmayan baba Bill ve oğlu Benjamin, orijinal filmdekine benzer biçimde rolleri değişecektir. Özgün filmde olduğu gibi Mary Rodgers’ın aynı adlı kitabından kendisinin (Bruce Harmon’la birlikte) uyarladığı senaryoya dayanan yapımın yönetmenliğini ise Ken Kwapis üstlenir. Freaky Friday filmleri aracılığıyla yıllar boyunca geçerliliğini koruyacak o temel soruyu bu kez erkek karakterler üzerinden yineleyen Summer Switch, orijinal Freaky Friday evrenini devam ettiren ilk yapım olarak dikkat çeker. Başrollerde ise Robert Klein ve Scott Schwartz yer alır. 

    A Billion for Boris (1984)

    Freaky Friday’in başarısının ardından gelen bir diğer devam filmi ise yine 1984 yılında seyirciyle buluşan A Billion for Boris olur. Aynı karakterleri bu kez bir başka mucizenin içerisine atan bu devam filmi de Freaky Friday ve Summer Switch gibi bir Mary Rodgers kitabından uyarlanır. Yönetmenliğini Alexander Grasshoff’un üstlendiği filmde kahramanlarımız bu kez eski bir televizyonun gelecekten haberler gösterdiğini keşfeder ve bu sıra dışı olayı kendi çıkarları için kullanmaya çalışır. Farklı bir hikâye anlatsa da orijinal filmdeki gibi eğlenceli ve komik yollardan geçip öğretici sulara varmayı amaçlayan bir rota tutturan A Billion for Boris, Freaky Friday evrenini genişletme işlevine de sahiptir.

    Freaky Friday (1995)

    70’lerden itibaren her on yılda bir tekrar seyirciyle buluşacak olan Freaky Friday filmlerinin 90’lar versiyonu ise 1995 yılında bir televizyon filmi olarak gelir. Aynı orijinal film gibi bir Disney yapımı olan yeni Freaky Friday’de bu kez anne-kız rolünde Shelley Long ve Gaby Hoffmann’ı izleriz. 90’larda Disney’in ABC kanalı için hazırladığı yeniden yapım serisinin bir parçası olan film klasik hikâyeyi takip eder ve bir anne-kız bir günlüğüne bedenlerini değiştirir. Öte yandan özgün hikâyeye kıyasla bazı değişikliklere de gidilmiştir. Annabelle su kayağı yerine dalışla ilgilenir, Bill ise ilk filmdeki gibi Annabelle’in babası değil, Ellen’ın yeni sevgilisi olarak konumlanır. Dolayısıyla 70’lerdeki steril aile tablosunun biraz dışına çıkılmış ve bekâr bir annenin yaşadıkları öykünün merkezine konmuştur.

    Freaky Friday (2003)

    2003 yapımı Freaky Friday belki de tüm serinin en başarılı filmi sayılabilir. Romanı aynı isimle üçüncü kez seyirciyle buluşturan filmin başrollerinde bu kez Jamie Lee Curtis ve Lindsay Lohan yer alır. İkisi de kendi kuşaklarının önemli yıldızları olarak dikkat çeken bu ikilinin uyumu ve hikâyeyi dönemin ruhuna uyarlayan pek çok yeni detay 2003 yapımı filmi bilhassa gişede çok başarılı yapacaktır. Serinin diğer filmleri gibi Disney yapımı olan bu versiyonun yönetmen koltuğunda Mark Waters oturmuştur. Lohan’ın canlandırdığı Anna müziğe meraklı asi bir genç, Curtis’in hayat verdiği Tess ise başarılı bir psikiyatristtir. Anna’nın babası üç yıl önce ölmüştür ve Anna hâlâ bu gerçeği sindirmeye çalışmaktadır. Hayata devam etmenin yollarını arayan Tess ise yeni bir birlikteliğe sahiptir. Bu esnada bir Çin lokantasında yaşananlar bu ikiliye birbirlerinin hayatlarını tecrübe etme fırsatı sunacaktır. Disney’in bu yıl içerisinde Freakier Friday adıyla aynı oyuncularla bir devam filminin hazırlığı içerisinde olduğunu da ekleyelim. 

    Freaky Friday (2018)

    Disney Channel için üretilen 2018 yapımı Freaky Friday ise hikâyeye bu kez müzikal türüyle yaklaşır. 2016 yılında diğer filmlerden yola çıkarak sahneye konan Broadway müzikalinin dünyasını sinemaya geri getiren film bu müzikalin müziklerini de kullanır. Heidi Blickenstaff, aynı Broadway versiyonunda olduğu gibi burada da anne Katherine Blake karakterine hayat verir. Ellie karakterini ise Cozi Zuehlsdorff devralır. Yönetmenlik koltuğunda ise Steve Carr oturur. Film genel olarak orijinal hikâyeyi büyük ölçüde sürdürür fakat şarkıları dramatik bir unsur olarak kullanır. Ellie’nin okulu tarafından düzenlenen “scavenger hunt” oyununu hikâyenin merkezine yerleştiren bu yeni uyarlama klasik değişim sonrasında anne-kızın ortak hareket etmesi mecburiyetini takip eder. 

    Freakier Friday (2025)

    Freaky Friday evrenini 2020’li yıllara taşıyacak Freakier Friday’in 8 Ağustos’tan itibaren seyirciyle buluşması bekleniyor. 2003 yapımı filmin karakterlerini yıllar sonra aynı oyuncuların canlandıracağı filmde Jamie Lee Curtis ve Lindsay Lohan’ın yanı sıra oyuncu kadrosundan pek çok farklı ismi aynı rollerde izleyeceğiz. Nisha Ganatra'nın yönetmenliğini, Jordan Weiss'ın da senaristliğini üstlendiği filmde Anna ve Tess’i 22 yıl sonra, biri annelik, diğeri büyükannelik arifesindeyken bulacağız. Başka tür değişimlerin kapıda olduğu bu dönemde anne-kızı ilk filmdekine benzer sürprizlerin beklediğini tahmin etmek gayet mümkün. Filmin yıllar sonra gelen bu devam filmiyle sevenlerini mutlu edip edemeyeceğini ise zaman gösterecek.

    Freaky Friday filmlerini çevrimiçi nasıl izleyebilirim?

    Ebeveyn ilişkilerine dair sorduğu evrensel ve zamansız soruyla 70’li yıllardan bu yana güncelliğini korumayı başarmış Freaky Friday evrenine dair her şeyi bu rehberle öğrenebilirsiniz. JustWatch editörlerinin bugüne kadar yapılmış tüm Freaky Friday filmlerini sıraladığı ve filmlere dair pek çok bilgiyi bir araya getirdiği listeyle aynı zamanda filmleri hangi platformlarda izleyebileceğiniz bilgisine de ulaşabilirsiniz. 

  • G.I. Joe Filmlerini Çevrimiçi İzleyin

    G.I. Joe Filmlerini Çevrimiçi İzleyin

    Berke Göl

    Berke Göl

    JustWatch Editörü

    Hasbro şirketinin ilk olarak 1964 yılında piyasaya sürdüğü oyuncak asker serisi G.I. Joe kahramanlık, vatanseverlik ve maskülinite etrafına kurduğu mitolojiyle kısa zamanda başarılı bir ürüne dönüşür. Soğuk Savaş dönemi Amerikan popüler kültürünün sembollerinden biri haline gelen G.I. Joe, 1980’lerde izleyiciyle buluşan animasyon dizileriyle yeni bir mecraya adım atar ve oyuncak markalarının çizgi filmlerle desteklendiği Transformers ve He-Man gibi örneklerin de yolunu açar.

    Militarizm ile bilimkurguyu birleştirirken keskin bir “iyiler-kötüler” ayrımı yapan seri, “Gerçek Amerikan kahramanları” sloganıyla mesajını da net bir biçimde verir. 2000’li yıllarda ise animasyon dizi ve filmlerine canlı çekim (live action) filmler eklenecektir. JustWatch’ın hazırladığı liste sayesinde G.I. Joe serisinin perdedeki ve ekrandaki yolculuğuna yakından bakabilir, hangi filmin nerede gösterildiğini keşfedebilirsiniz.

    G.I. Joe: The Movie (1987)

    1983 yılında çizgi dizi olarak başlayan G.I. Joe serisinin ilk uzun metrajlı animasyon filmi G.I. Joe: The Movie’de Cobra, insanlığa biyolojik bir saldırı düzenlemek amacıyla yeraltındaki Cobra-La adlı gizli uygarlıkla işbirliği yapar. Cobra saldırılarında Duke ciddi şekilde yaralanırken üvey kardeşi Teğmen Falcon da G.I. Joe’ya layık olduğunu kanıtlamak için mücadele eder. Nihayetinde Cobra’yı durdurmak için G.I. Joe ekibi güçlerini birleştirip harekete geçecektir. Esasen sinemalarda gösterime girmesi planlanan film, bir yıl önce vizyona giren Transformers: The Movie’nin gişedeki başarısızlığı nedeniyle doğrudan video piyasasına sunulur. Başlangıçta iyi eleştiriler almasa da G.I. Joe: The Movie bugün kimi izleyiciler için kült statüsünde bir yapım olarak kabul edilmektedir. 

    G.I. Joe: Spy Troops (2003)

    Hasbro’nun yeni G.I. Joe oyuncak serisi “Spy Troops”un promosyonuna katkıda bulunması amacıyla çekilen G.I. Joe: Spy Troops, uzunca bir aradan sonra gelen ilk G.I. Joe filmidir. Hikâyeye casusluk boyutunu ekleyen filmde, yeni geliştirdiği cihazla insanların zihinlerini kontrol etmeye başlayan Cobra’nın gizli planına engel olmaya çalışan G.I. Joe ekibi aynı zamanda aralarındaki hainlerle mücadele etmek zorundadır. Ekip, çareyi Shipwreck ve Snake Eyes karakterlerinin Cobra’ya sızmasında bulur. Yapımcılığını Reel FX Creative Studios’un üstlendiği filmin düşük bütçesine bağlı olarak görsel efektleri de pek parlak değildir. Doğrudan video piyasasına sunulan G.I. Joe: Spy Troops, G.I. Joe’nun 2000’li yıllarda yeni bir takipçi kitlesi edinmesine katkıda bulunmuştur.

    G.I. Joe: Valor vs. Venom (2004)

    G.I. Joe: Spy Troops’un devam filmi G.I. Joe: Valor vs. Venom’da animasyon teknikleri kısmen geliştirilmiştir. Cobra’nın esir aldığı insan ve hayvanları yeni bir teknoloji sayesinde genetiği geliştirilmiş savaşçılara dönüştürdüğü, bu Venom savaşçılarından yenilmez bir ordu yarattığı filmde G.I. Joe mensupları da Cobra tarafından dönüştürülen üyelerini kurtarmak zorundadır. Önceki filmlere göre daha karanlık bir ton tutturan G.I. Joe: Valor vs. Venom, bir kez daha savaş filmi ve bilimkurgu temalarını bir araya getirirken kimlik ve sadakat gibi kavramlar etrafında dolaşır. Tıpkı G.I. Joe: Spy Troops gibi bu film de doğrudan video piyasasına sunulmuştur.

    G.I. Joe: The Rise of Cobra (2009)

    G.I. Joe oyuncaklarının ilk canlı çekim uyarlaması G.I. Joe: The Rise of Cobra, dünyayı terörizmden korumaya çalışan G.I. Joe’ların Cobra’yla mücadelesine odaklanır. Aralarına yeni katılan askerler Duke ve Ripcord’la birlikte G.I. Joe ekibi, Cobra’nın yeni geliştirilen nano-teknoloji bazlı silahlarla ilgili gizli planlarının ortaya çıkmasının ardından kendilerini tüm dünyayı etkileyecek bir kapışmanın ortasında bulur. Gösterişli aksiyon sahneleri ve gelişen silah teknolojisini odağa alan anlatısıyla G.I. Joe: The Rise of Cobra, bir yandan da dünya çapında bir izleyici kitlesine hitap edebilmek amacıyla oyuncak serisiyle özdeşleşen Amerikan milliyetçiliği dozunu bir nebe azaltmıştır. Filmin yönetmenliğini ise 90’lı yılların sonunda The Mummy’yle önemli bir başarı yakalayan Stephen Sommers üstlenir.

    G.I. Joe: Retaliation (2013)

    Amerikan başkanlığını ele geçirmiş Cobra mensubu Zartan, komplo sonucu vatan hainliğiyle suçlanan G.I. Joe ekibinin dağıtılması emrini verir. Hayatta kalan G.I. Joe üyeleri yeniden bir araya gelip Cobra’ya karşı mücadele edecek ve adlarını temize çıkarmaya çalışacaktır. Bu arada Zartan’ın tüm dünyayı savaşa sürüklemesine de engel olmaları gerekmektedir. Oyuncu kadrosuna Dwayne Johnson ve Bruce Willis gibi yıldızları ekleyen G.I. Joe: Retaliation, aksiyonun dozunu da yükseltir. Step Up serisiyle tanınan Jon M. Chu’nun yönettiği film, aynı zamanda bugüne kadar gişede en büyük başarı elde eden G.I. Joe uyarlamasıdır.

    Snake Eyes: G.I. Joe Origins (2021)

    Snake Eyes: G.I. Origins, Snake Eyes karakterinin geçmişine, ekibe katılmadan önceki dönemine odaklanır. Japonya’da Tommy Arashikage’nin (Storm Shadow) hayatını kurtardıktan sonra Arashikage çetesine katılan Snake Eyes, burada ninja eğitimi alır. Snake Eyes ile Storm Shadow arasındaki meşhur husumetin kökenlerini merkeze alan film, aksiyonun yanına dövüş sanatlarına odaklı bir boyut da ekler. Başroldeki Henry Golding’e La casa de papel dizisiyle tanınan Úrsula Corberó’nun ve genç yıldız Samara Weaving’in eşlik ettiği filmin yönetmenliğini ise Robert Schwentke üstlenir. Seriyi yeniden başlatması için çekilen Snake Eyes: G.I. Origins hem eleştirmenler nezdinde hem de gişede beklenen başarıyı kazanamaz.

    G.I. Joe serisinin yeni devam filmleri çekilecek mi?

    Paramount, G.I. Joe ve Transformers evrenlerini buluşturan, daha doğrusu G.I. Joe’ların Transformers evrenine konuk olduğu yeni bir filmin yapımına başlandığını teyit etti. Transformers: Rise of the Beasts’in kapanış jeneriğinde ilk ipuçları verilen yeni filmin vizyon tarihi henüz kesinleşmese de 2026’da izleyiciyle buluşması bekleniyor.

    G.I. Joe serisindeki tüm diziler hangi sırayla izlenmeli?

    Bugüne kadar pek çok G.I. Joe filmi izledik ama elbette serinin esas mecrası her zaman televizyon oldu. G.I. Joe’nun dizi versiyonlarını merak ediyorsanız, kronolojik olarak aşağıdaki sırayla izleyebilirsiniz.

    • G.I. Joe: A Real American Hero - The M.A.S.S Device (1983)
    • G.I. Joe: A Real American Hero - The Revenge of Cobra (1984)
    • G.I. Joe: A Real American Hero (1983-1986)
    • G.I. Joe: Operation Dragonfire (1989)
    • G.I. Joe: A Real American Hero (1989-1992)
    • G.I. Joe: Extreme (1995-1997)
    • G.I. Joe: Sigma 6 (2005-2006)
    • G.I. Joe: Resolute (2009)
    • G.I. Joe: Renegades (2010-2011)

    G.I. Joe film ve dizilerini Türkiye’de çevrimiçi izleyin

    1980’lerden bu yana kendine özgü bir hayran kitlesi edinen G.I. Joe serisinin tüm filmlerini ve animasyon dizilerini Türkiye’de hangi platformlar üzerinden izleyebileceğinizi JustWatch sayesinde keşfedebilirsiniz. Streaming platformlarıyla ilgili güncel verilerimize göz atarak hangi filmin kiralama, satın alma ve abonelik seçenekleriyle izlenebildiğini bu rehberden öğrenebilirsiniz. 

  • Tüm Nuri Bilge Ceylan Filmlerini Çevrimiçi İzleyin

    Tüm Nuri Bilge Ceylan Filmlerini Çevrimiçi İzleyin

    Ekrem Buğra Büte

    Ekrem Buğra Büte

    JustWatch Editörü

    Yönetmenlik kariyerine 1995 yılındaki kısa filmi Koza’yla başlayan ve sonrasında çektiği uzun metrajlarla yakın dönem sanat sinemasının en önemli filmografilerinden birini inşa eden Nuri Bilge Ceylan, günümüzde yaşayan en önemli yönetmenlerden biri konumunda. 

    Hemen her filmi başta Cannes olmak üzere büyük festivallerin ana yarışmalarında açılan ve Kış Uykusu’nun Altın Palmiye zaferi de dâhil olmak üzere çok sayıda ödülle dolu bu filmografi Türkiye sinemasının 2000’ler sonrası en büyük ilham kaynaklarından biri. JustWatch editörlerinin hazırladığı bu rehberde Nuri Bilge Ceylan’ın bugüne dek imza attığı bütün kurmaca filmleri bir araya getiriyoruz. Filmlere dair pek çok temel bilgiyi derliyor ve bu görkemli filmografide yer alan filmleri hangi platformlarda izleyebileceğinize dair bilgileri paylaşıyoruz. 

    Koza (1995)

    Nuri Bilge Ceylan’ın yönetmenlik yolculuğu 1995 yılında seyirciyle buluşan kısa film Koza’yla başladı. Kendi imkânlarıyla, âdeta sinemayı baştan icat ederek çıktığı bu yol, sonrasında gelecek pek çok önemli filme temel oluşturuyor. Öte yandan Nuri Bilge Ceylan filmografisinin en sıra dışı, en avangard yapımlarından birisi konumunda Koza. Diyalogsuz, fotoğraf sanatının inceliklerine sinemasal karşılıklar bulmaya çalışarak kendine has bir görsel-işitsel dünya kuran film durağan, karmaşık, bölük pörçük bir aile çerçevesi oluşturur bir anlamda. Yönetmenin kendi anne-babasının rol aldığı ve kısıtlı imkânlarla hayata geçirilen film, yönetmenin ilk üç filminden oluşan Taşra Üçlemesi’nin izlerini de içerisinde taşır. Ceylan, aynı zamanda bu filmiyle Cannes Film Festivali’nin kısa film yarışmasına seçilmiş ve uzun yıllar gediklisi olacağı festivale bu ilk yönetmenlik denemesiyle giriş yapmıştır.

    Kasaba (1997)

    Nuri Bilge Ceylan’ın ilk uzun metrajı Kasaba, bilhassa estetik olarak Koza’nın sanatsal özünü genişleten, fotoğraf sanatıyla sıkı bir ilişki içerisinde, siyah-beyaz bir filmdir. Filmin başrolünde Kasaba’yla birlikte Taşra Üçlemesi’nin diğer filmleri Mayıs Sıkıntısı ve Uzak’ta izleyeceğimiz, yönetmenin yeğeni Mehmet Emin Toprak yer alır. Ceylan’ın yakın çevresinden başka isimlerin de amatör oyuncu olarak yer aldığı film yıllar içerisinde markalaşacak Nuri Bilge sinemasının temeline yerleşir. Türkiye taşrasının ücra bir kasabasına odaklanan ve yaşamı, büyüme dertleriyle dolu çocuk ve gençlerin gözünden aktaran bu ilk film, Berlin Film Festivali’nde prömiyer yapar ve Nuri Bilge Ceylan’ı çağımızın önemli yönetmenlerinden birisi olarak dünya sinemasına duyurur. 

    Mayıs Sıkıntısı (1999)

    Mayıs Sıkıntısı, gerek yönetmeninin hayatından otobiyografik özellikler barındırması gerek Ceylan’ın taşraya bakışı düşünüldüğünde Nuri Bilge Ceylan’ın en önemli filmlerinden biri konumundadır. Başrollerinde Ceylan’ın aile üyeleri Mehmet Emin Toprak, Mehmet Emin Ceylan ve Fatma Ceylan’ın yer aldığı filmde memleketine dönüp film çekmeye çalışan bir genç yönetmenin yaşadıklarını takip ederiz. Mayıs Sıkıntısı’nda yönetmen karakteri, bir süre oyuncu aradıktan sonra filmde anne-babasını oynatmaya karar verir. Ceylan’ın rejisi literatüre “taşra sıkıntısı” olarak geçecek bir mercekten, bu coğrafyanın farklı kuşaklardan insanlarına psikolojik bir derinlikle yaklaşır. Film, amatör oyuncu kullanımı ve taşra estetiğiyle kendisinden sonra gelen pek çok filme ilham verecektir. 

    Uzak (2002)

    Pek çok açıdan yakın dönem Türkiye sinemasının kırılma anlarından biri olarak görebileceğimiz Uzak’ta Nuri Bilge Ceylan taşra-kent geçişini bir ailenin fertleri üzerinden işler. Çanakkale’den İstanbul’a gelmiş, kendine kentin entelektüel ortamı içerisinde bir hayat kurmuş Mahmut’un hayatı, akrabası Yusuf’un memleketten yanına gelmesiyle yeni bir dönemece girer. Biri düzenini korumak isteyen, diğeri bu yeni fırsatlar şehrinde kendine bir yol açma hayalleri kuran iki erkeğin aynı evin içinde kesişen hayatlarını izleyen Uzak, Nuri Bilge Ceylan adını herkese ezberleten bir etki yapacaktır. Film, dünya prömiyerini yaptığı Cannes Film Festivali’nin ana yarışmasından Grand Prix ve En İyi Erkek Oyuncu ödülleriyle döner, o yıl Türkiye’nin En İyi Yabancı Film Oscar’ı için seçtiği film olur. 

    İklimler (2006)

    Kimilerine göre Nuri Bilge filmografisinin zayıf halkalarından birisi olan kimileri içinse bilhassa sanatçının benliğine ve yapıtıyla ilişkisine dair önemli yollar aşındıran İklimler, İstanbullu bir çiftin, İsa ve Bahar’ın ilişkisine odaklanır. İsa umursamaz bir akademisyen, Bahar ise ondan daha genç, daha ümit dolu bir televizyon sektörü çalışanıdır. Filmde bu ikiliyi yönetmen Nuri Bilge Ceylan ve eşi Ebru Ceylan canlandırır. Adını André Maurois'nın aynı adlı romanından alan İklimler, Türkiye’nin farklı noktalarına yılın farklı mevsimlerine uğrayarak gelgitli bir romantik ilişkinin peşine düşer. Film 2006 yılında dünya prömiyerini yaptığı Cannes’ın ana yarışmasından FIPRESCI Ödülü’yle döner. Ceylan’ın çoğunlukla kendi kişisel çevresinden amatör oyuncularla çalıştığı dönemle profesyonel ve popüler oyunculara yer verdiği dönem arasında bir tür köprü olarak görebileceğimiz film, hâliyle yönetmenin en kişisel işleri arasında yer alır. 

    Üç Maymun (2008)

    Başrollerinde Yavuz Bingöl, Hatice Aslan ve Ahmet Rıfat Şungar’ın yer aldığı Üç Maymun, Nuri Bilge Ceylan sinemasındaki eşiklerden biri olarak görülebilir. Üç Maymun’da geçmiş filmlerine kıyasla diyalog kullanımına daha fazla yer verir, estetik dünyası ve oyuncu yönetimi bakımından yeni alanlara girer Ceylan. Aynı zamanda bu, kendisinin ortak senaristlerle çalıştığı ilk filmidir. Bu noktadan itibaren tüm filmlerinde senarist olarak görev yapmaya devam edecek Ebru Ceylan ve filmde küçük bir rolde izlediğimiz Ercan Kesal yönetmenle birlikte senaryoya imzalarını atar. Merkezine bir aileyi konumlandıran film bu aile içerisindeki zorlukları temelde iletişimsizlik üzerinden ele alır. Dünya prömiyerini yine Cannes’da yapan ve burada Ceylan’a En İyi Yönetmen ödülünü kazandıran film, Oscarlar’da da Yabancı Dilde En İyi Film dalında kısa listeye kalma başarısı gösterecektir. 

    Bir Zamanlar Anadolu’da (2011)

    Çoğu eleştirmene göre yalnızca Nuri Bilge Ceylan sinemasının değil, 21. yüzyılın sinema zirvelerinden birisi olan Bir Zamanlar Anadolu’da Ercan Kesal - Nuri Bilge ortaklığının bir başka eseridir. Bir grup devlet görevlisinin kayıp bir cesedi aramasını konu alan filmde yaşananlar senarist Ercan Kesal’ın doktor olarak görev yaptığı günlerde yaşadığı gerçek bir olaydan yola çıkar. Kesal’ın hikâyesine artık ustalık mertebesine eriştiği kendine has rejisiyle yaklaşan Ceylan, Bir Zamanlar Anadolu’da’da ustalık eserlerinden ilkini verir. Kiarostami sinemasından, Anadolu kültürünün farklı köşelerinden, her zaman içerisinden konuştuğu edebiyat mirasından izleri bir araya getirir. Film, çoğu Nuri Bilge filmi gibi Cannes’da açılacak ve bu kez de burada festivalin Büyük Ödülü’nü kazanacaktır. 

    Kış Uykusu (2014)

    Kış Uykusu, Cannes’da kazandığı Altın Palmiye başarısıyla yakın dönem Türkiye sinemasının bu alandaki zirvesini temsil eder demek hiç de abartılı olmaz. 1982 yapımı Yol’dan sonra Türkiye sinema tarihine bu başarıyı ikinci kez yaşatacak film, Aydın adlı bir taşra entelektüelinin yaşamına odaklanır. Daha önce hiçbir Nuri Bilge Ceylan filminde görmediğimiz ölçüde diyalog yazımına dayalı, başroldeki Haluk Bilginer’in performansıyla yükselen, Kapadokya’nın eşsiz manzaralarından özgün bir estetik devşiren Kış Uykusu, birçok Ceylan filmi gibi Çehov ve Dostoyevski gibi Rus edebiyatçıların dünyasından fazlasıyla el alır. Temelde güçlü ve güçsüz, zengin ve fakir, kadın ve erkek gibi ikiliklerin üzerinde ilerlerken Türkiye’de aydın olmak konusunda uzun ve konuşkan bir tefekkür alanı gibi işler Kış Uykusu.

    Ahlat Ağacı (2018)

    Altın Palmiye zaferi sonrası gelen ilk Nuri Bilge Ceylan filmi Ahlat Ağacı, hem seyirci hem de eleştirmenler için beklentileri bozan birçok özellik barındırırken pek çok tanıdık öğeyi yeniden keşfeder. Ceylan, sinemasında başından beri işlediği baba-oğul ve taşra-kent gibi ikilemleri burada da işlerken merkezde yine bir taşra entelektüeli vardır. Doğu Demirkol’un canlandırdığı genç yazar adayı Sinan Karasu’yu takip ettiğimiz filmde Ceylan’ın da memleketi olan Çanakkale’de yaşayan bir aile içinde yaşananlara odaklanırız. Kentten kasabaya, kasabadan köye uzanan bir hatta yazar olma hayalleri kuran taşralı bir gencin günlüklerini okur gibiyizdir. Ahlat Ağacı’yla birlikte tamamen başka bir uçta başlayan Nuri Bilge Ceylan sineması iyiden iyiye diyalog yazımıyla bilinir hâle gelmiştir. Nuri Bilge ve Ebru Ceylan’ın yanı sıra bu kez senaryoda Akın Aksu ismi de yer alır.

    Kuru Otlar Üstüne (2023)

    Nuri Bilge Ceylan imzası taşıyan en taze film Kuru Otlar Üstüne filmi ise yine taşraya, bu kez bir okulda yaşanan olaylar üzerinden yaklaşır. Anlatının merkezinde yer alan öğretmen Samet’in taşrada geçirdiği zorunlu hizmet görevi sırasında okulda bir öğrencisiyle yaşadıklarının yarattığı etkiyi izleriz. Bu filmde belki de Nuri Bilge Ceylan sinemasında hiç olmadığı kadar merkezî bir rol üstlenen bir kadın, Merve Dizdar’ın canlandırdığı Nuray karakteri ise temel bir öneme sahiptir. Kendini konumladığı siyasal pozisyonla, 10 Ekim katliamı sırasında bir bacağını kaybetmiş olmasıyla, siyasal idealleri uğruna bedel ödeyen bir karakter olan Nuray’ın varlığının yanı sıra Nuri Bilge bu filminde taciz, Kürt meselesi, toplumsal güç ilişkileri gibi seyircisinin çok da alışık olmadığı suların kıyılarında gezinir. Yönetmenin belki de en sert biçimde tartışılan filmlerinden birisi olan Kuru Otlar Üstüne’nin senaryosunda ise Ahlat Ağacı’nda olduğu gibi Nuri Bilge Ceylan, Ebru Ceylan ve Akın Aksu imzası bulunur. 

    Nuri Bilge Ceylan’ın bütün filmlerini Türkiye’den çevrimiçi izleyin

    JustWatch ekibinin hazırladığı streaming rehberi sayesinde Nuri Bilge Ceylan imzalı tüm filmlerle ilgili merak ettiğiniz birçok şeyi bu sayfadan öğrenebilirsiniz. Dünyanın en büyük streaming rehberi olan JustWatch’ı kullanarak Prime Video, Disney+ ve MUBI gibi diğer platformlardaki içeriklere de göz atabilirsiniz.

  • Türk Televizyonuna Uyarlanan En İyi 10 Yabancı Dizi Nereden İzlenebilir?

    Türk Televizyonuna Uyarlanan En İyi 10 Yabancı Dizi Nereden İzlenebilir?

    Aslı Ildır

    Aslı Ildır

    JustWatch Editörü

    2000’lerden itibaren Türk dizilerinin popülerliği, dünya çapında büyük bir ivme yakaladı. Hem yerli hem de uluslararası alanda geniş bir seyirci kitlesine ulaşan Türk dizileri arasında, kültleşmiş ya da hit olmuş yabancı dizilerin yerli uyarlamaları da var. Yerli diziler, uzun süreleri ve Türk televizyonlarının gerektirdiği yayın kurallarından dolayı, çoğunlukla uyarlandıkları eserden çok oldukça farklı bir hâle geliyor.

    Bu listede, Tatlı Hayat’tan Hekimoğlu’na, Bahar’dan Medcezir’e sevilen Türk dizilerinin hangi yapımlardan uyarlandığını derledik. Dizilerin özgün versiyonlara dair merak ettiğiniz detayları bu rehberden inceleyebilir, Türkiye’deki farklı streaming seçenekleriyle ilgili aradığınız her türlü bilgiye ulaşabilirsiniz. 

    The Jeffersons (1975)

    Türk televizyon tarihinin en sevilen komedi dizilerinden, başrollerini Türkan Şoray ve Haluk Bilginer’in paylaştığı Tatlı Hayat, 1975 yapımı Amerikan sitcom’u The Jeffersons’ın bir uyarlaması. 11 sezon olarak CBS’de yayınlanan ve on yıl boyunca devam eden dizi, üst orta sınıf bir siyah Amerikalı çift olan George ve Louise Jefferson’a odaklanıyor. Manhattan’da geçen dizi, birbirlerini çok seven çift ve komşularının arasındaki küçük tartışmalar ve yanlış anlamalar üzerinden mizah üreten, eğlenceli bir anlatıya sahip. The Jeffersons, dizinin Türkiye versiyonundan farklı olarak ırkçılık ve Amerika’daki silahlanma üzerine önemli politik eleştiriler barındırıyordu. Ayrıca dizinin hizmetçi karakteri Florence’a odaklanan Checking In isimli bir spin-off’u da bulunuyor. 

    The O.C. (2003)

    Türk televizyonlarına Medcezir ismiyle uyarlanan The O.C, Amerikan televizyon tarihinin en popüler gençlik dizilerinden biri. 2003-2007 yılları arasında dört sezon boyunca yayınlanan dizi, Orange County'de yaşayan üst-orta sınıf gençlerin hikâyesine odaklanıyor. Dizinin yaratıcılığını ise, Gossip Girl ve Chuck gibi yapımlarıyla da tanıdığımız Josh Schwartz üstleniyor. Özellikle ilk iki sezonuyla büyük ses getiren dizi, Schwartz’ın deyişiyle “Orange County’de geçen bir The Breakfast Club” ve aynı zamanda bir Romeo ve Juliet hikâyesi. Amerikan pop kültürünün ikonik yapımlarından biri haline gelen dizinin Türk uyarlamasında ise başrolleri Serenay Sarıkaya ve Çağatay Ulusoy paylaşıyordu. İki sezon boyunca devam eden Medcezir’in senaryosunu, Yaprak Dökümü’nden Aşk-ı Memnu’ya pek çok başarılı yapımda imzası olan Ece Yörenç kaleme aldı.

    House M.D (2004) 

    Tüm zamanların en popüler medikal dramalarından biri olan House M.D, sürükleyici anlatısı ve sıradışı hastalık hikâyeleriyle Amerikan televizyonlarında bir kült haline gelmişti. Bir yandan House ve diğer doktorların kişisel hikâyesini izlediğimiz, bir yandan da her bölümde farklı bir vakaya tanık olduğumuz dizinin başrolünde, Dr. House rolüyle özdeşleşmiş olan Hugh Laurie yer alıyordu. Sherlock Holmes’dan esinlenen Dr. House karakteri, en küçük detayları bile yakalayabilen bir tür “tıp dehası” olarak çiziliyor, dizi boyunca House’un kimsenin çözemediği nadir vakaları açığa kavuşturmasını izliyorduk. Dizi, 2019 yılında Hekimoğlu ismiyle Türk televizyonlarına da uyarlandı. İki sezon boyunca devam eden Hekimoğlu’nda Dr. House’u Timuçin Esen canlandırdı.

    Desperate Housewives (2004)

    Komedi, pembe dizi ve gizem türlerini başarılı bir şekilde harmanlayan Desperate Housewives, bir grup “umutsuz ev kadınının” sırlarla dolu hayatına odaklanıyor. 2004–2012 yılları arasında sekiz sezon boyunca yayınlanan dizi, 2011 yılında Türk televizyonlarına ise doğrudan Umutsuz Ev Kadınları adıyla uyarlanmıştı. Hem seyirci hem de eleştirmenlerden olumlu yorumlar alan Desperate Housewives, seneler içinde çeşitli dallarda Primetime Emmy ve Altın Küre ödüllerinin de sahibi oldu. Yaratıcısı Marc Cherry’nin tanımıyla “Knots Landing, American Beauty ve biraz da Twin Peaks’in bir karışımı” olan dizi, kurmaca bir eyalet olan Eagle’ın Wisteria Sokağı’nda geçiyor. İstanbul’da geçen dizinin yerli versiyonunda ise başrolleri Evrim Solmaz, Bennu Yıldırımlar, Songül Oden, Ceyda Düvenci ve Özge Özder paylaşıyordu.

    Grey's Anatomy (2005)

    Tüm zamanların en sevilen tıp dizilerinden biri olan Grey’s Anatomy, Seattle Grace Hastanesi’ne çalışan doktorların mesleki ve özel hayatına odaklanan bir drama. 2005’ten bu yana günümüze dek aralıksız olarak devam eden dizi, Türkiye’de de Doktorlar ismi altında uyarlanmıştı. Amerikan televizyon tarihinin en uzun soluklu dizilerinden biri olan Grey’s Anatomy’nin yaratıcılığını, daha sonradan How to Get Away with Murder, Bridgerton ve Inventing Anna gibi dizilerin de yapımcısı olarak tanıdığımız Shonda Rhimes üstleniyor. Ana oyuncu kadrosunda Patrick Dempsey, Ellen Pompeo, Sandra Oh, Katherine Heigl ve Justin Chambers gibi isimlerin yer aldığı dizinin yerli versiyonunda ise Kutsi, Yasemin Özilhan, Bekir Aksoy ve Leyla Göksun gibi isimleri izlemiştik.

    Gossip Girl (2007)

    Türkiye ekranlarına Küçük Sırlar ismiyle uyarlanan Gossip Girl, zengin gençlerin dedikodu, entrika ve sırlarla dolu hayatlarına bakan bir başka gençlik dizisi. Başrollerinde Blake Lively, Leighton Meester ve Ed Westwick gibi isimlerin yer aldığı yapım; Manhattan’daki bir özel okulda okuyan lise öğrencisi Serena van der Woodsen ve arkadaşlarına odaklanıyor. Okulda yaşananları kimliği belirsiz bir blog yazarının ağzından dinlediğimiz yapım, Cecily von Ziegesar’ın aynı adlı çok satan roman serisinden uyarlama. Gossip Girl’ün yalnızca bir sezon devam edebilen yerli uyarlamasında ise Serena rolünde Sinem Kobal’ı izlemiştik. Manhattan’ı İstanbul’un Etiler mahallesine taşıyan dizinin oyuncu kadrosunda ayrıca Merve Boluğur, Burak Özçivit ve Birkan Sokullu gibi ünlü isimler de yer alıyordu.  

    Shameless (2011)

    Showtime’ın en popüler dizilerinden Shameless, Türk televizyonlarına Bizim Hikâye adı altında uyarlanmıştı. Chicago’da geçen hikâye, alkolik bir baba ve altı çocuğunun zorlu hayatına odaklanıyor. Gallagher ailesi üzerinden Amerikan işçi sınıfının içinde bulunduğu yoksulluğa eleştirel bir bakış atan yapım, 2011-2021 yılları arasında 11 sezon boyunca devam etti. Kendisi de bir uyarlama olan Shameless’ın hikâyesi Paul Abbott’un aynı adlı İngiltere yapımı dizisine dayanıyor. Oyuncu kadrosunda William H. Macy, Emmy Rossum ve The Bear’ın yıldızı Jeremy Allen White’ın bulunduğu dizinin yerli uyarlamasında ise Hazal Kaya, Burak Deniz ve Nesrin Cavadzade gibi yıldız isimler yer alıyordu.

    Can Love Become Money? (2012) 

    Türk televizyonlarına Kiralık Aşk adıyla uyarlanan Can Love Become Money?, romantik komedi-dram türünde bir Güney Kore dizisi. 2012’de 20 bölüm olarak yayınlanan dizi, her şeyi maddiyat üzerinden değerlendiren zengin bir iş adamı ile hayatı maddi sıkıntılarla geçmiş ve erkek arkadaşı tarafından dolandırılmış bir genç kızın ilişkisine odaklanıyor. Artık bir klişe haline gelmiş olan “tesadüfen aşk” temasını mizahi bir üslupla ele alan Can Love Become Money?, romantik komedi-dram türündeki Kore dizilerinin yükselişe geçtiği 2010’ların sevilen yapımlarından biri. Dizinin benzer bir anlatıyı takip eden ve yüksek izlenme rakamlarına ulaşan yerli uyarlamasında ise başrolleri Barış Arduç ve Elçin Sangu paylaşıyor.

    Doctor Foster (2015)

    Türk ekranlarına Sadakatsiz ismiyle uyarlanan Doctor Foster, BBC One yapımı bir psikolojik gerilim. Kocasının onu aldattığından şüphelenen doktor Gemma Foster’a odaklanan yapımın başrollerini Suranne Jones, Bertie Carvel ve Jodie Comer paylaşıyor. Dizinin yerli versiyonunda ise Gemma ve kocası Simon’ı Cansu Dere ve Caner Cindoruk, Simon’un sevgilisini ise Melis Sezen canlandırmıştı. Çocuklarını öldüren Medea mitinden esinlenen dizi; entrika, kıskançlık ve akıl oyunlarının iç içe geçtiği, sürükleyici bir anlatı kuruyor. Klasik bir “sadakatsizlik” temasıyla başlayan dizi, gitgide tutku ve şiddetin yönettiği bir ölüm-kalım savaşına evriliyor. Dizinin ayrıca 2020 yapımı Life isimli bir spin-off’u da bulunuyor.

    Doctor Cha (2023)

    Türk televizyonlarının son dönemdeki en sevilen işlerinden biri olan Bahar da yine bir Kore dizisi uyarlaması. Bahar’a ilham olan Doktor Cha isimli dizi, evlenmek ve çocuklarına bakmak için mesleğini bırakan ve seneler sonra tekrar doktor olmaya karar veren Cha isimli bir kadına odaklanıyor. 2023 yılında 13 bölüm olarak yayımlanan ve Güney Kore televizyonunun en çok izlenen yapımlarından biri haline gelen Doctor Cha, ülke dışında ise Netflix üzerinden izlenebiliyor. Kadınların kariyer-özel hayat dengesini tutturmak adına yaşadığı sıkıntıları trajikomik bir üslupla anlatan dizi, medikal drama türüyle romantik komedi-dram türlerini başarılı bir şekilde harmanlıyor. Dizinin Türk uyarlamasında ise Doktor Cha’yı Demet Evgar canlandırıyor. 

    Türk televizyonuna uyarlanan en iyi 10 yabancı diziyi Türkiye’den çevrimiçi izleyin

    Türk televizyonuna uyarlanan en iyi 10 yabancı diziyi Türkiye’den nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehberi inceleyerek çeşitli streaming platformlarındaki kiralama, satın alma ve abonelik hizmetlerinden dilediğinizi seçebilirsiniz.

  • M3GAN Hayranları İçin En Korkutucu Katil Oyuncak Filmleri

    M3GAN Hayranları İçin En Korkutucu Katil Oyuncak Filmleri

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    Yönetmenliğini Gerard Johnstone'un üstlendiği, senaryosunu ise Akela Cooper'ın kaleme aldığı M3GAN, yakın dönem korku sinemasının en ilgi çekici film serileri arasında yer alma yolunda emin adımlarla ilerliyor. Geçtiğimiz günlerde devam filmi M3GAN 2.0 dünyada olduğu gibi ülkemizde de hayranlarıyla bulaşan seri, popüler kültüre camp estetiğinden beslenen, korkuyu mizah unsurlarıyla bir arada ele alan, kuir bir ikon kazandırdı.

    Yine de M3GAN'ın, bu türde kendisinden önce gelen bazı kült korku klasiklerine referansları ölçüsünde seyircide yankı bulduğunu da unutmamak gerek. JustWatch ekibi olarak M3GAN'ın hayranlarını tarihsel bir yolculuğa çıkarıyor ve sinema tarihinde iz bırakmış, unutulmaz katil oyuncak filmlerini bu listede bir araya getiriyoruz. 

    Magic (1978)

    Esasen psikolojik gerilim türünde bir film olarak nitelendirebileceğimiz Magic, profesyonel sihirbaz olmak isteyen Charles "Corky" Withers'ın, yeni bir numara olarak kullandığı Fabs isimli ağzı bozuk kuklanın sebep olduğu kişilik bölünmesi etrafında şekilleniyor. Korku sinemasında önemli bir konuma sahip olan Doppelganger anlatılarından beslenen, kukla figürünü kullanarak bu motife özgün bir perspektifle yaklaşmayı başarıyor. Richard Attenborough'un, William Goldman'ın aynı adlı romanından beyazperdeye uyarladığı filmin oyuncu kadrosunda Anthony Hopkins, Ann-Margret, Burgess Meredith, Ed Lauter ve David Ogden Stiers gibi isimler yer aldı. Corky karakterine hayat veren Anthony Hopkins bu performansıyla hem Altın Küre hem de BAFTA Ödülleri'ne aday gösterildi. 

    Dolls (1987)

    Bugün Re-Animator ve From Beyond gibi filmleriyle de tanıdığımız yönetmen Stuart Gordon, seksenli yılların katil oyuncak filmlerinden birisine de imza attı. İlerleyen yıllarda Puppet Master serisiyle tanınacak Charles Band'in yapımcılığını üstlendiği Dolls'un senaryosunu Ed Naha kaleme aldı. Film, şiddetli bir fırtınadan kaçarken yaşlı bir çiftin evine sığınmak zorunda kalan ve azılı suçluların ruhlarının hapsolduğu kuklaların ve oyuncakların musallat olduğu Judy'yi, babası David'i, Judy'nin üvey annesi Rosemary'yi, Amerikalı iş adamı Ralph'ı ve İngiliz otostopçular Isabel ve Enid'in başından geçenleri anlattı. Oyuncu kadrosunda Stephen Lee, Guy Rolfe, Hilary Mason, Ian Patrick Williams, Carolyn Purdy-Gordon, Cassie Stuart, Bunty Bailey ve Carrie Lorraine'in yer aldığı filmdeki Mr. Punch isimli oyuncak sonrasında Puppet Master ve Demonic Toys gibi serilerde de seyirci karşısına çıktı. 

    Child's Play (1988)

    Katil bebek - oyuncak teması açısından Tom Holland'ın imzasını taşıyan Child's Play'in ve ilk filmi takip eden serinin önemi yadsınamayacak kadar büyük. Polisten kaçan bir seri katilin ruhunu bir oyuncak bebeğe transfer etmesiyle varoluş kazanan "Chucky"nin etrafında şekillenen film, onun hediye olarak verildiği küçük Andy'yi nasıl kendi şeytani planları için manipüle ettiğini ortaya koyuyor. Bugün toplamda yedi sinema filmi ve bir televizyon dizisiyle oldukça geniş bir anlatı evrenine sahip olan Child's Play serisi, slasher türünü parodi ve ironiyle harmanlayan nev-i şahsına münhasır bir üslup yarattı. Devam filmleriyle tanıdığımız Tiffany ve Glen / Glenda gibi farklı ve özgün "katil bebek" karakterleriyle de ikonikleşen serinin, bu bağlamda söz konusu temanın en verimli örneklerini yarattığını söylemek mümkün. 

    Puppet Master (1989)

    Tarihsel açıdan aynı dönemde hayata geçirilseler de Puppet Master'ın Child's Play kadar ana akım bir seyirci kitlesine ulaşması başaramadığını baştan belirtmek gerek. Seksenli yıllarda çektiği korku filmleriyle tanınan David Schmoeller'in imzasını taşıyan filmin senaryosunu ise Charles Band ve Kenneth J. Hall kaleme aldı. Film, Alex Whitaker, Dana Hadley, Frank Forrester ve Carissa Stamford adlarında psişik güçlere sahip dört uzmanın, meslektaşları Neil Gallagher'ın eski bir Mısır büyüsü sayesinde kontrol etmesini öğrendiği kuklaların gazabına uğramasını konu ediniyor. Oyuncu kadrosunda Paul Le Mat, Jimmie F. Skaggs, Irene Miracle, Robin Frates, Barbara Crampton ve William Hickey'in yer aldığı filmin başlangıçta sinemalarda gösterime girmesi planlanmış olsa da doğrudan VHS formatıyla piyasaya sürüldü. Blade, Jester, Pinhead, Tunneler ve Leech Woman gibi kuklaların dikkat çektiği film kendi çapında kayda değer bir hayran kitlesi yaratmayı başardı ve ilk filmi, toplamda 15 filmin, çizgi roman serilerinin ve video oyunlarının takip ettiği bir multimedya evreni ortaya koydu.

    Demonic Toys (1992)

    Puppet Master serisiyle tanınan senarist ve yapımcı Charles Band'in Full Moon Entertainment çatısı altında hayata geçirdiği diğer bir korku filmi olan Demonic Toys, dehşet saçan oyuncaklar temasına mizahi bir katman eklemesiyle dikkat çekiyor. Yönetmenliğini Peter Manoogian'ın üstlendiği film, yasadışı silah satan suçluları tutuklamaya çalışırken, şeytani ruhlara sahip Baby Oopsy Daisy, Mr. Static, Grizzly Teddy ve Jack Attack isimlerindeki oyuncakların saldırısına uğrayan polis memuru Judith Gray'i ve istemeden olayların içine sürüklenen kurye Mark Wayne'i merkezine alıyor. Senaryosunu ilerde Blade serisi ve DC uyarlaması birçok sinema filminde senarist olarak yer alacak David S. Goyer'in yazdığı film, vizyona girmeden doğrudan VHS formatında piyasaya sürüldü, filmi tıpkı Puppet Master'da olduğu gibi çeşitli devam filmleri takip etti.  

    Dead Silence (2007)

    Saw ve The Conjuring serilerinin yaratıcısı olarak tanıdığımız James Wan imzalı Dead Silence, korku sinemasının ikonik figürlerinden biri olan vantrolog kuklasını anlatısının merkezine yerleştiren bir film. Senaryosunu Wan'la sık sık beraber çalışan ve 2018 yılında çektiği Upgrade'le büyük ses getiren Leigh Whanell'ın kaleme aldığı film gizemli bir şekilde katledilen karısını öldürmekle suçlanan Jamie Ashen'ın ailesinin geçmişiyle bağlantılı karanlık bir lanetten kurtulma çabalarını konu ediniyor. Jamie'nin, atalarının ölümüne sebep olduğu vantrolog Mary Shaw'ın ve kuklalarının gazabına uğradığı filmin oyuncu kadrosunda Ryan Kwanten, Amber Valletta, Donnie Wahlberg ve Bob Gunton gibi isimler yer almıştı. Wan'ın büyük çaplı bir stüdyo tarafından dağıtılan ilk filmi olan Dead Silence, gişede ve eleştirmenler nezdinde büyük bir hayal kırıklığı yaratsa da yıllar içinde filme daha pozitif bir lensle bakılmaya başlandığını da not düşmek gerek. 

    Annabelle (2014)

    Chucky ve ondan ilham alan M3GAN bugün korku türünün en çok tanınan "katil bebekleri" arasında ilk sıralarda yer alıyorsa, onları hiç şüphesiz The Conjuring film serisinin ikinci filminde hikâyesi anlatılan Annabelle takip ediyor. James Wan'ın yönetmenliğini üstlendiği ilk filmde paranormal fenomenleri araştıran uzmanlar Ed ve Lorraine Warren'ın geçmişte çözdükleri bir vaka olarak anlattıkları bebek Annabelle, John R. Leonetti'nin yönetmenliğini üstlendiği Annabelle filminin odak noktasını oluşturdu. Senaryosunu diğer The Conjuring filmlerinde de yer alan Gary Dauberman'ın yazdığı film, 1967 yılında bir kız bebekleri olan John ve Mia Form çiftinin, eski model bir oyuncak bebek aracılığıyla kendilerine musallat olan bir iblisten kurtulma çabalarını konu ediniyor. Eleştirmenlerin büyük kısmının yerden yere vurduğu film, 6,5 milyonluk bütçesine rağmen 257 milyon dolarlık bir hasılat ederek The Conjuring serisinin devam filmini de garantilemiş oldu. 

    Five Nights at Freddy's (2023)

    Scott Cawthon'un aynı adlı video oyunu serisinden uyarlanan Five Nights at Freddy's oyuncak bebekler ve kuklaların başı çektiği listemizde farklı tarzda oyuncaklarla kendine yer bulmayı başaran ilginç bir film. Yapımcılığını Blumhouse Productions'ın üstlendiği film, Freddy Fazbear's Pizza isimli bir pizza dükkanında çalışmaya başlayan ve dükkândaki animatronik oyuncakların musallat olduğu Mike Schmidt'i takip ediyor. Yönetmenliğini Emma Tammi'nin üstlendiği filmde Mike ve kız kardeşi Abby'nin, yıllar önce öldürülen beş küçük çocuğun ruhları tarafından ele geçirilen Freddy Fazbear, Bonnie, Chica, Foxy ve Mr. Cupcake isimli oyuncaklardan kurtulma çabalarını izliyoruz. Başrollerinde Josh Hutcherson, Elizabeth Lail, Piper Rubio, Mary Stuart Masterson ve Matthew Lillard yer aldığı film, gişede büyük bir başarı elde etti ve Blumhouse'ın en yüksek hasılatlı filmi olarak tarihe geçti. İlk filmin devamı niteliğindeki Five Nights at Freddy's 2'nun ise ülkemizde 5 Aralık 2025'te vizyona girmesi bekleniyor. 

    Imaginary (2024)

    Blumhouse Productions imzalı bir başka doğaüstü korku filmi olan Imaginary, Jessica isimli bir çocuk kitabı yazarının kocası ve iki üvey kızıyla beraber büyüdüğü eve geri taşınmasıyla başlayan korkutucu olaylara odaklanıyor. Küçük Alice'in taşındıkları evde bulduğu ve kısa sürede "hayali arkadaşı" olarak anmaya başladığı Chauncey isimli oyuncak ayının Jessica'nın çocukluk travmalarına sebep olan karanlık bir varlıkla bağlantılı olduğu ortaya çıkıyor. Jessica'nın kendisini ve ailesini bu kötücül yaratıktan kurtarmaya çalıştığı filmin yönetmenliğini Kick-Ass 2 ve Truth or Dare filmleriyle tanınan Jeff Wadlow üstlendi. Başrollerinde DeWanda Wise, Tom Payne, Taegen Burns, Pyper Braun ve Verónica Falcón'u izlediğimiz filmde eleştirmenlerce olumsuz eleştirilerin hedefi olurken gişedeyse ortalama düzeyde bir başarı elde etti. 

    The Monkey (2025)

    Dördüncü uzun metrajı Longlegs'le yakın dönem korku sinemasında büyük ses getiren Osgood Perkins'in, Stephen King'in aynı adlı öyküsünden beyazperdeye uyarladığı filmi The Monkey, katil oyuncak filmlerinin en güncel örneklerinden. Film, babalarının eşyaları arasında buldukları kurmalı oyuncak bir maymunun, davullarını çalmasıyla insanların ölümüne sebep olduğunu keşfeden ikiz kardeşler Bill ve Hal'ın hikâyesiyle başlıyor önce. Yirmi beş yıllık bir zaman atlamasıyla oyuncağın artık yetişkin bir yaşa eren Hal'a ve oğlu Petey'e musallat olmasıyla devam eden film, Hal ve Bill'in yeniden bir araya gelerek oyuncağın laneti ortadan kaldırma çabalarına odaklanıyor. Başroldeki ikiz kardeşlere hayat veren Theo James'e Tatiana Maslany, Christian Convery, Colin O'Brien, Rohan Campbell, Sarah Levy, Adam Scott ve Elijah Wood gibi başarılı isimler eşlik etti. Neon'un dağıtımını üstlendiği film gişede de yadsınamayacak bir başarıya imza attı.

    En iyi katil oyuncak filmlerini JustWatch sayesinde çevrimiçi izleyin

    JustWatch olarak hazırladığımız bu liste sayesinde M3GAN'a da ilham kaynağı olmuş en başarılı "katil oyuncak" filmlerini nereden izleyebileceğinizi kolayca öğrenebilirsiniz. Dünyanın en kapsamlı streaming rehberi JustWatch'ın veri tabanından faydalanarak bu filmlerin Türkiye'deki satın alma, kiralama ve abonelik hizmetleriyle nerelerden izlenebildiğini keşfedin. 

  • Son On Yılın En İyi 10 Vampir Filmi ve Dizisini Çevrimiçi İzleyin

    Son On Yılın En İyi 10 Vampir Filmi ve Dizisini Çevrimiçi İzleyin

    Aslı Ildır

    Aslı Ildır

    JustWatch Editörü

    Sinema tarihinin her döneminde revaçta olan vampir filmleri, korku sinemasının en sevilen alt türlerinden biri. Beyazperdenin Nosferatu’dan Drakula’ya, Blade’den Edward Cullen’a uzanan “kan emici” vampirleri; hem en temel insan korkularının, hem de farklı sınıfsal, kültürel ve politik ilişkilerin bir metaforu aslında.

    Bazen düşman, bazen kahraman, bazen de anti-kahraman rolünde izlediğimiz ve kökeni aristokrasiye dayanan vampirler, korku sineması canavarları arasında en karizmatik olanları aynı zamanda. Bu listede, psikolojik korkudan korku-komediye, son on yılın en sevilen 10 vampir filmi ve dizisini derledik. 

    Doctor Sleep (2019)

    Stephen King’in The Shining’ın devamı olarak yazdığı Doctor Sleep, Overlook Oteli’nde hayatının travmasını yaşayan Dan Torrance’ın yetişkinlik hayatına odaklanıyor. Psişik güçlere sahip olan Dan, geçmişiyle ve güçlerinin getirdiği acılarla baş etmek için düzenli olarak alkole başvuruyor. Filmin kötüsü ise “Rose the Hat” isminde, kült lideri bir ve psişik güçleri kontrol edebilen bir vampir. “Parıldama” yeteneğine sahip insanlardan beslenerek ölümsüzlük kazanan bu vampirlerin yolu bu sefer Dan Torrance ile kesişiyor. Başrollerinde Ewan McGregor, Rebecca Ferguson ve Kyliegh Curranyer’in yer aldığı filmin yönetmenliğini ise Netflix için çektiği The Haunting of Hill House ve The Haunting of Bly Manor gibi korku türündeki yapımlarıyla tandığımız Mike Flanagan üstleniyor.

    What Do We Do In The Shadows (2019)

    What Do We Do In The Shadows, Taika Waititi ve Jemaine Clement’in aynı adlı kült korku komedisinin televizyon uyarlaması. Yaratıcılığını yine Clement’in üstlendiği dizi, ev arkadaşı olarak yaşayan ve tarihin farklı dönemlerinden gelmiş dört vampir ve bir vampir yardımcısına odaklanıyor. Mockumentary (sahte belgesel) türündeki yapım, karakterlerin hayatına bir belgesel ekibinin gözünden bakıyor ve zaman zaman ev halkıyla çeşitli röportajlara da yer veriyor. Üçü normal vampir ve bir tane de “enerji vampiri”nin oluşturduğu karakterlerimiz, modern dünyanın kendine has kurallarına uyum sağlamaya çalışırken trajikomik olaylar yaşıyor. Altı sezona yayılan ve büyük bir hayran kitlesi edinen dizi, yer yer karanlık yerlere de gidebilen kara mizahı, başarılı oyunculuk performansları ve vampir mitolojisini yaratıcı bir biçimde kullanışıyla dikkat çekiyor.  

    Dracula (2020)

    Yaratıcılığını Mark Gatiss ve Steven Moffat’ın üstlendiği BBC One yapımı Dracula, Bram Stoker’ın aynı adlı klasiğinden uyarlanan üç bölümlük bir dizi. Netflix üzerinden yayınlanan dizinin başrolünde, Ruben Östlund’un Altın Palmiyeli filmi The Square'deki başarılı performansıyla tanıdığımız Danimarkalı oyuncu Claes Bang yer alıyor. Dizi, Doğu Avrupa’ya yolculuk eden ve efsanevi vampir avcısı Van Helsing’in halefleriyle büyük bir savaşa giren Kont Drakula’nın hikâyesini takip ediyor. BBC, yapımı tasarlarken tıpkı Sherlock dizisinde olduğu gibi hem hikâyenin orijinaline sadık kalmak hem de akılda kalacak değişiklikler yapmak gibi bir yaklaşım benimsemiş. Dış çekimleri Slovakya’da gerçekleşen dizi, prodüksiyon tasarımı ve Drakula karakterine getirdiği modern yorumla beğeni toplamıştı. 

    Vampires vs. the Bronx (2020)

    Oz Rodriguez’in yazıp yönettiği Vampires vs. the Bronx, Netflix yapımı bir kara komedi-korku. Vampir türünün kodlarını mizahına başarılı bir şekilde yediren film, Bronx’ta yaşayan bir grup gence odaklanıyor. Gençler, mahallerinde toplanmaya başlayan bir grup vampire karşı savaşmaya karar veriyorlar. Murnau’dan Blade’e sinema tarihindeki farklı vampir filmlerine göndermeler de içeren yapımın başrollerinde, genç oyuncular Jaden Michael, Gerald W. Jones III, Gregory Diaz IV ve Sarah Gadon yer alıyor. Özellikle mizah dozu yüksek çatışma ve aksiyon sahneleriyle beğeni toplayan Vampires vs. the Bronx, gençlik filmi olarak başlayan hikâyesini korku ve komedi kodlarıyla harmanlayarak son yıllarda gittikçe artan diğer korku filmi parodilerinden ayrılmayı başarıyor. 

    Let the Wrong One In (2021)

    Conor McMahon’ın yazıp yönettiği Let the Wrong One In, isminden de anlaşılacağı üzere vampir filmleri üzerinden mizah üreten bir korku komedi. Hikâyesi Dublin’de geçen filmin ismi, 2000’lerin en sevilen korku filmlerinden, İsveçli yönetmen Tomas Alfredson imzalı Let the Right One In’e bir gönderme. Hem filmden hem de filme ilham olan 2014 tarihli aynı adlı romandan parçalar taşıyan Let the Wrong One In, Dublin’deki bir süpermarkette çalışan Matt’e odaklanıyor. Fazlasıyla iyi ve temiz kalpli bir karakter olan Matt, kardeşi Deco’nun vampire dönüşmesiyle hayatının en zor ikilemlerinden birisiyle karşı karşıya kalıyor. Başrollerinde Karl Rice ve Eoin Duffy’nin yer aldığı film, mizahıyla yer yer Edgar Wright imzalı zombi komedisi Shaun of the Dead’i de hatırlatıyor. 

    The Invitation (2016)

    Bir başka serbest Drakula uyarlaması olan The Invitation, annesinin ölümünün ardından ailesine dair karanlık sırlar keşfeden bir kadına odaklanıyor. Avustralyalı genç yönetmen Jessica M. Thompson’ın ikinci uzun metrajı olan yapımın başrolünde, Game of Thrones ve Megalopolis’teki performanslarıyla tanıdığımız Nathalie Emmanuel yer alıyor. Çekimleri Budapeşte’de gerçekleşen film, Emmanuel’ın canlandırdığı Evie karakteri üzerinden orijinal Drakula hikâyesine modern ve feminist bir yorum getiriyor. Vampir mitolojisini, sınıf ve ırkçılık gibi konulardan beslenen eleştirel bir perspektifle ele alan Thompson, hikâyedeki toplumsal cinsiyet ilişkileri üzerinden alegorik bir anlatı kuruyor. Senaryosunun fazla “tahmin edilebilir” olduğu gerekçesiyle eleştirilen filmin en beğenilen yönü ise başroldeki Emmanuel’in performansı olmuştu.

    El Conde (2023)

    Şili sinemasının usta yönetmenlerinden Pablo Larrain imzalı El Conde, diktatör Pinochet’yi 250 yıldır hayatta olan bir vampir olarak izlediğimiz, sıradışı bir politik korku. Larrain, kariyerinin erken dönemlerinde Pinochet yönetimindeki diktatörlük dönemini konu alan bir üçleme (Post Mortem, Tony Manero ve No) çekmişti. Kariyeri boyunca aynı dönemi irdelemeye devam eden Larrain, El Conde’de fazlasıyla bariz bir politik alegori kurarak diktatörü kan emici bir vampire dönüştürüyor. Prömiyerini 80. Venedik Film Festivali’nde yapan ve siyah-beyaz olarak çekilen filmin En İyi Sinematografi dalında bir Oscar adaylığı da bulunuyor. Politik eleştirisi kimi zaman fazlasıyla didaktik yerlere savrulsa bile, El Conde yönetmenin tür sinemasının sınırlarını nasıl zorladığını görmek açısından izlemeye değer bir film. 

    Abigail (2024)

    Son dönemin sevilen vampir komedilerinden Abigail, yeraltı dünyasından bir patronun balerin kızını yakalamaya çalışan bir grup kiralık katile odaklanıyor. Ailenin ve kızları Abigail’in gerçek kimliğinden ve “kan emici” doğasından habersiz olan katiller, çok geçmeden kendilerini avcıyken av olarak buluyor. Korku türündeki işleriyle tanıdığımız Amerikalı yönetmenler Matt Bettinelli-Olpin ve Tyler Gillett’ın birlikte yönettiği filmin başrollerinde ise Melissa Barrera, Dan Stevens ve Kathryn Newton gibi genç isimler yer alıyor. İlk olarak 1936 tarihli Dracula's Daughter filminin bir uyarlaması olarak planlanan yapım, daha sonradan Universal’ın müdahalesiyle Abigail ismini almıştı. Film, özellikle şiddet sahnelerindeki inandırıcı özel efektleri ve oyuncuların başarılı performansıyla beğeni toplamıştı. 

    Nosferatu (2024)

    The Witch ve The Lighthouse gibi filmleriyle ismini duyuran Robert Eggers’ın yönettiği Nosferatu, F. W. Murnau’un 1922 yapımı, aynı adlı klasiğinin bir yeniden yorumu. Sinemada Alman Dışavurumcuğu’nun önemli örneklerinden birisi olan Nosferatu: A Symphony of Horror, Bram Stoker’ın Drakula romanının resmi olmayan bir uyarlaması. Eggers ise, anlatıdaki Kont Orlok adlı vampirin ve kurbanları Thomas ve Ellen Hutter çiftinin hikâyesine farklı bir yorum getiriyor. Mizansen tercihleri ve ışık-gölge kullanımı açısından orijinal filme referanslarda bulunan ve daha klasik bir korku estetiği tercih eden Eggers, Lily-Rose Depp’in canlandırdığı Ellen karakterine feminist bir “güncelleme” getiriyor ve onu arzularına sahip çıkan bir kadın olarak temsil ediyor. Filmin oyuncu kadrosunda ayrıca Bill Skarsgård, Nicholas Hoult, Aaron Taylor-Johnson ve Willem Dafoe gibi yıldız isimler de bulunuyor. 

    Renfield (2023)

    Başrollerinde Nicholas Hoult ve Nicolas Cage’in yer aldığı Renfield, Bram Stoker’ın Drakula romanından uyarlanan bir başka korku-komedi. The Lego Batman Movie ve The Tomorrow War gibi yapımlarıyla tanıdığımız Chris McKay’in yönettiği yapım, Drakula’nın sadık hizmetçisi Renfield’a odaklanıyor. Avukat olan Renfield, romanda olduğu gibi bir emlak işini halletmek içib Kont Drakula’nın şatosuna geliyor. Ancak karakterimiz kontun yanında, Transilvanya’da kalmaya karar veriyor ve ölümsüzlük vaadi karşılığında Drakula’nın hizmetçisi olmayı kabul ediyor. Vampir filmlerine Taika Waititi imzalı What We Do in the Shadows tarzı bir yaklaşım getiren filmin, özellikle aynı adlı dizi uyarlamasından esinlendiğini söylemek mümkün. Hoult’un canlandırdığı Renfield karakteri, dizideki Nandor adlı vampirin hizmetçiliğini yapan Guillermo de la Cruz’dan izler taşıyor. 

    Son on yılın en iyi 10 vampir filmi ve dizisini Türkiye’den çevrimiçi izleyin

    Son on yılın en iyi 10 vampir filmi ve dizisini Türkiye’den nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehberi inceleyerek çeşitli streaming platformlarındaki kiralama, satın alma ve abonelik hizmetlerinden dilediğinizi seçebilirsiniz.

  • Child’s Play (Chucky) Serisini Çevrimiçi İzleyin

    Child’s Play (Chucky) Serisini Çevrimiçi İzleyin

    Berke Göl

    Berke Göl

    JustWatch Editörü

    Masum görünen bir oyuncak bebeğin beklenmedik bir kötücüllük barındırmasını çıkış noktası olarak alan 1988 tarihli Child’s Play art arda çekilen devam filmleriyle birlikte korku sinemasının kült serilerinden birine dönüştü. Slasher geleneğine doğaüstü unsurlar ekleyen, bunu popüler kültür referansları ve toplumsal hicivle zenginleştiren Child’s Play, ya da diğer adıyla Chucky serisi, 90’lardan günümüze pek çok korku filmini besleyen bir mitoloji yarattı.

    İlk filmlerinde mizahi bir boyut da taşıyan, daha sonra psikolojik gerilime ağırlık veren seri, son olarak 2021-2024 arasında dizi formatına da uyarlandı. JustWatch olarak hazırladığımız listeye göz atarak serinin 80’lerden bugüne çekilmiş tüm filmleri ve dizi versiyonu üzerine fikir edinebilir, hangisini nerede izleyebileceğinizi kolayca tespit edebilirsiniz.

    Child’s Play (1988)

    Her şey, “Göl Kenarı Katili” lakaplı seri katil Charles Lee Ray’in polis tarafından vurulması ve ölmeden önce kara büyüye başvurarak ruhunu Chucky adında bir oyuncak bebeğe aktarmasıyla başlar. Bekâr anne Karen tarafından küçük oğlu Andy’ye hediye edilen Chucky bir süre sonra vahşi cinayetler işlemeye başlayacak, polis de bu cinayetleri ilk etapta küçük Andy’nin işlediğini düşünecektir. Chucky ruhunu Andy’ye transfer ederek yeniden bir insan bedenine sahip olmayı hedeflerken, Karen ve Andy de polisi ve çevrelerini yaşadıkları şeyler konusunda ikna etmeye çalışırlar. 80’lerin bir başka korku klasiği olan Fright Night’la iyi bir çıkış yakalayan Tom Holland’ın yönettiği Child’s Play, doğaüstü korku unsurları ile slasher türünün başarılı bir karışımını yapmasıyla dikkatleri üzerine çekmiş ve büyük bir gişe başarısı elde etmiştir.

    Child’s Play 2 (1990)

    İlk filmde yaşanan dehşet verici olayların ardından Karen akıl hastanesine yatırılmış, oğlu Andy ise bir koruyucu ailenin yanına verilmiştir. Oyuncak şirketi Chucky’yi tamir edip ürünlerinin aslında masum olduğunu kanıtlamaya çalışırken katilin ruhu bir kez daha Andy’nin bedenini ele geçirme girişiminde bulunur. Bu arada, Chucky’ye karşı birlikte mücadele eden Andy ile üvey kız kardeşi Kyle arasında da yakın bir bağ kurulacaktır. İlk filmin senaristlerinden John Lafia’nın yönetmenliği devraldığı Child’s Play 2, özellikle Andy ve Chucky’nin perspektiflerini taklit eden kamera kullanımıyla ve hızlı kurgusuyla dikkat çeker, ilk filminkine yakın bir gişe başarısı yakalamayı başarır.

    Child’s Play 3 (1991)

    Senaryosu henüz ikinci film tamamlanmadan kaleme alınan ve ikinci filmden yalnızca dokuz ay sonra gösterime giren Child’s Play 3, hikâyeyi sekiz yıl ileriye taşır. On altı yaşına gelen ve halen çocukluğundaki travmatik deneyimlerin izlerini taşıyan Andy askerî okula giderken Chucky de onu takip eder, ruhunu aktarmak için bu kez de Tyler adında bir başka çocuğu hedef alır. Askerî okul öğrencileri arasında düzenlenen bir savaş oyunu eğitimi sırasında gerilim doruk noktasına ulaşacak ve bir kez daha Chucky’nin nihayet ortadan kaldırıldığı sanılacaktır. Önceki filmlerin tematik dünyasına büyüme, çocukluk travması, erkek-egemen toplumsal ortam gibi meseleleri ekleyen Child’s Play 3, gişede hayal kırıklığı yaratır ve bu da seriye bir süre ara verilmesine neden olur.

    Bride of Chucky (1998)

    Yedi yıl sonra gelen devam filmi Bride of Chucky’de Chucky, eski sevgilisi Tiffany tarafından hayata döndürülür. Bir kara büyü seansı sırasında kaza sonucu Tiffany de katil bir bebeğe dönüşecek, ardından ikisi kanlı bir yolculuğa çıkacaklardır. Önceki filmlere kıyasla daha kinayeli bir ton tutturan bu dördüncü filmde slasher hikâyesine romantik bir boyut da eşlik eder. 70’li ve 80’li yılların korku klasiklerine referanslarla bezeli filmde dönemin kült oyuncularından Jennifer Tilly’nin canlandırdığı Tiffany, kısa zamanda hayranların en sevdiği karakterlerden birine dönüşecektir. Yine de Bride of Chucky, üstelik serinin en yüksek bütçeli filmi olmasına rağmen, gişede beklentileri karşılamaktan uzak kalır.

    Seed of Chucky (2004)

    Chucky ile Tiffany’nin çocuğu Glen/Glenda (bu isim Ed Wood’un 1953 yapımı Glen or Glenda’sına bir göndermedir) annesiyle babası hakkında bir filmin yapılmakta olduğunu öğrenir ve Hollywood’a gider. Cinsel kimliğiyle ilgili arayış içinde olan Glen/Glenda, cinayetlere devam eden Chuck ve Tiffany’nin aksine şiddet karşıtıdır. Akışkan cinsel kimlik kavramını merkeze almasıyla önceki filmlerden ayrılan bu beşinci film, bir yandan da serinin dünyasıyla kurduğu ilişki üzerinden meta düzlemde bir mizah anlayışını benimser. Serinin yaratıcısı olan ve tüm filmlerin senaryosunda imzası bulunan Don Mancini, Seed of Chucky’de ilk kez yönetmen koltuğuna oturmuştur. Camp estetiğiyle öne çıkan film, bugün kült statüsünde kabul edilen bir yapımdır.

    Curse of Chucky (2013)

    Nica adında bir kadına postayla gizemli bir oyuncak bebek gönderilir. İlerleyen günlerde Nica’nın aile bireyleri tek tek ölmeye başlayacak, zamanla Chucky’nin bu aileyle geçmişe dayanan bir hesabının olduğu ve intikamını bu şekilde aldığı anlaşılacaktır. Filmde Nica’yı, seri boyunca Chucky’yi seslendiren Brad Dourif’in kızı Fiona Dourif canlandırır. Önceki filmlerin hepsine referanslar içeren Curse of Chucky mizahi yaklaşımı bir kenara bırakan ciddi tonuyla, karanlık atmosferiyle ve ağır temposuyla öne çıkar. Senaryosunu ve yönetmenliğini yine Don Mancini’nin üstlendiği yapım, serinin doğrudan video piyasasına sunulan ilk filmi olmakla birlikte eleştirmenlerin ve hayranların beğenisi kazanacaktır.

    Cult of Chucky (2017)

    Chucky’nin bir önceki filmde işlediği cinayetlerden sorumlu tutulan Nica akıl hastanesine yatırılmıştır. Bu arada Chucky de ruhunu farklı oyuncak bebekler ve aynı zamanda insanlar arasında bölüştürmenin bir yolunu bulmuştur ve bu sayede kendi tarikatını oluşturmuştur. Artık bir yetişkin olan Andy, bir kez daha Chucky’yle yüzleşmek için geri döner. Hayranların en sevdiği karakterlerden Tiffany ile Andy’yi bir araya getiren (bir sahnede telefonda konuşurlar) Cult of Chucky, serinin evrenini ve mitolojisini geliştirirken tıpkı bir önceki film gibi sırtını tamamen slasher trüklerine ve doğaüstü korku geleneğine yaslar, yer yer de body horror türünden beslenir.

    Child’s Play (2019)

    Seriyi 2019’da yeniden başlatan reboot filmi, serinin odağındaki kara büyü meselesinin yerine yapay zekâ kavramını yerleştirir. Oyuncak şirketindeki bir çalışan, patronlarından intikam almak için güvenlik önlemlerini devre dışı bırakınca ortaya öğrenme yetisine sahip, duygusal olarak gelgitli bir Chucky çıkmıştır. Andy adında bir çocuğa hediye edilen oyuncak bebek, kıskançlık ve korumacılık gibi saiklerle insanları öldürmeye başlar. Teknoloji bağımlılığına ve tüketim kültürüne eleştirel bir bakış getiren 2019 yapımı Child’s Play’de Chucky’yi seslendiren Star Wars efsanesi Mark Hamill, karaktere çok daha insani, çok daha trajik bir boyut kazandırmayı başarır. Serinin yaratıcısı Don Mancini’nin dahil olmak istemediği yeni filmde yönetmenliği Lars Klevberg üstlenir.

    Chucky (2021-2024)

    2021 yılında izleyiciyle buluşan dizi versiyonu Chucky, orijinal film serisiyle devamlılık taşır ve Cult of Chucky’deki olayların sonrasında geçer. Brad Dourif’ten Jennifer Tilly’ye, Fiona Dourif’ten Billy Boyd’a, farklı filmlerde rol alan oyuncuların bir araya geldiği dizinin çıkış noktası, New Jersey yakınlarında yaşayan genç ve yalnız sanatçı Jake’in satın aldığı oyuncak bebek olur. Chucky kasabada arka arkaya cinayetler işlerken bir yandan da Jake’i şiddete yöneltmeye çalışır. Gençlik draması, slasher ve kara komedi öğelerini bir araya getiren dizi, film serisinin ruhuna sadık kalması açısından övgülerle karşılanmıştır. Don Mancini’nin yine yaratıcı rolünü üstlendiği dizi, üç sezonun ardından 2024 sonunda iptal edilir.

    Child’s Play Filmlerini Türkiye’de çevrimiçi izleyin

    80’li yıllardan günümüze korku sinemasının en popüler serilerinden biri olan Child’s Play’in tüm filmlerini ve dizi versiyonunu Türkiye’de hangi platformlar üzerinden izleyebileceğinizi JustWatch sayesinde keşfedebilirsiniz. Streaming platformlarıyla ilgili güncel verilerimize göz atarak hangi filmin kiralama, satın alma ve abonelik seçenekleriyle izlenebildiğini bu rehberden öğrenebilirsiniz. 

  • En İyi 10 Lindsay Lohan Filmini Çevrimiçi İzleyin

    En İyi 10 Lindsay Lohan Filmini Çevrimiçi İzleyin

    Ekrem Buğra Büte

    Ekrem Buğra Büte

    JustWatch Editörü

    Lindsay Lohan, çocuk yaşlarından itibaren başlayan kariyeri, büyük bir hızla dünya çapında üne kavuşması ve yaşadığı çeşitli zorluklarla kuşağının en sansasyonel yıldızlarından biri. Henüz üç yaşındayken kaydolduğu manken ajansıyla birlikte çocukluğundan itibaren kameraların önünde büyüyen Lohan, oyunculuk kariyeriyle zirvenin havasını soluduğu, görkemli dönemler geçirdi. Altmıştan fazla yapımda rol aldı, müzik piyasasına atılarak iki albüm çıkardı.

    Bu rehberde genç yaşından itibaren üzerine aldığı idol ağırlığını kaldırmakta yer yer zorlanan Lohan’ın inişli çıkışlı kariyerinde rol aldığı filmleri inceliyoruz. Bu filmler arasından en iyi on filmi seçiyor ve 8 Ağustos’ta vizyona girmesi beklenen yeni Lindsay Lohan filmi Freakier Friday öncesinde Lohan’ın kariyerinin zirvelerine bakıyoruz.

    The Parent Trap (1998)

    1998 yapımı Nancy Meyers imzalı The Parent Trap, Lindsay Lohan’ın genç bir yıldız olarak adını duyurmaya başladığı ilk yapım olarak dikkat çekiyor. Doğumdan hemen sonra birbirinden ayrılan ve yıllar sonra birbirini bulan ikiz kardeşlerin anne babalarının barışması için beraber çalışmasını konu alan filmde Lohan, bu ikiz kardeşleri canlandırır. İlk rolünde iki karakteri birden canlandıran ve birçoklarına göre filmin edindiği başarıda temel pay sahibi olan oyuncunun kariyeri bu noktadan itibaren hızla bir çocuk ve genç yıldız olarak şekillenmeye başlar. 1961’de de aynı adla sinemaya uyarlanan Erich Kästner imzalı çocuk romanını beyazperdeye taşıyan The Parent Trap, şüphesiz ki Lindsay Lohan’ın kariyerinin köşe taşlarından biri.

    Get a Clue (2002)

    Disney bünyesinde çekilen The Parent Trap’in ardından hızla ünlü bir çocuk yıldıza dönüşen Lindsay Lohan, Disney’le çalışmaya devam eder ve genç kuşağa hitap eden Disney Channel’la üç filmlik bir anlaşma yapar. Bu kapsamda çekilen ve kanalda yayınlanan televizyon filmlerinden Get a Clue’da öğretmeninin gizemli bir şekilde ortadan kaybolmasını çözmeye çalışan genç bir lise öğrencisini canlandırır. Yönetmenliğini Maggie Greenwald’un yaptığı filmin senaryosu ise Alana Burgi Sanko’ya aittir. Birçok genç oyuncu ve şarkıcıyı piyasaya sunan Disney’in en önemli yıldızları arasında gösterebileceğimiz Lohan’ın adı bu televizyon filmleri dönemiyle iyiden iyiye duyulmuş olur. Böylelikle çocukluktan ergenliğe geçtiği dönemde Lohan’ın şöhreti de artmaya devam eder.

    Freaky Friday (2003)

    Lindsay Lohan’ın kariyerini en üst seviyeye taşıyan filmlerden biri de 2003 yılında gösterime giren Freaky Friday olur. Burada yine kendi kuşağının önemli isimleri arasında yer alan tecrübeli oyuncu Jamie Lee Curtis’le birlikte rol alan Lohan hem seyirci hem de eleştirmenlerin radarına tamamen girer ve çocuk yıldızlıktan yetişkin oyunculuk kariyerine geçiş yapmış olur. 1972 tarihli çocuk kitabının sinemaya üçüncü uyarlaması olan filmde bir mucize sonucu bedenleri yer değiştiren bir anne-kızın yaşadıklarını izleriz. Mark Waters filmin yönetmenliğini üstlenirken senaryo ise Heather Hach ve Leslie Dixon’ın imzalarını taşır. Önümüzdeki günlerde aynı oyuncuların rol aldığı bir devam filmi de seyirciyle buluşacak olan Freaky Friday, Lindsay Lohan’ın hızlı kariyerinin de önemli noktalarından birisidir şüphesiz.

    Love, Marilyn (2012)

    Tüm zamanların en büyük ikonlarından Marilyn Monroe’nun iç dünyasını daha iyi anlamak üzerine kurulu belgesel projesi Love, Marilyn de Lindsay Lohan’ın kariyerindeki ilginç çalışmalardan biridir. Çoğunlukla güzelliğiyle tanınan bir figürün kırılgan duygusal dünyasına, hayallerine ve düşüncelerine yer verilen belgesel Monroe’nun ölümünden sonra bulunan kişisel notlarına, yazılarına, şiirlerine, mektuplarına dayanır. Liz Garbus’un yönetmenliğini üstlendiği filmde Monroe’nun yazılarına dönemin ünlü isimleri sesleriyle hayat verir. Lohan da bu isimlerden biridir. Film içerisinde bilhassa duygusal derinlik barındıran pasajlarda sesiyle Monroe’ya hayat veren Lohan’ın yüzünün yer almadığı bu tutku projesi genç oyuncunun kariyeri açısından da önemli bir noktaya işaret eder.

    Confessions of a Teenage Drama Queen (2004)

    Lohan’ı başrole taşıyan gençlik müzikali Confessions of a Teenage Drama Queen, ailesiyle New York’tan New Jersey’ye taşınan genç bir kadının yaşadıklarını takip eder. Bu genç kadının hayallerinin ve iç dünyasının sürüklediği film gösterime girdiği dönemde eleştirmenler tarafından sert şekilde eleştirilse de yakın dönemde yazılan değerlendirme yazılarında filmin haksızlığa uğradığı yönünde bir algı da söz konusu. Gerek genç bir kadının iç dünyasına odaklanması sebebiyle dönemin eleştirmenlerinin alışkanlıklarına hitap etmemesi gerek o yıl çok başarılı olan bir başka Lindsay Lohan filmi Mean Girls’ün gölgesinde kalması sebebiyle Confessions of a Teenage Drama Queen’in hak ettiği takdiri kazanamadığını düşünenlerin sayısı hiç de az değil.

    Mean Girls (2004)

    Lindsay Lohan’ı tartışmasız biçimde dünyanın en büyük yıldızları arasına sokan film ise şüphesiz ki 2004 yapımı Mean Girls olur. Gösterime girdiği andan itibaren büyük başarı elde eden Mean Girls, hâlâ tüm zamanların en iyi gençlik filmleri arasında gösterilmeye devam ediyor. Freaky Friday’den bir yıl sonra yine yönetmen Mark Waters’la çalışan Lindsay Lohan’a filmde Rachel McAdams, Tim Meadows, Ana Gasteyer, Amy Poehler ve Tina Fey gibi isimler eşlik eder. Tina Fey aynı zamanda filmin senaristliğini yapmıştır. Sonrasında devam filmleri ve farklı uyarlamalarla etkisini devam ettiren Mean Girls, Lindsay Lohan’ı da 2000’li yılların en büyük yıldızlarından biri yapar. Lohan, paparazzilerin, tabloid gazetelerin aranan yüzü konumuna gelir. Bu dönemde müzik kariyeri de başlayacaktır.

    Bobby (2006)

    Lindsay Lohan filmografisinin ilginç basamaklarından biri de Emilio Estevez’in kalabalık bir oyuncu kadrosuyla çektiği Robert F. Kennedy suikastını merkeze alan Bobby filmidir. Filmde Harry Belafonte, Laurence Fishburne, Helen Hunt, Joshua Jackson, Anthony Hopkins, Ashton Kutcher, Shia LaBeouf, Demi Moore ve Sharon Stone gibi farklı kuşaklardan önemli oyuncularla birlikte rol alan Lohan, bilhassa Sharon Stone’la karşılıklı rol aldığı sahnedeki performansıyla takdir toplar. Yavaş yavaş kariyerinin düşüşe geçtiği dönemin öncesine denk gelen bu prestijli yapım ABD yakın siyasi tarihinin önemli olaylarından birine atılmış dikkat çekici bir bakış olarak öne çıkar. Eleştirmenlerden farklı yorumlar almış olsa da bilhassa oyunculuk bakımından ön planda olduğu Bobby’deki performansı Lindsay Lohan’ın kariyeri açısından önemli bir nitelik barındırmaktadır.

    Machete (2010)

    Lindsay Lohan, oldukça hızlı ve zirvede başlayan kariyerinin ardından ilerleyen yaşıyla birlikte kariyerinde ve özel hayatında yaşadığı zorluklarla da bilinen bir yıldız. Kariyerinin başındaki oldukça başarılı ve takdir gören performanslarını ilerleyen dönemlerde yakalayamayan Lohan, elinden giden profesyonel hayatını kurtarma çabasındaki dişe dokunur performanslarından birisini ise Robert Rodriguez ve Ethan Maniquis imzası taşıyan Machete’te ortaya koyar. Rodriguez’in Quentin Tarantino’yla ortak biçimde ürettiği Grindhouse projesi içerisindeki sahte bir fragmandan yola çıkılarak çekilen filmde sürpriz bir rolde karşımıza çıkan Lindsay Lohan, rehabilitasyon ve hukuki dertlerden muzdarip olduğu bu dönemde dikkate değer bir performansa imza atar. Birçoklarına göre Lohan’ın kişisel personasından izler taşıyan bu kısa performansla Lohan, üzerindeki masum imajını da büyük ölçüde yıkar.

    Irish Wish (2024)

    2010’lu yıllarda oyunculuk kariyerinden çok skandallarla ve Lindsay gibi belgesellere konu olan yaşamıyla dikkat çeken Lohan’ın olgunluk yaşlarında kariyerini yeniden canlandırma çabasını işaret eden filmlerden biri Irish Wish’tir. Bu dönemde daha çok dijital platformlara yönelik projelerle yoluna devam eden Lohan, Netflix romantik komedisi Irish Wish’te temennileri mucizevi bir şekilde gerçek olan bir kitap editörünü canlandırır. Janeen Damian’ın yönettiği, Kirsten Hansen’ın ise senaryosunu yazdığı film eleştirmenlerden ortalama notlar alırken Lindsay Lohan’ın performansı ise son dönemdeki işlerine kıyasla takdir görür. Oyuncunun kariyerine olgun bir geri dönüş yapmaya çalıştığı son dönemin dikkat çekici işleri arasında sayabileceğimiz Irish Wish’te Lohan’a Ed Speleers ve Alexander Vlahos eşlik eder.

    Our Little Secret (2024)

    Lohan’ın Netflix’le yaptığı anlaşma çerçevesinde rol aldığı bir başka film olan Our Little Secret yine romantik komedi türüne yeni bir katkı yapma çabasında. Yönetmenlik koltuğunda Stephen Herek’in oturduğu filmde erkek arkadaşının ailesiyle geçirdiği bir Noel tatili sırasında beklenmedik şekilde eski sevgilisiyle karşılaşan Avery’yi canlandıran Lohan kariyerini ayağa kaldırmanın yolunu romantik komedilerde bulmuş gibi görünüyor. Yıldız oyuncu, Irish Wish ve Our Little Secret’ın yanı sıra Netflix’le birlikte Falling for Christmas adlı romantik komediye de imza atmıştı. Lohan, yirmi yılı aşkın süre sonra Freaky Friday dünyasına geri döneceği yeni filmi Freakier Friday’in seyirciyle buluşmasına hazırlanırken kariyerini eskisi kadar görkemli olmasa da tekrar ayağa kaldırmış gibi görünüyor. 

    En iyi 10 Lindsay Lohan filmini Türkiye’den çevrimiçi izleyin

    JustWatch ekibinin hazırladığı streaming rehberi sayesinde sansasyonel oyuncu Lindsay Lohan’ın rol aldığı en iyi 10 filmi ve bu filmleri hangi platformlarda izleyebileceğinize dair tüm bilgileri bu sayfadan öğrenebilirsiniz. Dünyanın en büyük streaming rehberi olan JustWatch’ı kullanarak Prime Video, Disney+ ve MUBI gibi platformlardaki içeriklere de göz atabilirsiniz.

  • Neon Genesis Evangelion Serisi Hangi Sırayla İzlenmeli?

    Neon Genesis Evangelion Serisi Hangi Sırayla İzlenmeli?

    Aslı Ildır

    Aslı Ildır

    JustWatch Editörü

    Anime tarihinin en ilginç - ve en kasvetli - yapımlarından biri olan Neon Genesis Evangelion, ilk olarak 1995-1996’te yayınlanmasının ardından büyük ses getirdi ve seneler içinde bir kült haline geldi. Robotlar üzerine uzmanlaşan mecha türünün dört başı mamur bir örneği olan dizi, tek sezon olarak yayınlanmıştı. Ancak dizinin son iki bölümü öylesine muğlak ve anlaşılmazdı ki, hayranlar isyan etti ve yönetmen Hideaki Anno farklı bir final filmi çekmek durumunda kaldı.

    2000’lerde ise aynı hikâye daha fazla karakter, yan öykü ve gelişmiş bir animasyon teknolojisiyle birlikte isimli seriyle geri döndü. Dört farklı filmden oluşan Rebuild of Evangelion projesi, hikâyeyi daha fazla seyirciye ulaştırarak dizinin kült statüsünü daha da sağlamlaştırdı. Neon Genesis Evangelion serisindeki yapımlar bu sayfadan erişebilir ve seriyi Türkiye’de hangi streaming platformlarında bulabileceğinizi öğrenebilirsiniz.

    Neon Genesis Evangelion (1995)

    Kıyamet sonrası Tokyo’da geçen Neon Genesis Evangelion, “Angel” denen birtakım varlıkların şehre saldırmasını ve onlarla savaşan robotları konu alıyor. Evangelion isimli bu robotlar, yalnızca insan (hatta ergenlik çağında insan) pilotlar yardımıyla çalışabilen, bio-mekanik bir yapıya sahip mecha’lar. Bu robotlara pilotluk yapan Shinji Ikari isimli bir genci takip eden hikâye, bölümler ilerledikçe dini referanslarla bezeli distopik bir evrenle tanıştırıyor seyircisini. Shinto’dan Hristiyanlık’a çok farklı inanç sistemlerinden imgeler ve izler taşıyan dizi, post-apokaliptik bir bilimkurgu olarak başlıyor ve Shinji’nin büyüme hikâyesi üzerinden insan ruhunun karmaşık doğasına dair derinlikli bir anlatı kuruyor. Halihazırda fazlasıyla karanlık bir atmosfere sahip olan dizi, o dönem yönetmen Hideaki Anno’nun depresyonda olması sebebiyle oldukça tekinsiz ve kasvetli bir dünyanın sonu/ölüm fikriyle bitmişti.

    Neon Genesis Evangelion: Death & Rebirth (1997)

    İki bölümden oluşan Neon Genesis Evangelion: Death & Rebirth’ün ilk bölümü, aynı zamanda Evangelion: Death olarak biliniyor. Filmin, bir sene sonra televizyonda yayınlanan Evangelion: Death (True) isimli yeniden kurgulanmış bir versiyonu da bulunuyor. The End of Evangelion adıyla yayınlanacak olan alternatif final öncesi bir özet niteliğinde olan birinci bölüm; dizinin 24 bölümünden farklı bölümler içeriyor, olayları özetliyor ve seyircinin hafızasını tazeliyordu. Filmin Rebirth ismindeki ikinci bölümü ise, The End of Evangelion’un başından 24 dakikalık bir bölüme yer veriyor ve alternatif finale kısa bir giriş yapıyordu. Projenin yaratıcılığını üstlenen isimler arasında Hideaki Anno’ya ek olarak Japon animasyon sanatçısı ve yönetmen Masayuki de vardı. 

    The End of Evangelion (1997)

    1995-1996 yıllarında yayınlanan diziye, orijinalinde olduğunda daha “elle tutulur” bir sonla veda etmek isteyen Hideaki Anno, hayranlarının itirazlarını dinlemiş ve The End of Evangelion’u çekmeye karar vermişti. Ancak dizi sona erdiğinde psikolojik olarak oldukça kötü bir durumda olan ve ağır bir depresyon geçiren Anno, aynı zamanda arkadaşı da olan usta yönetmen Hayao Miyazaki’nin tavsiyesine uyarak filme başlamadan önce bir süre ara vermişti. Bu sayede Anno serinin ruhuyla biraz daha uyumlu, çok daha aydınlık ve anlamlı bir son yazabilmişti. Bir kez daha mecha pilotları Shinji Ikari, Rei Ayanami ve Asuka Langley Soryu’nun hikâyesini takip ettiğimiz film, en az dizi kadar ses getirmiş ve hem eleştirmenler hem de serinin hayranları tarafından büyük bir beğeniyle karşılanmıştı.

    Evangelion: 1.0 You Are (Not) Alone (2007)

    2000’lerde Rebuild of Evangelion projesi altında yeniden çekilen hikâyenin ilk filmi, Evangelion: 1.0 You Are (Not) Alone. Yaratıcılığını bir kez daha Hideaki Anna’nın üstlendiği projede, dijital mürekkep ve boya teknolojisi ile çeşitli bilgisayar animasyon teknikleri kullanılmış ve Evangelion dünyası çok daha gerçekçi ve canlı bir hâle getirilmişti. Yeni sahnelerin ve karakterlerin de eklendiği hikâye, serinin hayranı olmayan izleyicilerin de anlayabilmesi adına çok daha ayrıntılı bir dünya kuruyordu. Orijinal serinin ilk altı bölümüne yer veren filmde çok az değişiklik ve ekleme vardı. Hikâyeye yeni eklenen Lilith ve Kaworu karakterleriyle tanıştığımız film, bir kez daha babası tarafından bir Evangelion pilotu olması için işe alınan Shinji’yi takip ediyordu. 

    Evangelion: 2.0 You Can (Not) Advance (2009)

    İlkinden ikinci sene sonra gelen Evangelion: 2.0 You Can (Not) Advance ise orijinal serinin 8’den 23’e kadar olan bölümlerini kapsıyordu. İkinci film, ilk filmin tersine dizideki olaylara ve planlara harfi harfine bağlı değildi. Örneğin, hikâyeye Mari Illustrious Makinami isimli yeni pilot karakteri eklenmişti. Pilotların Angel’larla olan mücadelesinin tüm hızıyla devam ettiği filmde, Shinji ve babası Gendo arasındaki karmaşık ilişkinin de kökenine iniliyordu. Anlatı yapısının diziye oranla çok daha sağlam bir şekilde kurulduğu film, orijinal hikâyeden çok daha dengeli bir duygu dünyasına sahip olduğu için beğeniyle karşılanmıştı. Ayrıca filmde yer alan Evangelion-Angel çatışmaları, yeni animasyon teknikleri ve görsel efektler sayesinde son derecede detaylı bir şekilde resmedilmişti. 

    Evangelion: 3.0 You Can (Not) Redo (2012)

    Rebuild of Evangelion projesinin üçüncü halkası olan Evangelion: 3.0 You Can (Not) Redo, ilk sernin iki halkasından farklı olarak tamamen yeni bir hikâyeye yer veriyordu. Önceki filmden 14 yıl sonrasında geçen hikâyede, özellikle yeni eklenen Kowaru karakterinin ağırlığı fazlasıyla hissediliyordu. İkinci filmde tanıştığımız Evangelion pilotları Asuka ve Mari’nin, Shinji ve mecha’sını bulmasıyla başlayan film, ilk filmden daha karmaşık bir anlatı yapısına sahipti. Orijinal serinin sonlarına doğru artan, o kasvetli “boşluk” hissi filmin her yerine sinmiş; kimi eleştirmenler filmi fazlasıyla muğlak ve melodramatik bulmuştu. Öte yandan film, yeni eklenen Evangelion robotlarının tasarımı ve sürükleyici çatışma sahneleriyle ise beğeni toplamıştı.

    Evangelion: 3.0+1.0 Thrice Upon a Time (2021)

    Evangelion’u “yeniden canlandırma” projesinin dördüncü ve son halkası ise yakın dönemde vizyona giren Evangelion: 3.0+1.0 Thrice Upon a Time. Hikâyenin finalini izlediğimiz film, üçüncü filmde tanıtılan WILLE isimli organizasyon ve Evangelion birimini yöneten NERV arasındaki çatışmaya odaklanıyordu. Filmde ayrıca Shinji ve babası arasındaki ilişki, zengin bir psikanalitik alt metinle yeniden kurgulanmıştı. Serinin alternatif finali olan The End of Evangelion’dan bazı sahne ve olaylar da içeren yapım, önceki filme kıyasla özgün hikâyeye çok daha sadık kalarak ilerliyordu. Gişede de büyük bir başarı elde eden bu final filmi, Japon Akademi Ödülleri’nde En İyi Animasyon ve En Popüler Film ödüllerinin sahibi oldu. Evangelion: 3.0+1.0 Thrice Upon a Time, mecha türünün bir tür “yapıbozumu” olarak da nitelendirilen Evangelion’a, orijinal serinin ruhuna uygun bir nokta koymuştu.

    Neon Genesis Evangelion serisini Türkiye’den çevrimiçi izleyin

    Neon Genesis Evangelion serisini Türkiye’den nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehberi inceleyerek çeşitli streaming platformlarındaki kiralama, satın alma ve abonelik hizmetlerinden dilediğinizi seçebilirsiniz.

  • Squid Game’i Aratmayan Sekiz Ölümcül Oyun

    Squid Game’i Aratmayan Sekiz Ölümcül Oyun

    Aslı Ildır

    Aslı Ildır

    JustWatch Editörü

    Netflix’in en büyük “hitlerinden” Squid Game’in üçüncü sezonu 27 Haziran 2025’te yayınlanacak. Yüzlerce yarışmacının büyük bir para ödülü için ölümcül oyunlar oynadığı Squid Game, özellikle çocuk oyunlarının çarpık versiyonlarını dahil ettiği hikâyesiyle dikkat çekmişti. Güney Kore yapımı dizi, sınıflar arası uçurumu bir hayatta kalma oyunu üzerinden ele alıyor, mizansen tasarımı üzerinden adeta bir “sınıf mimarisi” yaratıyordu.

    Organik bir şekilde Netflix’in en çok izlenen yapımlarından biri haline gelen dizi, hayatta kalma konulu film ve dizilere olan ilgiyi bir kez daha gözler önüne sermiş oldu. Öte yandan Squid Game, bu “ölümcül oyun” konseptini kullanan ilk yapım değil. Sinema ve televizyon tarihi, “ölümcül oyun” temasını işleyen pek çok yapımla dolu. Bu listede hem Squid Game’in öncüsü niteliğindeki yapımların yanı sıra bu furyanın parçası olan güncel yapımlardan bazılarını bir araya getirdik. Squid Game’i aratmayan ölümcül oyunların yer aldığı 8 film ve diziye bu sayfadan erişebilir ve bu yapımları Türkiye’de hangi streaming platformlarında bulabileceğinizi öğrenebilirsiniz.

    The Running Man (1987)

    Başrolünde Arnold Schwarzenegger’in yer aldığı distopik aksiyon The Running Man, Stephen King’in aynı adlı romanından uyarlama. 2017 ABD’sinde geçen hikâyede, ölümcül bir oyunun oynandığı sıradışı bir televizyon şovu konu ediliyor. Tıpkı Squid Game’i andıran bir yarışma esnasında, kiralık katiller tarafından avlanan suçluları canlı olarak izliyoruz. Özellikle dönemin medya kuruluşlarına ve ABD’nin ceza adalet sistemine sert eleştiriler sunan film, totaliter bir polis devletinin hüküm sürdüğü distopik bir Amerika’yı konu alıyor. Özellikle gerilim dolu aksiyon ve av-avcı sahneleriyle beğeni toplayan film hakkında, Le Prix du Danger filminden çalıntı olduğu iddiasıyla bir intihal davası açılmıştı. Daha çok oyunculuğuyla tanınan yönetmen Paul Michael Glaser imzalı filmin 2025’in Kasım ayında vizyona girmesi beklenen yeniden çevrimini ise Edgar Wright yönetti. 

    Cube (1998)

    Kanadalı genç yönetmen Vincenzo Natali imzalı Cube, sıradışı anlatısı ve mekân kullanımıyla dikkat çeken bir “tuzak oyun” filmi. Oldukça düşük bir bütçeyle çekilen film, uyandıklarında kendilerini küp şeklinde bir odada bulan bir grup karaktere odaklanıyor. Karakterler, nasıl geldiklerini hatırlamadıkları bu tuzaktan çıkmak için odanın içindeki farklı kapıları deniyor. Çok geçmeden, her kapının başka bir kübe açıldığını ve bu küplerin ölümcül tuzaklarla dolu olduğunu fark ediyorlar. Farklı meslek gruplarından karakterleri bir araya getirerek alegorik bir yapı kuran film, özellikle yapbozvari anlatı yapısıyla kültleşmiş ve pek çok filme ilham olmuştu. Seneler içinde bir seriye dönüşen yapımın Cube 2: Hypercube, Cube Zero ve yine Cube adında üç devam filmi de bulunuyor. 

    Battle Royale (2000)

    Sadece Squid Game’in değil, The Hunger Games serisinin de öncülerinden olan Battle Royale, distopik bir dünyada geçen bir aksiyon filmi. Filmde totaliter bir Japon hükümetinin, bir grup öğrenciyi zorla ölümcül bir hayatta kalma oyununa dahil edişini izliyoruz. Yönetmenliğini, yakuza filmleri ve Battles Without Honor and Humanity serisiyle tanınan Kinji Fukasaku’nun üstlendiği filmde, Battle Royale programının başındaki öğretmenlerden Kitano’yu ise ünlü Japon oyuncu ve komedyen Takeshi Kitano canlandırıyor. Quentin Tarantino’nun favori filmleri arasında gösterdiği Battle Royale, ilk çıktığında pek çok ülkede yasaklanmış ve zamanla bir kült haline gelmişti. Filmin, Battle Royale II: Requiem adında 2003 tarihli bir devam filmi de bulunuyor.

    Saw (2004)

    Yönetmenliğini The Conjuring ve Insidious gibi filmleriyle tanıdığımız James Wan’ın üstlendiği Saw, 11 Eylül sonrası yükselen “torture porn” (işkence pornosu) furyasının ilk örneklerinden biriydi. Sadist bir seri katile odaklanan Saw, katilin bir odaya kapattığı esirleriyle oynadığı dehşet verici işkence oyunlarını takip ediyor. Kendine çarpık bir vigilante rolü biçmiş olan bu katil, bu hayatta kalma oyunları üzerinden yeni bir adalet sistemi yaratıyor. Kısıtlı mekânı Wan’ın yönetmenliği sayesinde ustaca kullanan film, karakterle birlikte seyircisini de oldukça zor ve acı dolu bir izleme deneyimine sürüklüyor. Düşük bir bütçeyle çekilen ve prömiyerini Sundance Film Festivali'nde yapan film, medyatik şiddetin tavan yaptığı bir “zamanın ruhunu” yakaladığından olsa gerek, seneler içinde 10 filmlik popüler bir seriye dönüştü.

    The Hunger Games (2012)

    Hayatta kalma oyunları dendiğinde ilk akla gelen serilerden biri elbette, Suzanne Collins’in aynı adlı kitap serisinden uyarlanan The Hunger Games. Serinin Catching Fire, Mockingjay - Part 1, Mockingjay - Part 2 filmleri ve The Ballad of Songbirds & Snakes prequel'ı ile kurulan anlatı evreni, 2026’da vizyona girecek olan Sunrise on the Reaping ile genişlemeye devam ediyor. Distopik bir dünyada geçen film, televizyonda canlı olarak gösterilen ölümcül bir yarışmaya katılan bir gence odaklanıyor. Katniss Everdeen isimli 16 yaşındaki genç kız, kız kardeşini kurtarmak için katıldığı yarışma boyunca soluksuz bir ölüm kalım mücadelesi veriyor. Başrolünde Oscarlı oyuncu Jennifer Lawrence’ın yer aldığı filmin yönetmenliğini ise Pleasantville ve Ocean’s 8 filmleriyle tanınan Gary Ross üstleniyor. 

    Escape Room (2019)

    Psikolojik korku türündeki Escape Room, hapsoldukları kaçış odasından kaçmaya çalışan altı yabancıya odaklanıyor. Büyük bir ödülün peşinden odaya giren bu altı yabancı, çok geçmeden kendilerini ölümcül bir tuzağın içinde buluyor. Filmin yönetmenliğini, özellikle korku türündeki yapımlarıyla tanıdığımız, The Taking of Deborah Logan ve Insidious: The Last Key gibi filmlere imza atan Adam Robitel üstleniyor. Hikâyesi yine Robitel imzalı Escape Room: Tournament of Champions filmiyle devam eden yapım, özellikle kısıtlı mekân kullanımı ve klostrofobik atmosferiyle beğeni toplamıştı. Filmin olumsuz yorum alan yönleri ise, “kaçış odası” konseptini anlatısına ve karakterlerine yedirememesiydi. 

    Alice in Borderland (2020)

    Netflix Japonya yapımı gerilim dizisi Alice in Borderland, Squid Game’in başarısından esinlenerek çekilen bir başka “hayatta kalma” temalı yapım. Arisu isimli bir bilgisayar oyunu tutkununun hikâyesini takip eden film, içi tamamen boşaltılmış bir Tokyo’da geçiyor. Arisu ve arkadaşları, bir sabah kendilerini Tokyo’nun kimsenin yaşamadığı, ıssız ve ürpertici bir versiyonunda buluyor. Karakterler, çok geçmeden hayatta kalmak için bazı ölümcül oyunlar oynamak zorunda olduklarını fark ediyor. Haro Aso’nun aynı adlı manga serisinden uyarlanan Alice in Borderland, yine aynı “hayatta kalma” janrına ait Battle Royale ve Cube gibi filmlerle birlikte anılıyor. 2020’de yayınlanan ilk sezonuyla ses getiren dizinin ikinci sezonu, 2022 yılında yine Netflix üzerinden gösterime girmişti. 

    The Hunt (2020)

    Daha vizyona girmeden büyük tartışmalar yaratan The Hunt, Compliance ve The Leftovers gibi yapımlarıyla tanınan Craig Zobel imzalı bir slasher/kara komedi. Richard Connell’ın The Most Dangerous Game isimli hikâyesinden uyarlanan ve oyuncu kadrosunda Hilary Swank, Justin Hartley, Betty Gilpin ve Emma Roberts gibi isimlerin yer aldığı filmin gösterim tarihi, aynı tarihlerde ABD’de yaşanan birtakım katliamlar nedeniyle ertelenmişti. Trump Amerikasını alaya alan film, zengin liberallerin zevk için muhafazakarları avladığı tuhaf ve acımasız bir oyuna odaklanıyor. Amerika’daki sağ-sol kutuplaşmasını kara mizah yardımıyla işleyen yapım, şok edici gelişmeler ve sürprizlerle dolu anlatısı ve politik alt metniyle büyük ses getirmişti. 

    Squid Game’e benzer 8 ölümcül oyunu Türkiye’den çevrimiçi izleyin

    Squid Game benzeri ölümcül oyunların konu edildiği yapımları Türkiye’den nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehberi inceleyerek çeşitli streaming platformlarındaki kiralama, satın alma ve abonelik hizmetlerinden dilediğinizi seçebilirsiniz.

  • Tüm Zamanların En İyi Erotik Gerilimlerini Çevrimiçi İzleyin

    Tüm Zamanların En İyi Erotik Gerilimlerini Çevrimiçi İzleyin

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    2020’li yıllarda “yeniden doğuş”unu yaşayan sinematik türlerden biri de hiç şüphesiz erotik gerilim. Son dönemde popüler olan Babygirl, Saltburn ve Deep Water gibi filmlerle beraber günümüz seyircisinin de geçmiş örneklerini keşfe çıktığı erotiik gerilim türü büyük oranda seksenli yıllara damga vurmuştu.

    Brian De Palma, Paul Verhoeven ve Adrian Lyne gibi yönetmenlerle özdeşleşen tür seyirci üzerindeki etkisini doksanlı yıllarda da sürdürmeye devam etti. Bugün femme fatale gibi türün ikonik motiflerinin feminist ve kuir perspektiflerden yeniden yorumlandığı günümüzde erotik gerilim klasikleri de masaya yatırılıyor. Biz de JustWatch ekibi olarak bu vesileyle ikinci baharını yaşayan erotik gerilim türüyle özdeşleşmiş ikonik filmleri bir araya getirdik.

    American Gigolo (1980)

    Gerek senarist gerek yönetmen olarak son derece uzun soluklu bir kariyere sahip olan Paul Schrader, American Gigolo’yla erkek cinselliğini farklı bir bağlamda ele alan oldukça özgün ve güçlü bir atmosfere sahip bir neo-noir’a imza attı. Richard Gere’in erkek oyuncu olarak Hollywood’daki potansiyelini ortaya koyan film, Los Angeles’ta jigololuk yapan Julian Kay’i merkezine alıyor. Oldukça rafine zevkleri olan ve lüks bir yaşam süren Julian’ın, kendisinden yaşça büyük kadınlarla beraber olarak hayatını sürdürdüğünü izliyoruz. Sonrasında beraber olduğu kadınlardan birinin öldürüldüğünü öğrenen Judy, şüpheli olarak tüm oklar kendisini gösterince adını temize çıkarmak için çabalıyor. Schrader’ın ustalıklı kamerasıyla Los Angeles gecelerinin tutku dolu bir havaya büründüğü filmi, Giorgio Moroder ve Blondie’nin şarkıları da apayrı bir seviyeye taşıyor. 

    Dressed to Kill (1980)

    Brian de Palma’nın, Alfred Hitchcock’un Psycho’suna hem anlatısal hem de estetik açıdan saygı duruşunda bulunduğu filmi Dressed to Kill, cinsel ve psikolojik gerilimin ana akım sinemada kendine yer bulabildiği yapımların en dikkat çeken örneklerinden bir tanesi. Başrollerinde Angie Dickinson, Nancy Allen ve Michael Caine’in yer aldığı film Kate Miller isminde, cinsel tatminsizlik yaşayan bir kadının, tanımadığı bir adamla beraber olduktan sonra gizemli bir sarışın kadın tarafından öldürülmesi etrafında şekilleniyor. Kate’nin öldürülmesine şahit olan seks işçisi Liz, katilin bir sonraki hedefi hâline gelince, Liz Kate’in oğlu Peter’la beraber onu yakalamak için harekete geçiyor. De Palma’nın split-diopter kullanımından, filmi şekillendiren ikilik temasına kadar son derece stilize bir görsel dil kullanımını tercih ettiği film, cinsel kimlik temsilleri açısından bazı tartışmalara da konu olmuştu. 

    Body Heat (1981)

    Lawrence Kasdan’ın ismi bugün büyük ölçüde Star Wars serisiyle ilişkilendirilse de yönetmen ilk uzun metrajı Body Heat’de çok daha farklı tarzda bir yapıma imza atmıştı. Başrollerinde William Hurt, Kathleen Turner ve Richard Crenna’nın oynadığı yapım esasen Billy Wilder’ın Double Indemnity filminden (ve onun da uyarlandığı James M. Cain’ın romanından) ilham alıyor. Kırklı ve ellili yılların film-noir’larını aratmayan mizansenleri, diyalogları ve performanslarıyla dikkat çeken filmde Ned isminde çapkın bir avukatın, iş adamı Edmund Walker’ın genç karısı Matty’yle evlilik dışı bir ilişki yaşamasını izliyoruz. Matty ve Ned’in ayrıntılı ve sinsi bir planla Edmund’un servetine el koyma çabalarının sonrasında çok daha karanlık ve çetrefil bir hâl aldığı film, sonrasında çekilecek birçok erotik gerilimi etkileyecek şekilde çarpıcı bir femme fatale figürü ortaya koymuştu.

    Fatal Attraction (1987)

    Seksenli yıllarda yukarı adlarını andığımız münferit örnekler olsa da “erotik gerilim furyasını” esas başlatan film Adrian Lyne’ın yönettiği ve senaryosunu James Dearden’ın kendi kısa filmi Diversion’dan hareketle kaleme aldığı Fatal Attraction oldu. Vizyona girdiği dönemde evlilik dışı ilişkiler, kadın - erkek rolleri, aldatma, sadakat gibi konular etrafında birçok tartışmaya da vesile olan filmin başrollerinde Michael Douglas, Anne Archer ve Glenn Close yer alıyor. Film, New Yorklu başarılı avukat Dan Gallagher’ın hayatının, tek gecelik ilişki yaşadığı Alex isminde bir kadın yüzünden geri dönülmez biçimde kontrolden çıkmasını konu ediniyor. Alex’in, Dan’in özel yaşamına giderek daha çok sataştığı ve saldırganlaştığı filmin, kadın karakterini özellikle şeytanlaştırması sebebiyle bugünün seyircisi tarafından farklı bir şekilde yorumlanması kuvvetle muhtemel. Ama vizyona girdiği dönemde gişede büyük bir fenomene dönüştüğünü ve En İyi Film de dahil olmak üzere 6 Oscar adaylığı kazandığını da not düşelim.

    Basic Instinct (1992)

    Erotik gerilim denilince birçok sinemaseverin aklına gelecek ilk film şeklinde tanımlayabileceğimiz Basic Instinct, bu türün ustası olarak kabul edilen Paul Verhoeven’in imzasını taşıyor. Fatal Attraction’ın estirdiği rüzgârı arkasına alan Michael Douglas’a ise Sharon Stone eşlik ediyor. Filmde, buz kıracağı saplanarak öldürülen bir rock yıldızının katilini bulmaya çalışan komiser Nick Curran’ı takip ediyoruz. Soruşturmanın baş şüphelisi ise, cinayeti kitabında aynı şekilde tasvir eden ve kurbanın sevgilisi olan polisiye roman yazarı Catherine Tramell’dan başkası değil. Catherine’in umursamaz ve tehditkâr tavırları Nick’in işini gitgide zorlaştırırken, vakayı esas karmaşık hâle getiren ikilinin arasındaki cinsel çekim oluyor elbette. Gerek kuir aktivistlerin film karşısındaki tepkileri gerek Sharon Stone’un meşhur sorgu sahnesi hakkındaki  tartışmalı açıklamaları olsun, Basic Instinct hakkındaki tartışmalar ölçüsünde kültleşmiş bir erotik gerilim ve hâlen bu bağlamda güncelliğini korumaya devam ediyor. 

    Exotica (1994)

    Daha çok Kanada’da ve sanat sineması çevrelerinde tanınan Atom Egoyan’ın doksanlı yıllarda büyük bir gişe başarısı elde eden Exotica’sı da önemli erotik gerilimlerden bir tanesi. Başrollerinde Bruce Greenwood, Mia Kirshner, Don McKellar, Arsinée Khanjian ve Elias Koteas’ın yer aldığı film gösterime girdiği yıl Cannes Film Festivali’nde FIPRESCI ödülünü layık görülmüştü. Filme adını da veren Exotica isimli bir striptiz kulübünü merkezine alan film, kulübe sürekli gelip aynı dansçının kendisine kucak dansı yapmasını isteyen Francis Brown’ı takip ediyor. Francis’in Christina’ya yönelik takıntısının arka planının yavaş yavaş ortaya çıktığı film, erotik gerilim türünün motiflerini kullanması, ancak bunları beklenmedik noktalara çekmesi bakımından oldukça özgün bir yapım. Yoğun tutkular, takıntılar ve kıskanç duygusunun insana neler yaptırabileceği üzerine kafa yoran Exotica, erotik gerilim türüyle ilişkilendirilen birçok yapımın aksine derinlikli karakter portreleri çizmeyi de başarıyor. 

    The Last Seduction (1994)

    Doksanlı yıllarda seyircide yankı bulan, ama genelde Basic Instinct’in gölgesinde kaldığını söyleyebileceğimiz The Last Seduction filmi ise John Dahl’ın imzasını taşıyor. Türle ilişkilendirilen birçok yapımın aksine ana karakter olarak derinlikli bir kadın karakteri merkezine alan ve onu neredeyse bir anti kahraman olarak işleyen The Last Seduction, bu açıdan yıllar içindeki popülerliğini kaybetmeyen bir yapım. Başrollerinde Linda Fiorentino, Peter Berg ve Bill Pullman’ı izlediğimiz filmde borçlarını kapatmak için kokain satan doktor kocasından para çalıp kaçan ve kendisine yeni bir kimlik edinen Bridget’i takip ediyor. Bridget, geçmiş yaşamından tamamen kurtulma planlarına kaçışı sırasında tanıştığı Clay isimli bir adamı dâhil ediyor. Cinselliğini açıkça ifade eden ve bunu kullanmaktan çekinmeyen kadınların cezalandırıldığı bir tür çerçevesi içinde The Last Seduction kesinlikle benzerlerinden ayrılıyor.

    Crash (1996) 

    Arabalara (ve araba kazalarına) karşı neredeyse fetiş düzeyinde ilgi duyan bir grup insanı takip ettiğimiz Crash, erotik gerilim türünün vazgeçilmez klasiklerinden. Body horror türü denince ilk akla gelen yönetmen David Cronenberg’in imzasını taşıyan film, yazar J. G. Ballard’ın aynı adlı romanının beyazperde uyarlaması. Başrollerinde James Spader, Holly Hunter, Elias Koteas, Deborah Kara Unger ve Rosanna Arquette’in yer aldığı film aynı yıl Cannes Film Festivali’nde Özel Jüri Ödülü’ne layık görülmüştü. Kendisini araba kazalarından, yaralardan ve bedendeki kusurlardan cinsel haz duyan bir gruba dâhil olan film yapımcısı James Ballard’ı, grubun liderlerinden Vaughan’ı ve diğer üyelerinin fantezilerini merkezine alıyor. Cronenberg’in kamerasıyla insan bedeni kadar, araba iskeletini de bir haz nesnesi getirmeye başardığı film bugün bile etkisinden hiçbir şey kaybetmemesi ve hatta Julia Ducournau gibi yeni kuşak sinemacılara da ilham vermesi açısından özel bir konuma sahip. 

    Tüm zamanların en iyi erotik gerilimlerini Türkiye’den çevrimiçi izleyin

    Erotik gerilim türüne ilgi duyuyorsanız ve türle ilişkilendirilen en ikonik yapımları keşfetmek istiyorsanız doğru adrestesiniz. JustWatch olarak hazırladığımız rehberde yer alan tüm filmleri Türkiye’de hangi platformlar üzerinden erişiminiz olduğuna göz atın. Filtreleme özelliği sayesinde kiralama, satın alma veya abonelik seçenekleri arasından dilediğinizi seçin.

  • Jaws Filmlerini Çevrimiçi İzleyin

    Jaws Filmlerini Çevrimiçi İzleyin

    Berke Göl

    Berke Göl

    JustWatch Editörü

    Henüz otuz yaşına bile gelmemiş bir Steven Spielberg’ün imzasını taşıyan Jaws, 1975 yılında gösterime girdiğinde büyük başarı yakaladı ve uzun vadede popüler sinemanın çehresini değiştiren bir film oldu. Denizin derinliklerinden çıkıp gelen dehşet verici köpekbalığı imgesi sadece korku sinemasında ve canavar filmi türünde çığır açmakla kalmadı, aynı zamanda farklı alanlarda yankı bulan, sürekli referans verilen bir popüler kültür fenomenine dönüştü. 

    Devam filmleri ilk filmin başarısının gerisinde kalsa da bugün Jaws serisi sinema tarihinin kült niteliği taşıyan serilerinden biri niteliğinde. JustWatch olarak hazırladığımız listeye göz atarak Jaws filmlerini hangi platformlardan izleyebileceğinizi öğrenebilirsiniz.

    Jaws (1975)

    Yaz tatilinin en sıcak günlerinden birinde, Amity Island sahillerinde bir kadın, köpekbalığı saldırısı sonucu hayatını kaybeder. Kasaba halkını dehşete düşüren bu olayın ardından emniyet müdürü Brody güvenliği sağlayabilmek için sahilleri kapatmak ister anca yerel yetkililer turizm sezonunun ortasında böyle bir kararın kasaba ekonomisine vereceği zararı gerekçe göstererek buna karşı çıkar. Bunun üzerine Brody, bir deniz biyoloğu ve bir köpekbalığı avcısıyla birlikte küçük bir balıkçı teknesine atlar, katil köpekbalığının peşine düşer. Ölümle burun buruna gelecekleri bu tehlikeli macerada her biri aynı zamanda kendi iç hesaplaşmalarını yaşayacaktır. Bugün bildiğimiz anlamıyla “gişe canavarı” kavramının mucidi kabul edilen Jaws, Steven Spielberg’ün perdede gerilim yaratma konusundaki benzersiz maharetini sergilediği bir filmdir. Kurgu, müzik ve ses tasarımı gibi teknik dallarda kazandığı Oscar ödülleriyle de Jaws, sinema tarihine adını altın harflerle yazdırmış bir başyapıttır.

    Jaws 2 (1978)

    İlk saldırılardan birkaç yıl sonrasında, Amity Island ve halkı o korkunç günleri geride bırakmış gibi görünmektedir. Ancak yeni bir köpekbalığının kasaba açıklarında gezinmeye başladığını fark eden Brody, bir kez daha halkı uyarma görevini üstlenir ve yine benzer bir bürokratik engelle karşılaşır. Köpekbalığı bir grup gence saldırınca (ki Brody’nin oğulları da aralarındadır) onları kurtarmak yine Brody’ye düşecektir. Unutulmaz karakterini bir kez daha canlandıran Roy Scheider’e filmde Lorraine Gary ve Murray Hamilton eşlik eder. Jeannot Szwarc imzalı Jaws 2 ilk filmle kıyaslanacak seviyede olmamakla birlikte, Spielberg’ün klasiğinin devam filmleri arasında en başarılısı kabul edilmektedir.

    Jaws 3-D (1983)

    Aradan yıllar geçmiştir ve emniyet müdürü Brody’nin oğlu Mike, Florida’daki bir sualtı deniz parkında mühendis olarak çalışmaktadır. Ancak nereden geldiği anlaşılmayan bir büyük beyaz köpekbalığı parka girip konuklara ve park personeline saldırmaya başlayınca büyük bir panik baş gösterir. Mike ve arkadaşları kendilerini önemli kısmı sualtında geçen bir ölüm kalım mücadelesinin ortasında bulurlar. 80’li yılların başında yaygınlık kazanan 3D teknolojisinin yardımıyla izleyicide şok etkisi yaratmaya çalışan Jaws 3-D, özellikle görsel efektlerinin yetersizliği yüzünden B-filmi denebilecek bir estetiğe sahiptir. Yönetmenliğini Joe Alves’in üstlendiği filmin başrollerinde ise Dennis Quaid, Bess Armstrong, Simon MacCorkindale ve Louis Gossett Jr. gibi isimler yer alır.

    Jaws: The Revenge (1987)

    Brody’nin dul eşi Ellen, oğlunun köpekbalığı saldırısında ölmesinin ardından, köpekbalığının kendisini ve ailesini bilerek hedef aldığına, âdeta intikam peşinde olduğuna kanaat getirir. Ellen, hayatta kalan oğlunu ziyaret etmek üzere Bahamalar’a gittiğinde köpekbalığının onu takip ettiğini fark eder ve dehşete düşer. Serinin dördüncü ve son filmi olan Jaws: The Revenge ikna edici olmayan senaryosu ve akla hayale sığmayan ayrıntıları yüzünden “tüm zamanların en kötü devam filmlerinden biri” olarak gösterilir. Öte yandan tam da bu sebeple, bugün kimi izleyiciler için kült niteliği taşıyan bir yapımdır. Başroldeki Lorraine Gary’ye Lance Guest, Mario Van Peebles ve Karen Young’ın yanı sıra usta oyuncu Michael Caine de eşlik eder.

    Jaws Filmlerini Türkiye’de çevrimiçi izleyin

    Steven Spielberg imzalı Jaws’u ve devam filmlerini Türkiye’de hangi platformlar üzerinden izleyebileceğinizi JustWatch sayesinde keşfedebilirsiniz. Streaming platformlarıyla ilgili güncel verilerimize göz atarak hangi filmin kiralama, satın alma ve abonelik seçenekleriyle izlenebildiğini bu rehberden öğrenebilirsiniz.

  • The Omen Serisi Hangi Sırayla İzlenmeli?

    The Omen Serisi Hangi Sırayla İzlenmeli?

    Aslı Ildır

    Aslı Ildır

    JustWatch Editörü

    Ürkütücü “şeytan çocuk” temalı hikâyesiyle kültleşen korku serisi The Omen, 1976-1985 yılları arasında gösterime giren altı filmlik bir seri. Seriye, aynı evrende geçen 2016 yapımı Damien isimli bir dizi de eşlik ediyor. Yaratıcılığını David Seltzer’in üstlendiği seri, “Antichrist”ın dünyada vücut bulmuş hali olan Damien isimli bir çocuğa odaklanıyor. 

    The Omen, 70’lerde özellikle ABD’de Rosemary’s Baby ve The Exorcist gibi filmlerle yükselişe geçen şeytan filmleri furyasının önemli örneklerinden biri olarak görülüyor. The Omen serisini Türkiye’den nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehberi inceleyerek çeşitli streaming platformlarındaki kiralama, satın alma ve abonelik hizmetlerinden dilediğinizi seçebilirsiniz. 

    The Omen (1976)

    Serinin büyük ses getiren ilk filmi The Omen, büyük bir gişe başarısı elde etmiş ve günümüze kadar uzanan seriye yeşil ışık yakmıştı. Damien’in köken hikâyesinin anlatıldığı film, İtalya’da yaşayan Amerikalı diplomat Robert Thorn ve karısı Katherine’nin şeytan çocukla olan ilk karşılaşmasına odaklanıyor. Robert, kendi bebekleri ölü doğunca, annesi ölen bir başka bebeği gizlice onun yerine geçirir. Çok geçmeden, Damien isimli bebeğin şeytanın çocuğu olduğu ortaya çıkacaktır. The Twilight Zone ve The Man from U.N.C.L.E. gibi dizileriyle tanınan Richard Donner’ın yönettiği yapımın başrollerinde ise Gregory Peck ve Lee Remick yer alıyor. “Kıyamet alametleri” temasıyla ve dini alt metniyle seyircide dehşetle karışık bir merak duygusu uyandıran film, 1970’ler Amerikası’nın ruh halini başarılı bir şekilde yansıtıyordu. 

    Damien – Omen II (1978)

    Serinin ikinci filmi Damien - Omen II’nin yönetmenliğini, 40’lı ve 50’li yıllardaki filmleriyle tanıdığımız oyuncu Don Taylor üstleniyor. Başrollerinde William Holden ve Lee Grant’ın yer aldığı yapım, ilk filmden yedi sene sonrasında geçiyor. Filmde artık ergenliğe girmiş olan Damien Thorn’un, yavaş yavaş Deccal’in yeryüzündeki suretine bürünmesinin hikâyesini izliyoruz. Özellikle şiddet dozu yüksek ölüm sahneleriyle seyircide büyük bir dehşet uyandıran film, en az ilk film kadar ses getiriyor ve gişede fena olmayan bir başarı elde ediyor. Damien’in ergenliğiyle birlikte daha da ürkütücü bir hâl alan şeytani istila anlatısı, Jerry Goldsmith’in imzasını taşıyan müziklerle filmin gerilimini zirveye çıkarıyor. 

    The Final Conflict (1981)

    1970’ler ve 80’lerde çekilen serinin son halkası The Final Conflict, artık yetişkin bir adam olan Damien Thorn’un hikâyesine odaklanıyor. Gitgide daha fazla nüfuzlu bir iş adamına dönüşen Damien, Mesih’in dünyaya yeniden geleceği haberini alıyor ve bu durumu engellemek için bazı şeytani faaliyetlere girişiyor. Damien rolünde ünlü oyuncu Sam Neill’ı izlediğimiz filmin yönetmenliğini ise Alien Nation filmiyle bilinen İngiliz yönetmen Graham Baker üstleniyor. Film, önceki filmlerde çok daha derinlikli bir şekilde işlenen dini arka planın ihmal edilmesi ve odağın bağlamsız iş ve iktidar ilişkilerine kayması nedeniyle eleştirilmişti. Öte yandan film, önceki filmlerden daha ayrıksı duran kaliteli prodüksiyon tasarımı ve görsel atmosferiyle beğeni toplamıştı.

    Omen IV: The Awakening (1991)

    Serinin dördüncü halkası olan ve bir televizyon filmi olarak çekilen Omen IV: The Awakening, orijinal serinin son filmi. Başrollerinde Faye Grant, Michael Woods ve Asia Vieir’in yer aldığı yapım, serinin en zayıf halkalarından biri. Film, küçük bir kızı evlat edinen Gene ve Karen York çiftine odaklanıyor. Avukatlık yapan çift, rahibelerin yönetimindeki bir yetimhaneden Delia isimli bir kız çocuğu evlat edinir. Çok geçmeden Delia’nın, Damien’ın mirasını taşıyan yeni bir “Deccal çocuk” olabileceğine dair şüpheler ortaya çıkar. Kimi eleştirmenler filmi kötü çekilmiş aksiyon sahneleri ve anlamsız senaryosu nedeniyle eleştirse de, kimileri ise filmin kendini “o kadar da ciddiye almadığını” ve sadece “klasik bir korku filmi” olmaya çalıştığını söylemişti.

    The Omen (2006)

    Serinin altıncı halkası olan The Omen, 1976 yapımı ilk filmin bir yeniden çevrimi. Yönetmenliğini Behind Enemy Lines ve A Good Day to Die Hard filmleriyle tanınan İrlandalı yönetmen John Moore’un üstlendiği yapımın senaryosu, serinin yaratıcısı David Seltzer’e ait. Oyuncu kadrosunda Julia Stiles, Liev Schreiber, Mia Farrow ve David Thewlis gibi isimlerin yer aldığı yapımda bir kez daha Damien’in köken öyküsünü izliyoruz. Korku sinemasının kült klasikleri arasında yer alan orijinal The Omen’ın gölgesinde kalan film, çoğunlukla olumsuz yorumlar almıştı. Filmin klasik korku trüklerindense hikâye ve karakter odaklı bir “korkutma” stratejisi uygulaması ise takdirle karşılanmıştı.

    Damien (2016)

    ABD’nin A&E kanalında yayınlanan ve The Omen’in dünyasında geçen Damien, ilk sezonun ardından iptal edilen bir televizyon dizisi. Dizi, bir savaş fotoğrafçısı olan ve geçmişini çoktan unutmuş, yetişkin bir Damien Thorn’un hikâyesini takip ediyor. Bradley James’in canlandırdığı Damien, birkaç tuhaf olayın ardında, uzun bir süredir bastırdığı “Deccal” tarafını - onu çocukluğundan beri korumaya yemin etmiş olan Ann’in de yardımıyla - yeniden keşfediyor. On bölümden oluşan dizinini yaratıcılığını ise The Shield ve The Walking Dead dizileriyle tanıdığımız yapımcı Glen Mazzara üstleniyor. Dizide Damien’in çocukluğunu hatırladığı geriye dönüş sahnelerinde orijinal The Omen filminden parçalar kullanılmıştı.

    The First Omen (2024)

    Amerikalı gazeteci ve yönetmen Arkasha Stevenson’ın ilk uzun metrajı olan The First Omen, ilk filmin öncesinde geçen bir prequel ve aynı zamanda serinin altıncı filmi. Roma’ya gönderilen bir rahibeyi merkeze alan yapım, rahibenin Antichrist’ın - yani Damien’in - doğuşuyla ilgili korkunç bir komployu açığa çıkarmasını konu alıyor. Ben Jacoby’nin bir hikâyesinden esinlenen yapımın başrollerinde Nell Tiger Free, Tawfeek Barhom ve Sônia Braga yer alıyor. Özellikle body horror türüne yaklaşan estetik tercihleriyle dikkat çeken The First Omen, devam filmleriyle istediği başarıyı yakalayamayan seri açısından başarılı bir “geri dönüş” filmi olarak nitelendirilmişti. Film, özellikle kadın bedenine yaklaşımıyla aynı sene vizyona giren Immaculate filmiyle bir arada anılıyor. 

    The Omen Serisini Türkiye’den çevrimiçi izleyin

    The Omen serisini Türkiye’den nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehberi inceleyerek çeşitli streaming platformlarındaki kiralama, satın alma ve abonelik hizmetlerinden dilediğinizi seçebilirsiniz.

  • Chris Evans’ın Rol Aldığı Romantik Filmleri Çevrimiçi İzleyin

    Chris Evans’ın Rol Aldığı Romantik Filmleri Çevrimiçi İzleyin

    Berke Göl

    Berke Göl

    JustWatch Editörü

    Chris Evans en büyük şöhreti 2011 yılında Captain America: The First Avenger filmiyle adım attığı Marvel Sinematik Evreni sayesinde kazandı. ABD’li oyuncuyu dünyanın büyük kısmı Kaptan Amerika karakteriyle tanıyor ve muhtemelen bu durum bundan sonraki kariyeri boyunca da değişmeyecek. 

    Buna karşılık Evans, yirmi beş yılı aşan kariyeri boyunca gençlik filminden bilimkurguya, fantastikten gerilime pek çok farklı türde yapımlarda rol aldı ve yeteneğini farklı alanlarda göstermeye günümüzde de devam ediyor. Kendisi, son olarak Celine Song imzalı romantik komedi Materialists’te baş karakter Lucy’nin eski sevgilisi John’u canlandırdı. JustWatch olarak Chris Evans’ın kariyerinde bir yolculuğa çıkıyor, 2000’lerin başından bugüne kadar rol aldığı başlıca romantik yapımları hatırlıyoruz.

    London (2005)

    Kendisini birkaç ay önce terk eden London’ın New York’tan temelli ayrılacağını öğrenen Syd yanına hiç tanımadığı garip bir adamı alır ve davetli olmadığı veda partisine gider. Amacı London’la yüzleşip her şeyi baştan konuşmak, mümkünse onu geri kazanmaktır. Parti boyunca Syd London’ın arkadaşlarıyla diyaloglara girecek, biten ilişkisinin olumlu ve olumsuz yanlarından bahsedecek, kişisel sorgulamalara girecektir. Bu arada alkol ve uyuşturucunun etkisiyle parti giderek kontrolden çıkmaya başlar. Hunter Richards’ın yazıp yönettiği bir drama olan London’ın başrolünü Jessica Biel ve Jason Statham gibi yıldızlarla paylaşan Chris Evans, Syd’i zaaflarıyla öne çıkan, özgüveni düşük, kırılgan bir karakter olarak canlandırır.

    The Nanny Diaries (2007)

    The Nanny Diaries, üniversiteyi yeni bitiren Annie’nin New York’ta varlıklı bir ailenin yanında çocuk bakıcı olarak işe başlamasıyla gelişen olayları konu alır. Bir yandan üst sınıfın alışkanlıklarına uyum sağlamaya çalışan Annie, bir yandan da aynı binada oturan Harvardlı yakışıklı bir gençle duygusal yakınlaşma yaşar. Sınıf çatışmasından kaynaklanan komik olayları takip eden film, iki genç arasındaki ilişki üzerinden romantik bir ton da tutturur. İlişkileri ilerledikçe Annie, hayatta ne istediğini keşfetmeye başlayacaktır. Chris Evans’ın başrolünü yıldızı yeni yeni parlayan Scarlett Johansson’la paylaştığı filmin yönetmenliğini ise, birkaç yıl öncesinde American Splendor’la önemli bir çıkış yapan Shari Springer Berman ve Robert Pulcini üstlenir.

    The Loss of a Teardrop Diamond (2008)

    Tennessee Williams’ın uzun yıllar sonra gün yüzüne çıkan senaryosundan perdeye aktarılan The Loss of a Teardrop Diamond, Avrupa’dan Memphis’e dönen zengin bir genç kadın olan Fisher ile sosyete partilerinde ona kavalyelik etmesi için işe aldığı yoksul genç Jimmy arasındaki ilişkiye odaklanır. Toplumsal normlara uymakta güçlük çeken Fisher, bir yandan da Jimmy’yle arasında kuvvetli bir bağın kurulmaya başladığını hisseder. Ancak yanlış anlaşılmalar, duygusal uyuşmazlıklar ve sınıf çatışması bu ilişkiyi sekteye uğratacaktır. Tennessee Williams’ın pek çok eseri gibi sınıf eşitsizliğini ve bastırılmış duyguları merkezine alan bu dönem filminin başrollerinde Chris Evans’la birlikte Bryce Dallas Howard yer alır.

    What’s Your Number? (2011)

    Yirmiden fazla erkekle çıkan kadınların evlenme şansının çok düşük olduğuna dair bir haber okuyan Ally, o güne kadar on dokuz kişiyle çıktığını fark edince paniğe kapılır ve gerçek aşkı bulana kadar yeni birisiyle birlikte olmamaya kadar verir. Eski sevgilileriyle tekrar görüşüp “doğru erkek” olup olmadıklarına karar vermek isteyen Ally’ye bu süreçte çapkın bir müzisyen olan komşusu Colin’den yardım eder. Zamanla ikili beklenmedik şekilde yakınlaşacak ve sonunda birbirlerine âşık olacaktır. Bağlanma sorunları yaşayan ancak alttan alta duyarlı bir kişiliğe sahip olan Colin’i canlandıran Chris Evans, karaktere duygusal derinlik ve mizahi bir boyut katar. Yönetmenliğini Mark Mylod’un üstlendiği What’s Your Number?, Evans’ın en sevilen romantik komedilerinden biridir.

    Playing It Cool (2014)

    Aşka inanmadığı için romantik hikâyeler yazmakta zorlanan genç bir senarist, tanıştığı gizemli bir kadından çok etkilenir, ancak onun nişanlı olduğunu öğrenince hayal kırıklığına uğrar. Giderek bu kadının “doğru insan” olduğuna ikna olacak ve onunla birlikte olabilmek için her şeyi göze alacaktır. Romantik komedinin alışılageldik kalıplarını bir bir uygulayan Playing It Cool, aynı zamanda bu kalıpları sorgulayan, gerçek hayatın romantik komedilerdeki gibi olmadığını vurgulayan bir perspektif de içerir. Yönetmen koltuğunda Justin Reardon’ın oturduğu filmde Chris Evans’a Michelle Monaghan, Topher Grace, Aubrey Plaza ve Luke Wilson gibi genç yıldızlar eşlik eder.

    Before We Go (2014)

    Tek bir gecede geçen Before We Go, New Yorklu sokak müzisyeni Nick ile trenini kaçırıp cüzdanını çaldırınca istasyonda mahsur kalan Brooke’u merkezine alır. Brooke zaten evlidir, Nick’in de son ilişkisinde yaşadıklarından dolayı kalbi kırıktır ama yine de New York sokaklarında baş başa geçirdikleri gece boyunca iki yabancı sırlarını, korkularını, pişmanlıklarını paylaşacak ve yakınlaşmaya başlayacaktır. İki baş karakteri arasındaki diyaloglar üzerinden duygusal bir atmosfer kuran film, ilişkilere, mutluluk arayışına ve hayattaki seçimlere dair sorgulamalara girişir. Başrolü Alice Eve’le paylaşan Chris Evans, bu filmle birlikte ilk (ve şimdilik tek) yönetmenlik denemesine de imza atmıştır.

    Materialists (2025)

    New York’ta bir çöpçatanlık şirketinde çalışan Lucy için aşkı arayan insanlar birer müşteri, ilişkiler de birer üründür. Bir müşterisinin düğününde zengin ve yakışıklı Harry’yle tanışan Lucy, yavaş yavaş onun çekimine kapılmaya başlar. Bu arada tesadüfen eski sevgilisi John’la karşılaşır ve ona karşı da hâlâ bir şeyler hissettiğini fark eder. Genç kadın giderek iki erkeğin ve kişiliklerinin vaat ettiği iki farklı mutluluk ihtimali arasında bir karar vermesi gerektiğini hissetmeye başlar... İki yıl önce Past Lives’la önemli bir çıkış yapan Celine Song’un imzasını taşıyan ve anlatısını klasik romantik komedi konvansiyonları üzerine kuran Materialists, özellikle oyuncu kadrosuyla dikkat çekmeyi başarıyor: Filmin başrollerinde Chris Evans ve Dakota Johnson’ın yanı sıra son dönemin gözde yıldızı Pedro Pascal da yer alıyor.

    Chris Evans’ın rol aldığı romantik filmleri Türkiye’de çevrimiçi izleyin

    Chris Evans’ın rol aldığı romantik filmleri Türkiye’de hangi platformlar üzerinden izleyebileceğinizi JustWatch sayesinde keşfedebilirsiniz. Streaming platformlarıyla ilgili güncel verilerimiz sayesinde hangi filmin kiralama, satın alma ve abonelik seçenekleriyle izlenebildiğini bu rehberden öğrenebilirsiniz. 

  • The Bear 4. Sezon Oyuncularını Hangi Yapımlarda İzlemiştik?

    The Bear 4. Sezon Oyuncularını Hangi Yapımlarda İzlemiştik?

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    “Yes, chef!” Doğru duydunuz. Hulu’nun (ülkemizdeyse Disney+’ın) sevilen dizisi The Bear dördüncü sezonuyla ekranlara geri dönüyor. Michelin yıldızlı bir şef olan Carmy’nin abisi Mikey’nin trajik ölümünün ardından devraldığı aile restoranı The Original Beef of Chicagoland’ı seçkin bir gastronomik müesseseye dönüştürme çabalarına odaklanan dizi, başladığı dönemden itibaren geniş bir hayran kitlesi elde etmeyi başardı.

    Özellikle ikinci sezonuyla Emmy ödüllerinde toplamda 23 dalda aday olup bunların 11’ini kazanan dizi, komedi dalında bir sene içinde en çok ödül alan dizi olarak da tarihe geçti. Gerek restoranın mutfak ekibinin arasındaki dinamiklerde gerek Carmy’nin yakın çevresiyle kurduğu duygusal ilişkilerde, oldukça yoğun, gerilimli ve alabildiğine komik bir atmosfer yaratan The Bear’in oyuncu kadrosuna büyük iş düşüyor. 

    Başta Jeremy Allen White, Ayo Edebiri ve Ebon Moss-Bachrach olmak üzere birçok yetenekli ismin yer aldığı dizi, kadrosundaki oyuncuların kariyerlerinin yükselişe geçmesinde de önemli katkı sağladı. Dizinin ekranlara dönmesini beklerken, dördüncü sezonda izleyeceğimiz yıldızların The Bear öncesi (ve sonrasındaki) kariyerlerini masaya yatırıyoruz! 

    Jeremy Allen White (Carmen “Carmy” Berzatto)

    New York doğumlu genç oyuncu, başrolünü üstlendiği The Bear ile kariyerinin zirvesine ulaşsa da dizi hayranları onu ilk kez Gallagher ailesinin en büyük oğlu Pip’i canlandırdığı Shameless dizisiyle tanıdı. Oyunculuk kariyerine 2000’li yılların ortasında Law & Order gibi dizilerde küçük roller üstlenerek başlayan White, Pip rolüyle 2014 Critics' Choice Television Awards adaylığı kazandı. Sonrasında Rob the Mob, After Everything ve The Rental filmlerinde rol aldı. The Bear ile çıkış yaptığı dönemde romantik bilimkurgu Fingernails’te rol alan oyuncu güreş şampiyonu Von Erich ailesinin yaşamını anlatan The Iron Claw’da ise ailenin en büyük ikinci oğlu Kerry Von Erich’i canlandırdı. Emmy ve Altın Küreli oyuncunun 2025 sonbaharında Springsteen: Deliver Me from Nowhere filminde ikonik müzisyen Bruce Springsteen’i canlandırması bekleniyor.

    Ayo Edebiri (Syndey Adamu)

    Sosyal medyada "herkesin prensesi" lakabıyla anılan Ayo Edebiri, The Bear'de Carmy'nin yanıda çalışmaya başlayan ve başarılı bir kariyer inşa etmeye çalışan hırslı aşçı yardımcısı Sydney'i canlandırıyor. Kariyerine stand-up komedyenliği ve komedi yazarlığı yaparak başlayan genç oyuncu Big Mouth'un dördüncü sezonundan itibaren Missy'yi seslendirmeye başladı. Apple TV'nin komedi dizisi Dickinson'ın ikinci sezonunda hem yazar hem de oyuncu olarak yer aldı. The Bear'le beraber kariyeri ciddi bir ivme kazanan yıldız Abbott Elementary'de Janine'in kız kardeşi Ayesha rolünde konuk oyuncu olarak yer aldı. Beyazperdede de kendisine yer edinmeye başlayan Edebiri Theater Camp ve The Sweet East gibi indie yapımlarda rol aldı, Bottoms'da Rachell Senott'la başrolü paylaştı. Son dönemde bir kez daha Opus'la gündeme gelen Emmy ödüllü oyuncuyu bu yıl Luca Guadagnino'nun After the Hunt filminde de izleyeceğiz.

    Ebon Moss-Bachrach (Richard "Richie" Jerimovich)

    Carmy'nin başının belası olan, sempatik "Kuzen Richie" karakteriyle kalpleri fetheden Ebon Moss-Bachrach da The Bear'le beraber yıldızı parlayan isimlerden. 2000'li yılların başından itibaren hem televizyonda hem de dizilerde irili ufaklı roller üstlenen, Moss-Bachrach'ın kariyeri, Lena Dunham imzalı HBO dizisi Girls'te Marnie'nin müzisyen erkek arkadaşı Desi rolüyle yükselişe geçti. Oyuncu sonrasında The Bear'de de birlikte rol alacağı Jon Bernthal'ın başrol oynadığı The Punisher'da Punisher'ın yardımcısı David Lieberman, nam-ı diğer Micro karakterine hayat verdi. Andor'un ilk sezonunda, aslında hiç de göründüğü gibi olmadığı ortaya çıkan Arvel Skeen rolünü üstlenen Emmy ödüllü oyuncu Tesla, Shark Stick, No Hard Feelings ve Hold Your Breath gibi filmlerin oyuncu kadrosunda yer aldı. Marvel Sinematik Evreni'nin merakla beklenen yeni filmi The Fantastic Four: First Steps'te The Thing'i canlandıracak oyuncunun Avengers: Doomsday'de yer alacağı da kesinleşti. 

    Lionel Boyce (Marcus Brooks)

    The Beef'in sevecen, sessiz ve iyi niyetli pasta şefi Marcus Brooks rolünde izlediğimiz Lionel Boyce, alternatif hip-hop kolektifi Odd Future'ın da üyesi olan bir oyuncu, yazar ve prodüktör. Ekran kariyerine Odd Future'ün popülerliğinin giderek artmasıyla beraber hayata geçen skeç komedisi Loiter Squad'ın yaratıcı ekibinde yer aldı. 2015 ve 2019 yılları arasında, Tyler the Creator'la beraber Adult Swim bloğunda yayınlanan The Jellies! isimli animasyon diziye imza attı ve dizide çeşitli karakterleri seslendirdi. Jackass Forever'da da yer alan Boyce'un beyazperdedeki ilk kurmaca film performansı ise Max Minghella'nın yönettiği kara komedi filmi Shell'de karşımıza çıkıyor. 

    Liza Colón-Zayas (Tina Marrero)

    Mutfak ekibinin vazgeçilmez üyelerinden olan Tina'ya hayat veren Liza Colón-Zayas oyunculuk kariyerine tiyatroyla başladı. 2000 ve 2010 yılları arasında Law & Order: Special Victims Unit'ten Dexter'a çok sayıda yapımda tek bölümlü roller üstlenen aktris, David Makes Man ve In Treatment dizilerinde daha uzun soluklu rollerde seyirci karşısına çıktı. Beyazperdede The Purge: Election Year, Allswell in New York ve IF gibi filmlerde yer alan Emmy ödüllü oyuncunun Spider-Man serisinin yeni filmi Brand New Day'in kadrosunda yer alacağı kesinleşti. 

    Abby Elliott (Natalie "Sugar" Berzatto)

    Dizide Carmy'nin kız kardeşi "Sugar"a hayat veren Abby Elliott, en çok dört sezon boyunca yer aldığı komedi programı Saturday Night Live'la tanınıyor. Elliott, SNL'den ayrıldıktan sonra 2 Broke Girls, How I Met Your Mother, Happy Endings ve Inside Amy Schumer gibi komedi dizilerinde konuk oyuncu olarak yer aldı. Odd Mom Out dizisinde Jill'in sürekli ters düştüğü eltisi Brooke Von-Weber'e hayat veren aktris, NBC sit-comu Indebted'de kocası Dave'in ailesiyle yaşamak zorunda kalan Rebecca Klein rolünü üstlendi. Aynı zamanda komedyen Chris Elliott'ın kızı, Bridey Elliott'ın kardeşi olan oyuncu son dönemde Clara's Ghost ve Cheaper by the Dozen filmlerinde rol aldı. 

    Matty Matheson (Neil Fak)

    Matty Matheson dizide restoranın tesisat ve tamir işleriyle ilgilenen ve Mikey Berzatto'nun yakın arkadaşlarından biri olan Neil Fak'e hayat veriyor. Esasen gastronomi alanında uzmanlaşan Matheson, zamanında yönetici şeflik yapmış ve memleketi Kanada'da restoranlar açmış bir isim. Şef sıfatıyla çeşitli programlara da katılan Matheson, The Bear dizisinin yapımcılığını da üstleniyor. Matheson, Workin' Moms dizisinin ikinci sezonunda konuk oyuncu olarak yer almıştı.  

    The Bear'in kadrosunun yer aldığı diğer yapımları JustWatch sayesinde keşfedin

    JustWatch olarak hazırladığımız bu rehber sayesinde The Bear dizisinin yetenekli oyuncu kadrosunun yer aldığı diğer filmleri ve dizileri nereden izleyebileceğinizi keşfedin. Sitemizin sunduğu filtreleme özelliği sayesinde kiralama, satın alma ve abonelik seçenekleri arasında seçim yaparak size en uygun platformu tercih edebilirsiniz. 

1 2 3

1-50 / 228

JustWatch | Akış Kılavuzu
We are hiring!
© 2025 JustWatch Tüm harici içerikler hak sahibinin mülkiyetindedir. (3.10.0)

En iyi 5 film
  • The Kamasutra Garden
  • Us x Her
  • Dayı: Bir Adamın Hikayesi 2
  • John Wick Dünyasından: Ballerina
  • Madrid, 1987
En İyi 5 TV Şovu
  • Squid Game
  • Prens
  • Aşkı Hatırla
  • Ilk Ve Son
  • Gassal
En iyi 5 sağlayıcı
  • Disney Plus
  • YouTube Premium
  • Netflix
  • puhutv
  • Amazon Prime Video
Sağlayıcıdaki en iyi 5 yeni
  • Disney Plus'teki yenilikler
  • YouTube Premium'teki yenilikler
  • Netflix'teki yenilikler
  • puhutv'teki yenilikler
  • Amazon Prime Video'teki yenilikler
Yayına girecek filmler
  • Silent Night, Deadly Night
  • O da Bir Şey mi?
  • Bağlantı Hatası
  • Şafağa Kadar
  • Ne Halt Ettiğinizi Biliyorum!
Yayına girecek diziler
  • Palermo Birimi Sezon 2
  • Katalog Sezon 1
  • UNTAMED Sezon 1
  • Surf Girls Sezon 2
  • To Kill A Monkey Sezon 1
En iyi 5 yenilik
  • Poltergeist Serisi Hangi Sırayla İzlenmeli?
  • The Chronicles of Riddick Serisini Çevrimiçi İzleyin
  • James Gunn İmzalı En İyi 10 Film ve Dizi
  • Yeni Street Fighter Filminde Hangi Oyuncular Rol Alacak?
  • Jurassic World’ü Sevenler İçin En İyi 5 Korku Filmi